Güven ve itimadın merhamet ve yardım severliğin neredeyse ortadan kalktığı bir dönemde yaşıyoruz. Hani güzel bir özlü söz vardır ya:

“Güvendiğim dağlara kar yağdı! İşte öyle bir şey!”

Gerçekten kimsenin kimseye itimat etmediği, güven ortamının neredeyse yok olmaya başladığı ve merhamet duygularının yok olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Üstelik hiç kimse kimsenin derdini bilmemekte! Komşusunun ne halde olduğundan habersiz ve umursamaz yaşantılarına devam edip gitmekte. Bakın ben bu günkü yazımda bu konuya uyacak bir menkıbe ile devam etmek istiyorum. Menkıbeye başlamadan önce konu ile ilgili bir açıklama yapıp devam edelim.

Resûlullah Efendimizin torunlarından Hz. Hasan’ın çocuklarına ve nesline “Şerif, Hazretleri” Hüseyin Hazretlerinin nesline ve çocuklarına ise: “Seyyid” denirdi. İslam beldelerin birçoğunda hâlâ Peygamber Efendimizin soyundan gelen Seyyid ve Şerif olduğu bilinmekte. Evet, bu açıklamadan sonra bizim menkıbemize geçelim.

Asırlar önce, Afganistan da yaşayan bir kadıncağız ülkeyi idare eden hükümdarın huzuruna çıkıp şöyle bir istekte bulunur:

“Hükümdarım, ben Seyyidiyim!  Çocuklarım var, biraz sıkıntıdayız. Bize kalabileceğimiz bir ev verebilir misiniz?” Hükümdar kaşlarını çatarak:

“Peki, Seyyide olduğuna dair bir vesikan var mıdır ya hatun?”  kadın Hükümdarın söylemine çok alınır, dışarı çıkıp giderken zengin olan eski komşusu Mecusi ile karşılaşır. Hal, hatır sorduktan sonra, Mecusi eski komşusunun üzgün olduğunu sezince, kadına ne olduğunu sorar ve meseleyi anlayınca da ona:

“Üzülme, komşum. Hazreti Muhammed’in torununu açıkta bırakır mıyız hiç. Üstelik biz yıllarca komşuluk yaptık. İnançlarımız farklı olsa da neticede biz komşuyuz.” der ve Seyyide komşusuna bir ev bağışlar. Seyyide, Mecusi’nin bağışladığı eve yerleşir. Gece geç saatlere kadar ona dua eder.

O gece Hükümdar gece rüyasında Cennette sıra sıra köşklerin yanında Peygamber efendimizi görür ve ona merakla sorar:

“Ya Resûlullah Efendimiz bu köşkler kimlerindir?” diye sorar. Peygamber Efendimiz tatlı bir tebessüm ile cevap verir:

“Bu köşkler merhametli seçkin Müslümanlarındır!” der. Hükümdar, köşklerden birinin önünde yakinen tanıdığı Mecusi’yi görünce şaşırır. Adeta dili tutulmuş gibidir. Heyecanlanarak tekrar sorar:

“Ya Resûlullah Efendimiz! Bende Müslüman’ım. Benimde köşküm var mıdır?” deyince Resûlullah Efendimiz:

“Müslüman olduğuna dair VESİKAN VAR MIDIR?” der. Hükümdar ter kan içinde sıçrayarak uyanır. Yaptığı hatayı bir çırpıda anlamıştır. Sabahleyin Seyyide’yi aramak için şehrin sokaklarında dolaşırken o kadını ve rüyasında gördüğü Mecusi’nin evinde bulur. Hükümdar Mecusi’ye:

“Benden ev talebinde bulunan Seyyide burada senin evindeymiş. Ben ona benden talep ettiği evi vermek için geldim.” der. Mecusi gülerek:

“Geçti hükümdarım. Ben ona kendi evimi verdim. Hem de vesika sormadan. Üstelik o gece rüyamda Resûlullah Efendimiz, bana cennette bir köşk vererek ona komşu oldum. Ayrıca ailece Müslüman olduk!” der. Hükümdar süklüm, püklüm sarayına döner!

Kimin ne olduğunu, nasıl biri olduğunu Allah’tan başka kimse bilemez! Merhamet ve insaf duygularının neredeyse yok olup ortadan kalktığı şu yaşadığımız günlerde, halden anlayana rastlamak mümkün değil. Bu yazıyı yazmama vesile olan olaya gelince; geçenlerde Kocaeli Gölcük ilçesinde yaşanan bir olayın haberi üzerine bende birkaç şeyler karaladım. Evet, geçenlerde Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde üç çocuk annesi 53 yaşında Emine A. bir bankaya 4000 lira borcu olduğu için bunalıma girerek oturduğu evin üçüncü katında ki çatısına çıkıp intihar girişiminde bulundu. Bu tür haberlere ve olaylara sıkça yaşamaktayız. Üç katlı bir binada komşusunun ne halde olduğundan haberi olmayan bir toplum oluvermişiz!