Empati duygu durumu pozitif ve insana en yakışır zirve anlayış çağrışımı yapsa da, Müslüman kimliği ile kendisini tanımlayan bizlerin, bu hususta empatinin nasıl olması ve yaşanması gerektiğini en net ve temiz haliyle anlatan Kuran perspektifinden baktığımızda, sınıfta kaldığımızı rahatlıkla görebiliriz. Bizdeki empati duygusunun ahlaki ölçütleri, kutsal kitabın ve hadislerin anlattığı çizgiye ve kıvama henüz erişmemiş, acımaktan öteye gidememiştir. Merhamet duygusunu fazlasıyla içeren empati anlayışı, karşımızdakinin halini en derinden hissetme ile başlayan ve bu hisle harekete geçip karşımızdakine; ‘Seni anlıyor ve sana tüm iyi niyetimle maddî-manevî karşılık veriyorum’ hissiyatına uygun biçimde hareket edip nihayete erdirdiğimiz zaman, merhamet denilen kutsal duygu tamamlanacak, empati o vakit empati olacaktır.

İslam inancı tüm dinlerin üzerinde ve ona mensup olan Müslüman, bu inanca sahip olmayan biri ile aynı duygu çizelgesi seviyesinde bir başkasının sıkıntısını ‘empati’ çerçevesinde ele aldığında, hiç bir canlıya kendi inancının perspektifinden bakamayacak, herkesle aynı acıyı hissedip ve belki de empatinin doğasını acımak zannedip, ağlak bir vicdandan öteye gidemeyecektir. Eksik ve kusurlu şekilde icra ettiğimiz empatik tepkiler ve empati sandığımız ahlâkî ilkeler, toplumun ve dahası Müslüman’ın fark edemediği şu anki en büyük sancısıdır. Vicdanı ağlıyor ve ağrıyor fakat farkında olmadığı bu acı ve ağrı, empatinin merhamet ile birlikte ayrılmaz bir bütün olduğunu bilmemekten ileri geliyor. İçerisinde merhamet barındırmayan her türlü ‘acımak’ hissiyatı merhamet ile karıştırıldığında, tembel bir empati anlayışı ile kendini gösteriyor… Ki bu da toplumda empatiyi yok ettiği gibi, harekete geçirmeyen her türlü vicdanî acının merhamet ile karıştırılmasına sebep oluyor. Unutmamalıdır ki; harekete geçirmeyen her türlü sızı, acı, ağrı, sizi iyi bir insan yapmayacaktır. İyi insan olmanın empati ile doğrudan ve yoğun ilişkisi olduğunu anlatan ayetler kitapta genişçe bir yer kapladığı gibi, toplumsal hayatın içerisinde de kurulacak sağlam bağların temelinde en çok, harekete geçmiş empati duygusu yatmaktadır.

Müslüman camianın şu an içinde bulunduğu sıkıntının genel kaynağı budur. Kusurlu empatik acılar çekiyoruz sadece ve bu durum bizi eylemsizliğe iterek, zulüm altında inleyen din kardeşinin acısına da ortak etmeyip, harekete geçirmiyor. Bu açıdan bakıldığında da hareketsiz empatinin salt yeterli olmadığını, üstelik kişiyi zamanla duyarsızlaştırdığını, İslam inancı çerçevesinden ele alındığında eksik ve kusurlu bir anlayışa sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Kendimiz için istediğimizi, bir başkası adına da isteyebilmek, kendimize yapılmasını istemediğimiz bir davranışı başkasına yapmamak, kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak duygularımızı bu çerçeveden şekillendirmek; bunlar empatinin getirdiği çeşitli vicdanî bilinç hareketleri olsa da, eyleme dökülmemiş her türlü düşünüşün adına empati demek yanlış olacaktır. Bu olsa olsa, karşısındakini anlamak için kendisini merkeze alan bencil bir vicdanın tezahürüdür. Evet, empatinin doğasında kendini karşındakinin yerine koymak varsa da, aradaki ince; harekete geçme, eyleme dökme çizgisi ile de bencillikten kendisini ayırır. Eyleme dökülmemiş her düşünüş; “seni anlıyorum fakat harekete geçmek istemiyorum, sadece üzgünüm” kısmı ile de bu tutumun empati olmadığını, sahtekâr, ağlak bir vicdandan öteye gidemeyeceğini ifade eder. Aktif hâle getirilmemiş her türlü ahlâkî duygunun adı asla empati olmayacaktır.

Bir de meselenin sempatik kısmı var ki; bu daha çok yandaş duyguları ve İslâm’ın emrettiği kardeş olma çağrısını yaşamın her alanında Müslüman’a vurgulayan, din kardeşinin çektiği sıkıntıların aynısını yaşayıp bu acıyla yoğrulan, derdini derdi bilip tüm imkânlarını seferber ederek hayatını din kardeşinin rahatlığı merkezinden inşa eden bireyler olmamızı öğütlüyor, kendini karşındakinin yerine koyarak hareket etme bilincinin daha üst seviyesinde bir anlayışla, sempatik duygularla yaşamamız gerektiğini, toplumu ve İslâmî yaşayışı bu sempatik bakış açısıyla dizayn etmemizi bizden istiyor. Başarının ve manevî bereketin böyle bir hareketle elde edileceğini, sempatik kaygının olmadığı bir toplumda, Müslüman'ın da var olamayacağını, bize yaşadığımız, başımıza kendi elimizle açtığımız felâketlerle haykırıyor. Sempatik acılar çekmesi gereken ve gerekeni sempatik acılar çektiğinde yerine getirebilen bir inancın mensubu olan Müslüman; karşısındakini anlamak için kendisini hesaba katarak ancak anlayabileceği bir bilinçle değil, ne olursa olsun o durumu insana reva görmemesi ile ilgili daha üst seviye bir değer bilinciyle ilişki kuran bireyler olmamızı öğütleyen bir dinin mensubudur aynı zamanda. Empati ve sempatinin birbirinden ayrı fakat birbirini bütünü ile kapsayan duygular olması ve Kuran’ın bu iki duygu çerçevesinden toplumsal hayatı inşa etmeyi huzur reçetesi olarak sunması, hâlâ keşfedilmeyi bekleyen ana kriterlerdir. Farkında değiliz, çok az okuyoruz, hiç yaşamıyoruz. Farketmek ve yaşayabilmek ümidiyle efendim.

Saygılar…