18 Nisan 1999 Genel Seçimlerinin sonucunda: DSP 136, MHP 129, FP 111, ANAP 86, DYP 85, Bağımsızlar da 3 Milletvekili kazanarak meclise girmiş; Rahmetli Ecevit’in Başbakanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyonu meclisten güven oyu alarak göreve başlamıştı…

18 Nisan 1999 Genel Seçimlerinin sonucunda: DSP 136, MHP 129, FP 111, ANAP 86, DYP 85, Bağımsızlar da 3 Milletvekili kazanarak meclise girmiş; Rahmetli Ecevit’in Başbakanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyonu meclisten güven oyu alarak göreve başlamıştı…

Türkiye’nin dış borç stoku 111 milyar dolar kadardı…

Ülke genelinde, özellikle kamu ihalelerinde, birçok şaibeli uygulamaların kokusu ayyuka çıkmış, dönemin İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan’da, konuya hassasiyet gösterip, art arda operasyonlara kalkışınca; üst düzey bürokraside tedirginlik, çekingenlik, dolayısıyla pasif direniş başlamıştı…

Tabii işler yavaşladı; çarkların verimli dönmesi durdu!…

Birileri çok rahatsız olmalı ki! Namussuzluklarla mücadele ederken Sayın

Bakan, makamından oldu…

Taa! 1980’lerden beri uygulanmakta olan kontrolsüz liberal bankacılık sistemi çökmüş, birçok özel banka; patronu tarafından içi boşaltılmış olarak devletin omuzlarına yükletilmişti…

Bir de:

Türkiye tarihinde görülmemiş bir felaket; 17 Ağustos 1999 depremi’nin getirdiği yükü göz önüne alırsak, ekonomide tehlike çanları çalmaya başladı…

Nitekim:

Bir Anayasa Kitapçığının fırlatılmasının neden olduğu! Meşhur 2001 Şubat Krizi, 57. Hükümetin kucağına bir ateş topu gibi düşüverdi…

Düşüverince ne oldu?

Dolar % 80 oranında değer kazandı, 6-7 Milyar Doları gibi para, bir gecede yurdu terk etti ve Türk Para Ekonomisinin gemisi karaya oturuverdi…

Çare?

Kemal Derviş…

Dünya Bankasında, görevli başkan yardımcılığından, Amerika’nın da çıkarlarını korumak koşulu ile! Cankurtaran olarak Türkiye’ye gönderildi…

Hükümet üstü bir yetki ile Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak göreve başladı…

IMF ile varılan anlaşma sonucu Milyar Dolarlar akmaya başladı. Ekonomiye yarar sağlayacak birçok yeni yasa yürürlüğe sokuldu ve işler tıkırına tam girmeye başladı ki: Bu kez Başbakan Rahmetli Ecevit’in şaibeli rahatsızlığı, DSP içindeki Amerika’nın parmağıyla gelişen hizip hareketleri, dolayısıyla partinin bölünmesi, bu hareketlerden endişe duyan koalisyon ortağı, MHP’nin Genel Başkanı Sayın Bahçeli’nin, 3 Kasım 2002 de ille de seçim diye direnmesi…

Sonuç:

Yapılan Genel Seçimde %34,43 Oranla 365 Milletvekili çıkaran AKP’nin tek başına iktidar olması…

Keza:

Yıl 2007 Genel Seçimleri: %46.58 oranla 341 Milletvekili çıkartarak yine tek başına iktidar…

En nihayet:

2011 genel seçimleri ve sonuç: %49.95 oy oranı ve 326 vekille bir kez daha ülkeyi yönetmekte söz sahibi olma yetkisi…

Tam On Yıldır: İş dünyasının dilinden düşürmediği; “Ekonomide verimlilik, istikrarlı bir yönetimle olasıdır.” Görüşü hüküm sürmekte…

Üstelik en önemlisi:

Başta Amerika ve O’nun desteğiyle tüm dış güçler AKP’nin arkasında; dünya krizin içinde çalkalanmasına karşın, devamlı sıcak para akışı gani…

2002 Sonuna doğru devir alınan devlet borcu:

IMF’ye olan 23.5 ile birlikte toplam: 130 Milyar Dolar…

 “Çıraklık, kalfalı, ustalık” derken, şu on yılda çok iyi çalıştı AKP çook!

Rahmetli Özal’ın kavlince, göreceli olarak Hizmet Sektörüne ağırlık verilirken, Üretim Sektörü ise Mehter marşı; İki ileri Bir geri…

Son dönemlerde tamamen tersi; Bir ileri, İki geri… 

Bölünmüş yollar, alt geçit, üst geçit derken; alkışlanacak bir hizmet: Demir Yolculuk sürecince Hızlı Tren projeleri…

Dahası da:

Tam rayına oturtulamasa da sağlık politikaları, aileyi ve bireyi kapsayan sosyal içerikli devlet destekleri, devamlılığı olmayan TOKİ’nin başını çektiği inşaatçılık, iktidarın övünç dayanağı olan tüketime yönelik hizmet yatırımları…

2012 de IMF’ye kalan son borç 2,3 Milyar Dolar da, 2013 Mart sonunda ödenip bitecek; böylece IMF defteri de kapanmış olacak. Zira 2008 Yılından beri Standby anlaşmamız yok. Bu durum da, gerek ülkemizin iktidarı adına, gerekse biz yurttaşlar adına gerçekten övünülecek bir durum…

Amma velakin:

2002 yılında yapılan seçim sonrası iktidara gelen tek parti gücü: IMF dahil, toplam; 130 Milyar Dolar dış borçla göreve başlamıştı…

Bu gün itibari ile ülkemizin, 326 Milyar Dolar civarında dış borcu var. Bu borcun büyük bir kısmı, uzun vadeli olmasına rağmen sırtımızın kamburu…

Merkez Bankasının Döviz stoku ise resmi verilere göre 120 Milyar Dolar civarında. Onun da büyük bir bölümü sıcak paraya dayalı esnek birikim; her an elden kaçabilir…

Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm üretim ve hizmet sektörlerini özelleşme furyası kapsamında satıp bitirdik. En son köprü ve yolları elden çıkararak kasaya 48 Milyar Dolara varan bir gelir sağladık…

Üretim sektörü çökük, meyve sebze dışında birçok tahıl ve besin maddesini, hatta ve hatta samanı bile ithal eder hale geldik; cari açık makası açıldıkça açılmakta; yani dışarıdan aldığımız, sattığımızdan çok fazla…   

Hiç kimse pazara çıkardığı yoğurduna ekşi demiyor. Özellikle iktidar sözcülerinin dilinde ekonomik hava raporu, günlük güneşlik…

Ama: Miras yediler gibi, ülkenin tüm birikimlerini satıp savdık; 48 Milyar Dolar parayı göstermelik hizmet aşkına harcadık bitti. Yetmedi; 326 Milyar Dolar da dış ülkelere borçlandık…

Eğer bu rakamlar doğruysa: (ki doğru: Kaynak: Hazine Müsteşarlığı)

Söyler misiniz: “Kedi burada ise, ciğer nerede?” Ne olacak bu borçlar?

Borç: Üreterek ödenir, tüketerek değil.

Allah gelecek nesillere kolaylıklar versin; bu gidişle onlara, onurlarında başka satacak bir şey bırakmayacağız…