Cumhurbaşkanlığı İstanbul Yeditepe konserlerini dinliyorum, gözlerim kapalı... Bir de bakıyorum ki biz neredeyiz?

80ler'in sonu ve özellikle 90lar boyunca yeşil pop ile yüreği harmanlanmış biriyim. Ömer Karaoğlu, Grup Yürüyüş, Aykut Kuşkaya ve adını sayamadığım daha nice güzel ve bağrı yanık İslâm davasının sesleri ile yol aldım bu zaman dilimi süresince. Hâlâ da zevkle dinlemekteyim. En son kasetçalarda kalmış biri olarak, yeşil pop camiasının çoğu kasedi elimde mevcut. O zamanlar büyük bir aşkla dinlediğimiz bu güzel sesler, tam da şu anda karşılık bulması gereken ilgiye muhtaçken, iktidar da tam da aynı aşkın yolcusu iken, Yeditepe konserlerinin madam ve monşerlerine ayrılan sahneye anlam veremiyorum. Şimdi birileri de çıkıp; "...ama Erdoğan'a zor zamanda destek verdi bu sahnedekiler" derse, işte o zaman neyi unuttuğunuzu hatırlayın derim.

Ses ve müzik imkânlarını davanın adını yüceltmek için kullanan, sesini sistemin istediği doğrultuda kullansaydı eğer kim bilir belki şu an cebinin ve kasasının ne kadar dolmuş olabileceğini umursamayarak karşılığını Allah'tan bekleyen, ağzından hayırdan başka bir söz dökülmeyip her tınısında da insana kim olması, ne olması gerektiğini haykıran bu güzel yürekler değil Erdoğan'a destek, davayı omuzlamışlarken, bize ne Sibel'in detone sesinden, Ajda'nın çakma Fransız hâllerinden. Davayı dert edinmiş kardeşim dururken, ben ne diye dert edeyim Alişan'ın trilyonluk evinin çerez parasını. Meclisteki teröristlere, güzel niyetli kardeşlerimin vergisinden verilen maaşlara lânet ettiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de Ajda'nın röfle parasını mı cebimizden ödeyeceğiz? Hayır, bu defa olmadı.

Yıllardır sanatçı adı altında bu milletin değerlerine ters insanları ekranlarda servis eden televole kültüründen kurtulduk diye sevinirken, bu hiç ama hiç olmadı. Davanın zahmetini benim kardeşim 28 Şubat'ta, 15 Temmuz'da çekerken, Yeditepe konserlerindeki bu sözde san-atçılar; Erdoğan hapse gireceği zaman yanında bulunan Ahmet Kaya'yı yine bir başka ödül töreninde yuhalamakla meşguldüler. Ulan hepiniz oradaydınız be! Şimdi de buradasınız. Hem de desteği kendisine en zor zamanında veren adamı küstürüp ülkesini terk etmek zorunda bıraktığınız, üzüntüden kahredip ölmesine sebep olduğunuz vicdanınızla. Erdoğan'a hangi desteği vermiş bunlar? Aklı olan zaten inkâr etmez tüm hizmetleri. Destek bunu itiraf etmekle olduysa eğer;  benim dava arkadaşım Erdoğan olsun olmasın her zaman sahadaydı. Sesi ve müziği davayı haykırıyordu Erdoğan yokken bile. Bizim derdimiz Erdoğan değil ki bir defa. O san-atçı kısmını biraz şeriat söylemiyle haşir neşir edin bakalım, kaç kişi sizi destekleyecek? Şunu unutmamak lâzım gelir; saflar keskin bir çizgiyle ayrıldığında, değerler İslâm'ın çizgisine çekildiğinde, Allah'ın rızası için toplumda değişim sesleri yükseldiğinde, hepsi terk edecek Yeditepe'yi ve biz sadece yeşil popun sahiplerini bulacağız yanımızda. Küsmezler ki, dertleri Erdoğan değil çünkü, sadece dava.

İstanbul'u dinlemek istemiyorum, gözlerim ve yüreğim kan ağlıyor.

KİM OLDUĞUNU HATIRLA

Aşkı, ayrılığı, hüznü, arkadaşlığı, duygusal tepkilerin nasıl olması gerektiğini, hepsini ama hepsini kendilerinden öğrenmemiz ve istedikleri gibi olmamız için, sanat adı altında besledikleri ajanlar aracılığıyla, yıllarca gençliğin duygularını yönetip, ahlâksızlığı hedefleyerek çürüme oluşturdular toplumda.

Abdurrahim Karakoç'un bir 'Mihriban' şiirini, Sezen Aksu'nun bütün şarkılarına değişmemeliyken, kodlarımızda var olmayan hüzünlere gark ettiler bizi. Ajda'nın şarkılarıyla aşık edip, Sezen'in şarkılarını ayrılık acısına merhem yaptılar. Hep çalıştılar, hiç durmadılar. Bizim bıraktığımız boşluğu, onlar doldurdular. Biz günahı şarkı dinlemekte ararken, onlar bize şarkılarını ezberletmişti bile. Ne şarkımızı yüceltebildik bu yüzden, ne sesimizi...Bize ait olmayan duyguların şarkılarına esir olduk. Şirin paketli ahlâksız tesellilerini gençliğe ruhun gıdası diye sundular. Bize hiç benzemeyen sevmeler ve ayrılıklar yazdılar. Biz hiç çalışmadık, nasıl sevilir, nasıl hüzünlenir anlatmadık gençliğe. Varsa yoksa günaha giden yolları gulyabani formunda sunup, sevabın gül yüzlü kızını hep sakladık. Biz gençliğin ruhunu ıskaladık.

Adına ister sanat deyin, ister rezalet. Herifler bizimle mücadele hâlinde devamlı. Asla bilinç kaybına uğramıyorlar. Unutuyorsak biz unutuyoruz kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, ne olmamız gerektiğini...Yıllardır ne sinemaya hâkim olabildik, ne müziğe. Bunlar boş iş diyoruz fakat o boş işle herifler bizim gençliğimizi dolduruyor. Akşamları boş iş dediğiniz dizilerin karşısında çekirdek çitleyip, sabah namaza kalkarken içinizin boşluğuna o kadar alıştınız ki. Bomboşsunuz, bomboşuz. Bizim kahramanlarımızı bile o herifler ve kadıncıklara oynatıp, ekranın karşısına da sizi dizerek, sizi size satıyorlar. Siz; "Ertuğrul'u izledik, yaşasın. Artık bizim devrimiz, bizim değerlerimiz ekrana çıkacak" diye sevinirken; herifler Ertuğrul kostümünü çıkarıp, faiz reklamında sizinle kafa buluyor. Sizin devriniz falan değil! Kendi değerlerinizi; rakı sofrasından kalkmayan, trilyonluk evlerde yaşayıp Parisler'de fingirdeşen bu heriflerin cüzdanına kendi elinizle koyuyorsunuz.

Önemseyin efendim, her mecrayı, her noktayı, her notayı. Kendi oyuncularınızı yetiştirin, şarkılarınızı yazın. Ayrılığı, aşkı, insanı kendi şairlerinizin diliyle şarkıya dökün, kafa patlatın tüm bunlar için. Bu hususta o kadar şaheser isimlerin şiirleri mevcut ki; inanın harekete geçseniz, aşka, sevgiye şarkı eşliğinde vereceğiniz form, gençlere aşkın ve ayrılığın ahlâktan uzaklaşmadan da yaşanabileceğini gösterecek.

 Sizin önemsemediğiniz her alan, onlar için bulunmaz nimet. Tam da önemsemediğimiz yerlerden vuruluyoruz farkında mısınız?

Hepinize saygılarımı ve dualarımı gönderiyorum efendim.