Geçen haftadan devam İznik’ten Eskişehir’e Uzanan “Haç-Yolu” ve Üstlendiği Tarihî Misyon: Değerli okuyucum! Anadolu Selçuklu hükümdarı Uluğ Bey Alaaddin Keykubat’ın 1232 yılının ilk baharında Eskişehir coğrafyasına gele-rek Karakeçili Aşireti’nin reisi Ertuğrul Bey’i sınamak amacıyla Bizans-Selçuklu sınırında başlattığı teftiş harekâtı sırasında Ertuğrul Bey ’in, Bizans sınır birliği olarak görev üstlenmiş olan Aktav Tatarları’na karşı kazanmış olduğu Ermeni Derbendi Savaşı’ndan sonra hatırlanacağı üzere; Uluğ Bey Alâaddin Keykubat tarafından Ertuğrul Bey’e “Gazilik” ünvâ-nı verilmiştir. Ardından da Ertuğrul Gazi ve arkadaşları aynı yıl içinde Eskişehir-Karacahisar’ı, Söğüt’ü, Domaniç ve Ce- bel-i Ermeniyye’yi bir diğer ifadeyle, Ahî Dağı coğrafyasını fetih eylemiştir. Yine hatırlanacağı üzere; Anadolu Selçuklu hükümdarı Uluğ Bey Alâaddin Keykubat (1220-1237), Ertuğrul Gazi ve arkadaşları tarafından fetih edilen Eskişehir Karacahisarı, yaptığı stratejik değerlendirme sonunda, eski yöneticisi olan Bizans tekfurunu iâde etmiş ise de fetih edilen diğer yerleri de Ertuğrul Gazi ve Karakeçili Aşireti’ne ikinci bir yurt olarak tahsis etmiştir. Karakeçili Aşireti ve onlara bağlı diğer oğuz oymakları yavaş yavaş, göçebelikten uzaklaşarak yerleşik dü- zene geçmeye başlamışlardır. Bu arada Moğol baskısından dolayı Horasan’ dan , Azerbeycan’ dan ve Doğu Anadolu’ dan batıya göç eden oğuz boy ve aşiretlerine mensup oymaklar, “Uç” tabir edilen Bizans sınır boylarına kitleler halin-de gelip yerleşmeye başlamıştır. Bunların arasında malları ellerinden alınmış ve zulme uğramış halk kesiminden kişiler olduğu gibi ulemâ ve ümerâ sınıfına dahil kişiler de bulunmakta idi. Sakarya Nehri’nin en büyük kollarından olan Porsuk Çayı ile Kütahya Çayı’nın birleştiği noktada yer alan “İt Burnu” mevkiinde tekke ve zavi-ye kuran Şeyh Edebâlî de bunlardan biridir. Daha sonraki sohbetlerimde açıklayacağım üzere; Şeyh Edebâlî’nin, hem Ertuğrul Gazi’nin ve hem de oğlu Osman Bey’in üzerinde de-rin etkisi olmuştur. Bu sebepten, Ertuğrul Gazi, ölümünden önce oğlu Osman Bey’e, Şeyh Edebâlî ve damadı Dursun Fakîh ile ilgili olarak: “Onlar, bizim boyu’muzun ışığıdır” diyecek ve oğlu Osman Bey’e şu vasıyette bulunacaktır: “Bak oğul! Beni kır; Şeyh Edebâlî’ yi kırma... O’nun terazisi, Dirhem şaşmaz.. Bana karşı gel , O’na karşı gelme… Bana karşı gelirsen üzülür incinirim; O’na karşı gelirsen gözlerim , sana bakmaz olur; baksa da görmez olur. Sözüm, Edebâlî için değil senceğiz içindir. Bu dediklerimi vasıyet say!” Söğüt ve Bilecik coğrafyasının üstlendiği bu tarihî misyo-nun özelliğine gelince: İznik’ten Eskişehir-Seyidgazi ilçesi’ne kadar uzayan bu coğrafî bölgede yer alan Söğüd ve Bilecik coğrafyaları, İslam tarihî açısından son derece önemlidir. Tarihsel bazda konunun açılımı yapıldığında: A) “İznik=Nikya”: İznik şehrinin, milattan önce (297-74) yılları arasında Anadolu coğrafyasında kurulan ilk devletin, yani: Bitinya’nın başkenti olduğuna şahit olmaktayız. Roma ve Bizans döneminde de imparator Kostantin’in himayesinde ve 325 yılında ilk ruhânî konsil de İznik’ te toplanmıştır. Diğer yandan Türkle-ri, Anadolu’dan söküp atmayı hedef alan ve 1096 yılında başlatılan ilk Haçlı seferi de İznik’in işgali ile başlatılmıştır. Dör- düncü Haçlı Seferi esnasında Katolik Mezhebine mensup Hristiyanlarca İstanbul, işgal edilince 1204-1261 yılları arasında 57 sene boyunca İznik, Ortodoks Hıristiyanlar tarafından Bizans’ın başkenti olarak kullanılmıştır. Tarihî kaynaklar- da sekiz yüz bin kişiden oluştuğu kaydedilen ilk Haçlı ordusunu Anadolu Selçuklu hükümdarı Birinci Kılıçaslan tarafından bu coğrafyada karşılamıştır. B) “Eskişehir =Dorilion”: Anadolu Selçuklu hükümdârı Uluğ Bey Alâaddin Keykubat (1220i1237) tarafından 1232 yılında Bizans-Selçuklu sınırını teftiş amacıyla yapılan askerî harekât sırasında Eskişe- hir coğrafyasına geldiğinde; çadır ve otağını kurdurarak “uç-beylerini”, kabul ettiği “Dorilion” yöresi, Osmanlı tarihçilerince daha sonraki yıllarda “Sultan Önü” diye anılmıştır. “İznik=Nikya) ile “Dorilion= Sultanönü=Eskişehir” arasında yer alan bu güzergâhta ise “Bilecik = Blekoma”, “Sö-ğüt=Soğudiya” “Seyidgazi=Ammûre” ve “Eskişehir=Ka- racahisar” gibi tarihsel boyuta sahip önemli yerleşim alanla-rı bulunmaktadır. Söz gelimi: C) “Susturulan çan” anlamına gelen “Blekoma” ismi, bize korkunç Haçlı seferlerini hatırlatırken “Soğudiya” adı da bizlere hem Kırım coğrafyasında kurulan bir yerleşim alanını ve hem de Orta Asya’da yaşayan bir Türk oymağının kullandığı eski bir alfabeyi hatırlatmaktadır. “Ammure” adı ise İstanbul fethini hedef alan ve karadan yapılan askerî harekât sırasında Müslüman Arapların, Bizans hududunda ulaş tıkları en uç noktada tesis eyledikleri ordugâh-kasabasını hatırlatmaktadır ki Ertuğrul Gazi, işte böyle tarihsel niteliğe sahip bir coğrafya üzerinde Karakeçili Aşireti’ni konuçlandırmıştır. O, bu coğrafya üzerinde kışlak olarak Sögüd’ü kullanırken yazlık olarak da Domaniç yaylarını kullanmıştır . D) “Domaniç” sözcüğünün, Bizans devrinde “İnegöl” coğrafyasına isim olarak verilmiş olan “Antiktoma” ismi ile çok yakından bağlantılı olduğu gerçeği, yaptığım ilk sohbette sizler ile paylaşılmıştır. Unutulmamalıdır ki Kurtuluş Sava-şı’nda, bir ölüm-kalım mücadelesinin yapıldığı o korkunç muharebede Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafının: “Hattı, müdâfaa yok! Sathı müdâfaa vardır. O satıh da bütün bir vatandır” diyerek uygulamaya koyduğu ve dünya harp tarihine armağan ettiği o müthiş savaş prensibi -asla- unutulmamalıdır. Domaniç Fâtihi Ertuğrul Gazi ve Annesi Hayme-Ana: Daha önce ifade edildiği üzere, 1232 yılının ilk baharında Söğüt ile birlikte Domaniç yaylası ve de Cebel-i Ermeniye yöresi, Ertuğrul Gazi tarafından fetih edilmiştir. Böylece bu yöreler, Selçuk hükümdarı Alâadin Keeykubat’ın (1220-1237) nüfuzu altına girmiştir. Hatırlanacağı üzere; İnegöl’ün fethi ise Domaniç’in fethinden 57 sene sonra; 1299 yılında Osman Gazi devrinde gerçekleşmiştir. Karakeçili Aşireti, yarı göçebe bir hayatı tercih ettiği için, her yıl ilk baharda Sögüd’ten Domaniç yaylasına intikal etmiş; bu na karşın son baharda da Domaniç yaylasından Sögüd’e intikal eylemiştir. Yapılan bu intikaller sırasında İnegöl tekfuru Nikola tarafından yapılacak saldırılara karşı da Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş, gerek-li emniyet ve güvenlik tedbirlerini almıştır. Karakeçili Aşireti’ne bağlı oğuz oymakları, Ertuğrul Gazi’ nin vefat ettiği 1281 yılına değin yarı göçebe hayatı yaşama-yı sürdürmüşlerdir. Ertuğrul Gazi’nin validesi Hayme Hatun, Domaniç Yaylası’nda ve günümüz ölçüleri içinde yapılacak bir tanıma göre; Çarşamba Köyünde Hakka yürümüştür. Oğ-lu Saru Batu, bir diğer ifade ile Savcı Beyde Karacahisar tekfurunun oğlu Fileretos’un komuta ettiği bir silahlı birlik ile çatışmaya girmiş o da Domaniç Derbendi’nde “İkizçe = İki sular” adı verilen yerde şehit düşmüştür. Tarihî realite böyle olduğuna göre, Domaniç, Ertuğrul Gazi’nin hem validesi Hayme-Ana’yı ve hem de büyük oğlu Savcı Bey’i, bağrında saklayan bir coğrafyadır. Hayme-Ana Adına Domaniç’ te Ertuğrul Gazi Adına Söğüt’ de Yapılan Tesisler: Hayme- Ana Türbe Külliyyesi: Hayme-Ana, Gündüz Alp’in, bir diğer ifadeyle, Süleyman Şah’ın eşidir. Ertuğrul Gazi’nin validesi ve Osman Gazi’nin de ninesidir. Hatırlanacağı üzere; “Hayme” sözcüğü, Arapça’dır ve “çadır” anlamına gelmektedir. Bu nedenle “Hayme-Ana”, çadır anası anlamına gelmektedir. Hayme-Ana, bir yayla dönüşünde vefat eylemiş; vasıyeti üzerine şu anda türbesinin bulunduğu Domaniç ilçesi’ne bağlı Çarşamba Köyü’nde defnedilmiştir. Ardından da Hayme-Ana’nın mezarı, Karakeçili Aşiretine bağlı oymaklar tarafından asırlardır ziya-retgâh olarak kullanıla gelmiştir. Osmanlı padişahlarından Sultan II. Abdülhamid (1876-1908) devrinde ve 1886 yılında Hayme- Hatun türbe külliyesi inşa edilmiştir. Hayme-Ana Türbesi, “Devlet-Ana Türbesi” diye de anılmıştır. Çünkü Osmanlı’larda devlet adına ilk defa bu türbe inşa edilmiştir. Türbe ve külliyenin kısaca tasviri, şöyledir: Hayme-Ana Türbe Külliyesi, Sultan II. Abdülhamit devrin deki mîmârî üslûbu aksettirecek tarzda inşa edilmiştir. Türbe-nin ana gövdesi, “sekizgen” bir plana oturtulmuştur. Yüksekçe bir subatmanı türbe zeminini oluşturmaktadır. Zemini- nin tam ortasında sanduka yer almakta ve zemin, halı ile kaplanmıştır. Türbe giriş kapısının önünde yer alan genişçe bir mermer sahanlık üzerinde mermer sütunlara dayalı kemerler üzerine bir yağmurluk inşa edilmiştir. Türbe’nin bulunduğu geniş alan, yüksekçe bir ihata duvarı ile çevrilmiştir. Türbeden bağımsız olarak bu ihata duvarının içinde bir de misafirhane binası inşa edilmiştir. Türbe ve çevresinin bakımı, “Domaniç Hayme Ana Türbesi Güzelleştirme ve Yaşatma Derneği”nce üstlenilmiştir. 2000 yılında ve 4 Ağustos Cumartesi günü yaptığım ince- leme sırasında Hayme- Ana Türbesini, temiz ve de bakımlı olarak buldum. Osmanlı’nın kuruluşunun 700’ncü yıl dönemi dolayısıyla Dmoniçli Sarraf Mustafa İkiz tarafından sözü edilen dernek adına bastırılan “karton tanıtım levhası”nda “Hayme-Ana” adına yapılan şenliklere ilişkin bir kısım görsel resimlerin yanı sıra bir de Ahmet Urfalı tarafından kaleme alınmış uzun bir manzume yer almıştır. Ertuğrul Gazi adına yapılan tesislere gelince; Osmanlılar devrinde Ertuğrul Gazi adına Sögüt’te bir türbe ve bir cami inşa ettirilirken cumhuriyet devrinde de Ertuğrul Gazi adına Sögüt’de bir görkemli anıt ve bir de kültür merkezi inşa ettirilmiştir. Bizans-Selçuklu Sınırında Görevli Arkitesler ve Uç Beyleri: Anadolu’da Bizans-Selçuklu sınırı, kesin hatlar ile belir-lenmiş bir sınır değildir. Çünkü oğuz boylarına mensup bir çok aşiret ve oymak, kırsal kültüre sahip oldukları için onlar, ağırlıklı olarak kırsal alanlara yerleşmişlerdir. Hiç şüphesiz kırsal hayatı tercih etmelerinin en önemli sebebi sahip oldukları hayvanların ihtiyacı olan su ve ota daha kolay ulaşmış olmalarıdır. Bu nedenle mevsimsel şartlara göre dağlar, yaylalar ve de mezrealar, yerleşik düzene geçmeyen oğuz boyları için tabiî bir mesken olmuştur. 1242 yılında vukû bulan “Bâbî-isyanı”ndan sonra bu geleneği benimsemiş olan oğuz boylarına bağlı aşiret ve oymaklar, batıya -bir diğer ifadeyle- Bizans sınırına doğru göç etmişler veya merkezi yönetim tarafından sürgün edilmişlerdir. Yerli Rumların, şehir ve kasabalarda yerleşik düzen içinde yaşamayı tercih etmesine karşın oğuz boylarına mensup aşiret ve oymaklar, kırsal alanlarda yaşamayı tercih etmişlerdir. Bir taraftan Moğolların baskısı, diğer taraftan sel- çuklu hükümdarlarının geniş ölçüde otoritelerini yitirmiş olmaları, “uç” tabir edilen Bizans sınırında yerleşmiş olan Türkler arasında öteden beri sürdürüle gelen feodal yapıyı, daha da güçlendirmiş ve ortaya bir çok beylikler çıkmıştır. Söz gelimi: Çukur Ova ve Toroslarda hakimiyet tesis eden Karaman oğlu beyliği -Antalya ve Teke yöresinde hakimiyet tesis eden Teke ve Hamit oğulları beyliği- Kütahya ve çevresinde haki- miyet tesis eden Germiyan oğlu beyliği -Manisa ve çevresin-de hakimiyet tesis eden Saruhan oğlu beyliği- Balıkesir ve çevresinde hakimiyet tesis eden Karasi oğlu beyliği - Aydın ve Muğla çevresinde hakimiyet tesis eden Menteşe oğlu beyliği - Bolu ve Kastamonu çevresinde hakimiyet tesis eden Çoban oğlu beyliği yer almıştır. Ayrıca; Amasya merkezli Eretna ve Sivas merkezli Kadı Burhaneddin beyliklerinin yanı sıra Kırşehir ve Ankara çevresinde de yarı bağımsız yaşayan Ahîler ortaya çıkmıştır. Değerli okuyucum! Söğüt ve Domaniç coğrafyasını mesken tutan Ertuğrul Gazi’nin Hakk’a yürüdüğü 1281 yıllarında Bizans-Selçuklu sınırında oluşan sosyal yapı kaba hatlarıyla işte böyledir. Alman müsteşriklerinden Pol Vaytek tarafından kaleme alınan ve Orhan Şahik Gökyay tarafından Türkçe’ye çevrilen “Menteşe Tarihi” isimli kaynak eserde görüldüğü üzere; Bizans imparatorluğu, Anadolu’da yer alan Selçuklu-Bizans sınırını “arkites-planı” çerçevesinde oluşturduğu silahlı ve ücretli köylüler tarafından koruma altına almıştır. Arkitesler, aslında Hıristiyanlaştırılmış Avar veya Tatar kökenli göçerlerdir. Tıpkı “uç”larda yaşayan oğuz boylarına mensup aşiret ve oymaklar gibi onlar da kırsal hayatı tercih etmişlerdir. Kullandıkları mera ve mezrealar nedeniyle sık sık aralarında çatışmalar çıkmış olsa da Arkitesler ile “uç”lar da yaşayan Türkler arasında zaman zaman samîmî diyaloğlarda yaşanmıştır. İlgili bölümde görüleceği üzere; Osman Bey’in diyaloğ içinde bulunduğu Harman Kaya tekfuru Mişel=Mihal Gazi ile Anastas Efendi = İmad Bey, bunun en tipik canlı birer örneğidir. Anadolu’nun Fethinde Ön Safta yer Alanlar: Değerli okuyucularım! Buraya kadar yaptığım sohbetler-de yaşanmış olan tarihî süreçlerde İnegöl coğrafyasının hem fizikî ve hem de beşerî durumunu aydınlatan gerçek bilgileri sizler ile paylaşmaya ve de bunları kısaca değerlendirmeye çalıştım. Açıkça görüldüğü üzere; İnegöl coğrafyası ve de tarihi, Anadolu coğrafyası ve de tarihi ile iç içe geçmiş bulunmaktadır. Altını çizerek bir daha ifade edeyim ki Anadolu coğ- rafyasına ilk kitlesel yerleşim, (M.Ö.) on birinci asırdan itibaren “Ege-Göçleri” ile batıdan başlamış; Lidya-Likya- Mizya- Nikya ve Bitinya gibi isimler alarak; Kapadokya ve Antakya istikametinde bu yerleşim uzamış ve böylece; tüm Anadolu’ yu kaplamıştır. Diğer taraftan (M.S.) on birinci asırdan itibaren bu defa oğuz boylarına mensup Türk kökenli aşiret ve oymakları tara-fından Anadolu, fetih edilmeye ve de 1071 Malazgirt Zaferinden sonra kitlesel göçler yapılarak tüm Anadolu , Tüklerin yerleşimine açılmıştır. İlk Türk devleti olarak da 1074 yılında Anadolu’da Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından İznik merkezli “Anadolu Selçuklu Devleti” kurulmuştur. İlk Osmanlı tarihçileri arasında yer alan Âşık Paşa Zâde, “Tevârih-i Âl-i Osman” adını verdiği kıymetli eserinde Anadolu’nun Türkleşmesini ve de İslamlaşmasını sağlayan kişileri: Gaziyân-ı Rûm; Abdâlân-ı Rûm; Ahîyân-ı Rûm ve Bâciyân-ı Rûm diye dört guruba ayırmıştır. Ertuğrul Gazi ve silah arkadaşlarını “Gâziyân-ı Rûm” olarak nitelerken Hayme Ana, Halime Hatun-Gökçe Bacı gibi hatunları da “Bâciyân-ı Rûm” olarak nitelemiştir. Diğer yandan Kumral Baba, Geyikli Baba, Abdâl Murad, Abdâl Musa ve Doğlu Baba gibi alperenleri , “Abdâlân-ı Rûm” olarak nitelerken Ahî Evrân ve Şeyh Edebâlî gibi alperenleri de “ Ahîyân-ı Rûm” olarak nitelemiştir. Osmanlı’nın kuruluşunu sağlayan Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi, coğrafyadan vatana geçerken Şeyh Edebâli ile oğlu Şeyh Mahmud ve damadı Dursun Fakîh’ten en geniş ölçüde yararlanmıştır. Ertuğrul Gazi’ den Osman Gazi’ye Geçiş: 1281 yılında Ertuğrul Gazi vefat edince 1279 yılından bu yana kendisine vekâlet eden küçük oğlu Osman Bey, asaleten Karakeçili Aşiret’nin reisliğini üstlenmiştir. Amcası Dündar Bey’in dışında Osman Bey’in aşiret reisliğine itiraz eden olmamıştır. Başta ağabeysi Savcı Bey ve Gündüz Alp olmak üzere; babası Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarının tamamı, Osman Bey’in Karakeçili Aşiretine reis olmasını onaylamışlardır. Ancak yukarıda işaret olunduğu üzere; yaşlı amcası Dündar Bey , buna karşı çıktığından Lefke-Bilecik yolu üzerinde vuku bulan bir çatışma sonunda Dündar Bey, etkisiz hale getirilmiştir. Osman Bey, babası Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarından hiç birini devre dışı bırakmamış; onların her birini, danışman olara değerlendirmiştir Bununla birlikte başta kuzen- leri; Aydoğdu, Baykoca ve Aktimur olmak üzere; Balaban Çavuş, Kara Mürsel, Tâz Ali ve Emîr Ali gibi... gençlerden meydana gelen kendi kadrosunu da ayrıca oluşturmuştur . Osman Bey’in Karakeçili Aşiret’nin reisliğine. asâleten, geçtiği 1281 yılında Anadolu Selçuklu coğrafyasındaki genel siyâsî durum şöyledir: 1283 yılında Moğollar, 1264 yılından bu yana gölge Selçuklu hükümdârı olarak görev yapan Üçüncü Gıyasettin Keyhusrevi, öldürmüşler ve yerine İkinci Gıyasettin Mes’ud’u (1283-1298) getirmişlerdir. Bu tarihten itibâren de Moğollar, yönetime doğrudan doğruya el koymuşlar; hem halktan ve hem de “uç” beylerinden aldıkları vergileri de arttırmışlardır. Bu nedenle Osman Bey de diğer “uç” beyleri gibi hem Moğollara ve hem de merkezi Selçûkî idaresine verği ödemeye devam etmiştir. Bu arada Moğollar, İkinci Sultan Mes’ûd’u, vergi toplama yönünden yeterli görmediklerinden, 1298 yılında onu da-geçici olarak tahtan indirerek yerine Sultan Üçüncü Alâaddin Keykubat’ı, (1298-1302) geçici Selçuklu tahtına geçirmişlerdir. İşte böyle bir siyâsî ortamda başta Karaman Oğulları olmak üzere; diğer “uç” beyleri, merkezî yönetimin başında bir gölge hükümdar olarak bulunan Selçuklu hükümdarından-fiilen- kopmuşlardır. Hatta Karaman Oğlu Mehmet Bey ile Çoban Oğlu Yavlak Aslan Bey , Selçuklu hakimiyetine son vermek için Sultan Üçüncü Gıyasettin Keyhusrev’e (1264-1283) karşı fiilî bir mücadeleye bile girişmişlerdir. Karakeçili Aşireti’nin genç reisi Osman Bey ise yakın çevresinde gelişen bu siyâsî ve sosyal olayları sessiz-sedasız değerlendirmiş ve 1290-91 yılında Karaca Hisar’ı fetih edinceye kadar merkezi Selçuklu yönetimine karşı her hangi bir siyasî tavır göstermemiştir. Şu kadar var ki Eskişehir- Karaca Hisarı, 1290-91 yıllarında fetih ettikten sonra aşağıda açıklanacağı üzere; hutbeyi Selçuk sultanı adına değil ken- di adına okutmuş ve böylece yeni bir strateji geliştirmeye başlamıştır. Osman Bey’in Geliştirdiği Yeni Stratejide Belirlenen Ana Hedef İznik : Önceki bölümlerde belirtildiği şekilde Ertuğrul Gazi, Uluğ Bey Alâaddin Kyekubat’ın (1220-1237) ölümünden sonra kendisinin vefat eylediği 1281 yılına kadar geçen 44 yıl süre- since daha önceki yıllarda çevresine karşı uyğuladığı aktif ve baskın karekterli yönetim tarzından uzaklaşmış; reisi olduğu aşiretin, kültürel ve sosyal yapısını güçlendirmeye ağırlık vermiştir. Bu arada yapılan bütün tahriklere rağmen çevresindeki Bizans tekfurları ile çatışmaya asla girmemiştir . Osman Bey ise belirlediği yeni strateji ile 144 sene önce 1074 yılında Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın fetih ederek Anadolu Selçuklu Devletine başkent yaptığı , İznik şehrini ana hedef olarak belirlemiştir. Bu amaca ulaşa bilmek için de öncelikle yıllardır Karakeçili Aşireti için devamlı problem çıkartan Karaca Hisar ve İnegöl tekfurlarının etkisiz hale getirilmesini gerekli gör-müştür. Ermeni-Beli Baskını Ve Baykoca’nın Şehâdeti Osman Bey yeni kadrosunu oluşturduktan sonra ilk iş olarak İnegöl Ovası’nın kuzeyinde yer alan ve o yıllarda “Cebel-i Ermeniyye” adı ile anılan Ahî Dağı coğrafyasında 1284 yılında bir teftiş gezisine çıkmıştır. Osman Bey tarafın dan yapılacak bu teftiş gezisini haber alan İnegöl tekfuru Nikola da Osmanlı kaynaklarında “Ermeni-Beli” diye isimlendirilen günümüzdeki Hamzabey Boğazı’ndaki Delikli Kaya civarında ona bir pusu Kurmuştur. Kurulan pusudan kurtulmak için söz konusu yörede yapılan ilk çatışma sırasında Osman Bey, kuzeni ve ağabeysi Savcı Bey’in oğlu Baykoca’yı şehit vermiştir. Bu nedenle Günümüzde Hamzabey Köyü’nde Mehmet Bey Camii ön bahçesinde hâtıra mezarı bulunan Baykoca, Osmanlı’nın ilk şehidi olarak kabullenilmiştir. Hamza Beyin torunlarından olan Mercidabık (1516) şehidi Mehmet Bey, Baykoca’nın hâtırasını yâd eylemek üzere; buraya bir mescit inşa ettirmiştir. Konu, tarihî süreç içinde değerlendirildiği takdirde 1284 yılında vuku bulan Ermen-i Beli baskını ve Baykoca’nın şehadeti İnegöl’ün fethine giden yolda atılan ilk adım olmuştur. Vuku bulan “Ermen-i Beli” baskınından ve de Baykoca’nın şehâdetinden sonra Samsa Çavuş, Osman Bey’e, İnegöl tekfuru Nikola’nın haddini bildirmek ve etkisiz hale getirmek için kendisine, Bakacak Tepesi yakınında yer alan Ka-ra Tekin Kalesi’nin tahsis edilmesin talep etmiş ise de Os- man Bey, belirlediği strateji gereği, Samsa Çavuş tarafından yapılan bu teklifi kabullenmemiştir. Ancak daha sonraki yıllarda Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş’i İznik coğrafyasını çevreden yakînen kontrol altına almak amacıyla Mudurnu ve Göynük yöresinde görevlendirecektir. Zira Samsa Çavuş, güçlü bir aşliret reisi olduğu gibi aynı zamanda çok iyi Rumca da konuşmakta idi.