Bizim zamanımızda alfabelerin sonda resimli kısa bir öykü vardı. Benim yaşta olanlar hatırlayacaklardır:

Bir nehrin iki yakası üzerine devrilmiş, adeta bir köprü halini almış ağacın üzerinde iki keçi karşılaşmış. O birine sen geri git ben geçeyim diyor. Diğeri ise ona aynını söylüyor. Bunlar boynuzları ile bir birine giriyor. Sonunda ağaç devrilince iki keçide azgın akan nehrin sularına kapılıp gidiyor.

Şimdilerde bakıyorum da toplumuzda bir inatçılık, bir sabırsızlık almış başını gidiyor.

Geçenlerde dar bir soğan iki ucunda birer otomobil kafa kafaya gelmiş biri diğerine geri çık ben geçeyim diyor. Diğeri ise ona sen geri git ben geçeyim diye cevap veriyor. Meraklandım orada dikilip bu işin sonunu bekledim. Tam beş dakika iki sürücü arasında ki lüzumsuz ağız dalaşı sürüp gitti. Neyse içlerinden birisi neden sonra arabasını geri çekerek diğerine yol verdi de bu lüzumsuz çekişmede sona ermiş oldu.

Bakın gerçekten öyle tip ve çeşit insanlarımız var ki hani abartısız dünya üzerinde böyle tipler için yarışma düzenlenmiş olsa birinciliği hatta bütün kategorileri kimseye kaptırmayız.

Geçenlerde bizim cami cemaatinden bir arkadaş anlatıyor:

"Yahu! Benim evim zemin katta. Her sabah işe gitmek için sokak kapısını açtığımda neredeyse benim evin kapısına tabiri caiz ise sıfır yanaşmış bir otomobil ile karşılaşıyorum. Aracın sağından geçmeye çalışıyor olmuyor. Solundan geçeyim diye uğraşıyor yine boşuna. Sonunda sinirlenip ilgili yerleri arıyorum. Kısa sürede belirtilen yere gelen yetkililer aracın sahibini anons ediyorlar. Ancak gelen giden yok. Sonunda bir çekici getirip aracı yerinden kaldırıp götürüyorlar. Neden sonra öğlen yemeği için eve geldim. Benim kapıdaki birkaç kişiyi görünce merakla ne olduğunu öğrenmek için yanlarına gittim. Meğer sabahleyin arabasını benim kapının önüne park eden aracın sahibiymiş." Otonun sahibinin yanına gelip:

“Arkadaş sayende işimden oldum. İşe geç gidince patron beni kapıya koydu. Şimdi söyle bakalım sana ne yapayım?” Otonun sahibi mahcup özür diliyor büzülüyor sonunda bana sordu:

“Arkadaşım ne işle uğraşıyordun? Yani mesleğin ne?” Bense hala kızgınlığımı üzerimden atamamıştım. Sinirli bir şekilde cevap verdim:

“Tornacıyım! Neden soruyorsun?” otonun sahibi gülerek cevap verdi:

“Benim oto tamir ve bakım servisim var. Dün sabah çalıştırdığım tornacı işi bıraktı. İstersen benim serviste çalışabilirsin. Eski çalıştığın yerdeki aldığın ücretten fazla da maaş veririm!” deyince benim gözlerim parıldadı. Bu defa ben mahcup bir şekilde özür dileyerek:

“Ne yapalım, olan oldu bir kere beyefendi. Ne zaman işe başlayabilirim?”

Diye böyle bir olayı yaşadığını söyledi.

Hani güzel bir söz vardır ya:

“Bir musibetin, bir güzel hayra vesile olacağına delalettir!”

Evet, şayet mağdur olan kişi oto sahibi ile kavgaya tutuşmuş olsaydı sonu böyle tatlıya bağlanmamış olurdu. Bunun için sabırlı olmalı ve hiçbir konuda inatçı olmamak gerekir. Yine bir güzel özlü sözle yazımıza devam edelim:

“Öfke ile kalkan zararla oturur!”

Ancak, bakıyorum da toplumda maalesef bir sabırsızlık bir acelecilik almış başını gidiyor. Herkes bir inatçı keçiye dönmüş. Kimsenin kimseye tahammülü kalmamış. İnatlaşarak kavga haline gelen tutum ve davranışlarımız da kontrol edemez olmuşuz.

Avrupa da sürücü belgesi almak isteyenleri ilk önce öfke kontrolünden geçirip sonrada psikolojik durum raporu ile öyle sürücü kursuna alıyorlar. Şöyle dikkat edin. Hemen her gün araç sürücülerinin bir birlerine karşı nasıl bir tutum içinde araç kullandıklarını gözleyin. Sabırsız olduklarını göreceksinizdir.

Öte yandan sabırsız, inatçı ve hoş görülü olmayanların birçoğu ya trafik kazası geçiriyor veya kendine zarar verip sinir stres sahibi olup çıkıyor.

Oysa hoş görü ile davranıp, trafik kurallarına uyarak, dikkatli araç kullanmayı denemiş olsak hiç kimseye ve kendimize zarar vermemiş oluruz. Yoksa yazımın başında ki “İki inatçı keçi gibi ben geçecektim! Öncelik benim hakkımdı! Benim işim acele!” gibi türlü bahaneler ile kendimizi haklı göstermenin hiç kimseye yarar sağlamayacağını bilmemiz gerekir.

Sağlıkla kalın…