Kâinatta, insanoğlunun sahip olduğu pek çok üstün vasıfların, güzelliklerin ve duyguların kaynağı yüce Allah’tır. İnsana bilmediklerini ve yücelmenin yollarını öğreten Rabbimiz aynı zamanda bu üstün vasıfların, güzelliklerin ve duyguların da olması gereken en üst noktasına sahiptir. Mesela, O cömertliğin kaynağıdır ve kullarına karşı son derece cömerttir. Yine O adaletin kaynağıdır ve kullarına karşı son derece âdildir. Nerede olursak olalım bize adaleti emreden de O’dur. Bu vasıfların en zirvesine sahip olmak ise “ilah” olmayı gerektirir. “İlah” her şeye gücü yetebilen, her şeyin sahibi ve yaratıcısı olabilendir. Kâinatın Rabbi olan Allah bu ve benzeri güzel isim ve vasıflara sahip olduğu için O’nun ilahlıkta eşi ve benzeri yoktur. Kur’an-ı Kerim’in ilk süresi olan Fatiha süresinin bu ayetlerinde ilahlık vasıflarından birkaç tanesi en güzel şekilde anlatılmaktadır. Öyleyse bu vasıfları kendisinde bulunduran Allah’a hamdetmek, O’na övgüde bulunmak bizim en önemli görevlerimizden biri olmalıdır. Bu ayetlerin gereği olarak da ibadet sadece Allah’a yapılır; dua O’na edilir ve yardım da yalnızca O’ndan istenir.
Fatiha süresinde yüce Yaratıcının ilk vasfı, “Âlemlerin Rabbi” olmasıdır. Kâinatı yoktan var eden Rabbimiz, her şeyi öylesine mükemmel ve kusursuz yaratmıştır ki, O’nun yarattıklarında en ufak bir düzensizlik ve uyumsuzluk göremeyiz. Rabb; terbiye eden, her şeye görevini en güzel biçimde öğreten demektir. Kâinattaki bütün varlıkları terbiye ederek onlara görevlerini öğreten yüce Rabbimiz, güneşe her gün doğudan doğması ve batıdan batması, aya kendi yörüngesinde gitmesi, ağaçlara insanlar için meyve vermesi gerektiğini öğretendir. Koyun ve keçi gibi yavrusu olan tüm dişi hayvanlara kan, idrar ve dışkıyı birbirine karıştırmadan süt yapma kudretini veren, arıya çiçeklerden öz alıp şifa kaynağı balı yapması gerektiğini ilham eden, belleten ve öğreten O’dur. Yeni doğan bir ördeğe yüzmesi gerektiğini, yumurtadan yeni çıkan deniz kaplumbağalarının denize ulaşması gerektiğini ilham eden de O’ndan başkası değildir. Kısacası O, kâinata ve kâinattaki tüm varlıklara görevlerini öğreten; bu mükemmel düzeni kusursuzca sağlayandır.
Fatiha süresinde Cenab-ı Hakk’ın ikinci bir vasfı ise “ Rahmân ve Rahîm” olmasıdır. Rabbimiz Rahmân isminin gereği olarak öylesine merhametlidir ki, bu dünyada kendisine inanan ve inanmayan bütün insanlara her türlü dünya nimetlerini sunmuştur. Hem kendimizde, hem de dışımızdaki dünyada varlığını her an gördüğümüz ve kaybettiğimizde ancak kıymetlerini bilebileceğimiz bu nimetleri nasıl inkâr edebiliriz ki! Varlığın mükemmelliğini görmemize yarayan gözler, doğruluğun sesini duymamıza yarayan kulaklar, hakikatin kendisini söylemeye yarayan dil hep O’nun ihsanı değil midir? Aklımızı ve gönlümüzü bu nimetlerin kadrini bilelim diye bahşeden Rabbimiz ne kadar da merhametlidir! Kim, özenle döşenen bu eşsiz dünyamızda kendine yer bulamadığını, her şeyiyle bir mucize olan hava, su ve topraktan istifade edemediğini, güneşin kendisini ısıtmadığını, arının kendisine bal vermediğini iddia edebilir ki? Bu dünyada nimetlerini herkese hiçbir ayırım yapmadan sunduğunu ifade eden Rabbimiz Rahman süresinde bu cömertliği sık sık şöyle tekrar etmiştir: “ Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz?” ( Rahman,55/13, 21, 32) Öyle ya gerçekten âdil isek verdiği hangi nimeti görmezden gelebiliriz ki! “Rahîm” ise rahmeti süreklilik ifade eden demektir. Rabbimiz, bu dünyada bütün kullarına nimetlerini dağıtmıştır. Ama rahim isminin gereği olarak ahrette yalnızca kendine inanan ve bu dünyada güzellikler üretip ahlakıyla da örnek olan biz mümin kullarına her türlü nimetini, cennetini ve hoşnutluğunu bahşedecektir.
Fatiha süresinde Rabbimizin son özelleği “hesap gününün sahibi” olmasıdır. Hesap günü, öldükten sonra herkesin yaptıklarından sorguya çekileceği gündür. Peki, o zaman Allah’ın hesap gününün sahibi olması ne demektir? Yani, O bu dünyada herkesi inanıp inanmamakta serbest bırakarak kimsenin ne yaptığına ve ne yapacağına karışmamıştır. Ama o gün, kıyamet günü O, herkesin hesabını teker teker en ince ayrıntısına kadar alacaktır. Yani o günün tek hâkimi Allah olacaktır.
O, bu dünyada nasıl yaşadığımızdan tutun da, en ince ömrümüzü ne işlerle ve hangi uğurda geçirdiğimizden, kullandığımız her türlü nimetten hepimizi sorguya çekecek ve yaptıklarımızın karşılığını en ufak bir haksızlığa uğratmadan bize verecektir. Bu yüzden herkes o günde O’nun huzuruna getirilir. Orada artık hesapların alınma zamanı gelmiştir. Onun defterinde her şey kayıt altına alınmıştır. Öyle ki küçük büyük bütün yaptığımız işler önümüzdedir. O’nun terazisi o kadar hassastır ki, herkes ne işlediyse onu bulur. Kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz. O gün her şey adaletle çözüme kavuşturulur. Bütün bu mükemmel vasıfların sahibi olan Rabbimizi övmek, O’nu her türlü eksiklikten uzak tutmak ve O’na şükretmek hepimizin görevidir. O’na teşekkür ise O’na dua etmek ve sadece O’na kulluk etmekle mümkün olabilir. Kulluğun özü ise saygı ve içtenlikle, O’nun yasaklarından uzak durmak ve emirlerini yerine getirmektir.
Özünde Allah rızası bulunmayan hiçbir ibadetimiz veya davranışımız Allah katında değer bulmaz. Bu sebeple Allah rızasına nail olmak hepimizin gayesi olmalıdır. Çünkü Allah’ın kulundan razı olması, o kul için dünya ve ahrette en büyük bahtiyarlık ve en büyük nimettir. Bu nedenledir ki, bizler birbirimizin iyiliğine karşılık teşekkür mahiyetinde “Allah razı olsun” deriz. Bu cümle belki de birbirimize yaptığımız en güzel duadır. Allah’ın rızasına ulaşabilmek ancak Kur’an’a ve Hz. Peygambere tabi olmaktan geçmektedir. Davranışlarımız ve ibadetlerimizde gerçek anlamda Allah’ın rızasını yakalayabilmek kulluk sürecimizde erişebilecğimiz en önemli merhalelerden birsidir. Çünkü Allah rızası için yaptığımız davranışlar Allah’ın bizden hoşnut olması sonucunu doğurur. Allah’ın bizden hoşnut olması ise onun bizi sevmesi anlamına gelir ki bu durum bir hadis-i kudsi’de teşbihle şöyle ifade edilmektedir: ” Her kim (ihlas ile bana kulluk eden ) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onun işten kulağı, gören gözü, tutan eli, ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum ” (Buhari,Rikak,38) Bu durum Allah’ın bizi her zaman ve her yerde kollaması ve bize yar ve yardımcı olması demektir.
Allah rızasını kazanmak amacıyla yaptığımız her şeyde mutlaka bireysel ve toplumsal hayatımıza katkı sağlayacak pek çok güzellikler bulunmaktadır. Bir yoksulu doyurmak, bir yetimin başını okşamak, bir hastayı ziyaret etmek vb. güzel tutum ve davranışları sergilemek bireysel açıdan bizim ruhen çok farklı bir tatmin duygusu yaşamamızı sağlarken, toplumsal açıdan ise dinimizin önemle üzerinde durduğu sevgi, barış ve kardeşlik filizlerinin insanlar arasında yeşermesine vesile olur. Ayrıca dinimiz tarafından yapılması yasaklanan şeylerden uzak durmak da bize Allah’ın rızasını kazandırır ve bütün bu yasaklar bizim iyiliğimiz, huzur ve mutluluğumuz içindir. O halde her işimizde, her davranışımızda, konuşmamızda, oturmamızda, kalkmamızda, dostluğumuzda, arkadaşlığımızda, komşuluğumuzda sözün özü hayatımızın her anında Allah’ın rızasını gözetmeliyiz.
Şevket BOYRAT
Çeltikçi Köyü Camii İmam Hatibi