Son zamanlarda gündemde olan kadın cinayetlerinin arkasındaki perdeyi araladığımızda, sorunun cinayetlerden çok, bu cinayetler üzerinden feminist söylemlerin, eylemlerin ülkede oluşturulmaya çalışılan ahlâksız oluşumlara zemin hazırlama protestolarına dikkat çekmeye çalışma amacıyla yazmayı, bir kadın olarak görev addediyorum.
Ülkenin meselesi olmasından çok, gözümüzdeki at gözlüklerini, siyasi öfkeyi bir kenara bırakıp tamamen insanlık sorunu olarak ele aldığımız zaman, çözümü de yine tüm insanlığa indirilmiş olan kitaptan topyekûn biçimde bildirildiğini, belli bir coğrafyada, dini hassasiyetleri temel alıp onun üzerinden ülke yönetimi belirleyen kafaların varlığından kaynaklanmadığını temiz bir vicdana sahip olan herkesin anlayabileceği, basit bir gözlemle fark edilebilecek kadar açık olan bu sorunun çekilmek istenen yeri aklı başında insanların fark edebileceğini düşünüyorum.
Malumunuz üzere Emine BULUT cinayetiyle beraber kadın haklarını farklı mecralarda dile getirmeyi görev bilen bir kısım feminist gruplar; yine ellerine aldıkları sazların, kafalarına geçirdikleri tangaların, zihinlerindeki pozisyon cümbüşü ve Lilith’e adanan adaklar eşliğinde, kadın cinayetlerinin müsebbibini iktidara kesmeye, biriken öfkelerini kusmaya, bu cinayetleri meydanlara çıkıp ahlâksız isteklerini normalleştirmeye çalışma fırsatı olarak değerlendirmeye hiç bir zaman geç kalmadan, kendilerini yine iktidara ve dinî hassasiyetlere küfrederken bulduk.
Sorun neydi?
Sorun; dinin yanlış yaşanıldığına dair bir itirazları mı vardı da meydanlarda arz-ı endam ettiler?
Sorun; ahlaki bir kısım ölçütlerin gerektiği gibi kanunlarda yer almayışına mı kafayı takmışlardı?
Sorun; kadın-erkek fıtratı arasındaki ayrımı düşünmeden, her iki cinsin kendine has fıtrî özelliklerin ihlâli ve aşırılığı dahilinde oluşabilecek sorunların toplumu bozabileceğine olan inançlarının mantıksal bir protestosu muydu?
Her cinayet, taciz, tecavüz vakaları sonrasında meydanlara inen Lilith’in askerlerinden böylesine ulvî amaçları sorun etmesini beklemek hata olur. İşlenen her bir cinayet, taciz, tecavüz vakası; bunların iktidara ve dinî hassasiyetlere olan nefretlerinin orgazma ulaşması için fırsat olmaktan öteye gitmeyen bir amacı taşıyor.
Dr. Ömer Abdulkafi’nin bu hususta söylediği; ”Onlar kadına özgürlüğü değil, kadına ulaşmanın özgürlüğünü istiyorlar” demesi konuyu net ifade ediyor ve anlaşılır kılıyor. Bu tür örgütlerin meydanlara inerek adına hak ve özgürlük dedikleri her türlü çığırtkanlık, aslında bu tarz protestoların gücünün farkında olmalarından kaynaklanıyor. Bir fikri ya da absürt bile olsa bir meseleyi ne kadar dile getirir ve gündemde tutarsanız; o kadar normalleşir, kabul edilebilirliği insanlar tarafından kolaylaşır, algı oluşturmadaki gücü o derece kuvvetlenir. Protestonun psikolojik etkilerini asla göz ardı etmeyen bu kafalar, istedikleri toplum yapısına kavuşana kadar kedilerin çiftleşme ayını dâhi es geçmeyecek, her alanda ve zamanda kendilerine yer tutup, kuzularla oğlakların sevişme haklarının bile ellerinden alındığını ifade ederek anlamsız bir kargaşa içerisinde kendilerine ve düşledikleri toplum yapısına doğru yol yapacaklardır.
Burada bize ve en önemlisi kadınlara düşen görev; Allah katındaki kıymetin bilincinde bir hayatla kendini korumaya çalışmak, kendilerini savunduklarını düşündükleri bu tür dış destekli grupların çekim alanına dâhil olmadan, kadın-erkek fıtratının ayrımını ve gerekliliklerini aile içerisinde, eğitim metodu şeklinde bir yaşam biçimi oluşturma çabası göstererek bireyi yetiştirme gayreti göstermelidir. Her iki cinsin birbirlerinin fıtratına müdahale çerçevesinde bir takım zorlama sorun teşkil edecek, ailenin ve toplumun ahlâkî düzenini bozacak biçimde gerçekleştirilen eylemler ve sergilenen davranışlar, tam da bu tür örgütlerin istediği sonuçları doğuracaktır. Hem ahlâksız yaşayayım, hem huzurlu kalayım felsefesi fıtrata ters bir anlayışsızlık içerdiğinden ya seve seve ahlâk ölçülerini koyacak ya da sürüne sürüne rezil olmaya mahkum olacağız demektir.
Peki sorun neydi?
Sorun iktidardı. Sorun dinî hassasiyetlerle donatılmış bir toplum yapısına olan isyandı.
…Ve iktidara olan bu nefreti her kadın cinayeti ve taciz olaylarından sonra görmeye devam edeceğiz. Kadın üzerinden ilerleyen bu iktidar devirme çabaları, öldürülen ya da tacize uğrayan her vakada iç çamaşırsızlık özgürlüğü isteyen bu örgütün yaşanan bu acı olaylar karşısında kargaşa devşirme ve istedikleri topluma kavuşma arzusu yolunda bir umut, bir kurban ve ekmeğe sürülen yağ olmaktan başka bir anlamı yoktur.
…Ve gelelim iktidara. Bu hususta iktidarsız olan bakanlar ve çıkarılan kanunlar sayesinde bir kısım erkeklerin içinde bulunduğu buhranın ve haksızlığın, bir kısım kötü niyetli kadınların ellerinde bulunan hakların toplumu sürüklediği çıkmaza doğru yol alıyor oluşumuzun faturası Eminelerden çıkarken; bir yandan külot davası güden örgütler, bir yandan her türlü medyanın pompaladığı ve asla toplumsal huzura kavuşturmayacak tuhaflıklar, bir yandan eğlence ya da sanat adı altında ekranlarda boy gösteren seviyesizlikler olduğu müddetçe, vasat bir huzur dalgası bile toplumu kuşatmayacaktır. Fıtrata uygun olmayan her türlü yayınlar ahlâkı bozacak ve bu kısırdöngünün içerisinde daha nice cinayetler, tacizlerle asla huzurlu bir toplum inşa edemeyeceksiniz. Bu da insanın fıtratını inşa eden bir varlığın huzur reçetesi olarak sunduğu kitaptan ne kadar kopuş gösterdiğimizi bizlere ifade ediyor. Bulunduğumuz kıvama bakarak kitaba olan mesafemizi ölçer ve aynı zamanda toplumsal huzura kavuşmakla olan mesafemizi hesap etmeye kalkarsak? Yok, altından kalkamayız.
Yükünüz hafif, hesabınız kolay olsun efendim.