Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in doğumunun 1443. Yıldönümü dolayısıyla her yıl olduğu gibi bu yılda 14-20 Nisan 2014 tarihler arası “Kutlu Doğum Haftası” olarak kutlanacaktır. Her yıl olduğu gibi bu sene de İnegöl Müftülüğü’nün, bazı sivil toplum örgütlerinin de işbirliği ile tertip ettiği çok yoğun bir etkinlik programları; konserler, konferanslar, paneller, salon toplantıları, camilerde mevlit ve hatim duaları şeklinde olacaktır. Haftanın açılışı bugün saat 11.00’de İshakpaşa Camii önünde Mehter konseriyle başlayacaktır. Yine bugün akşam saat 20.00’de Belediye Kültür sarayında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Salih Pay tarafında ‘Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet’ konulu konferans düzenlenecek ve akabinde Ankara Kocatepe Camii Baş İmam Hatibi İsmail Çoşar’ın katılımıyla İnegöl Belediyesi Türk Tasavvuf Musiki Korosunun konseri olacaktır. 20 Nisan’da akşam saat 20.30’da yine Belediye Kültür Sarayında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Yalar tarafından ‘Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet’ konulu konferansın ardından ödül töreni düzenlenecek ve haftanın kapanışı yapılacaktır.Hafta boyunca bütün programlarda samimiyetin önemine vurgu yapılacaktır. Bu vesile ile daha şimdiden haftanın hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. Samimiyet, sahip olunan inançlar, niyetler ve bilhassa amellerin, olabildiğince katkısız, katışıksız, saf bir halde, sırf Allah rızası için yapılmasıdır. Dinde samimiyet; dindarlık yaşantısında içtenlik ve dürüstlük, saflık ve arıduruluk, kendisiyle barışıklık ve güvenilirliktir. O aynı zamanda, dini inançlarında gizli veya açık şirkten ve munafıklıktan uzak, dinî amellerinde riyadan ve gösterişten berilik, dinî ahlâkında kötü niyetten ve çıkarcılıktan arınmışlık, dinî maveviyatında şeytan ve nefsin gizli tanıklarından ve kendini beğenmişliğe yönelten telkinlerden olabildiğince korunmuşluktur ve uzak durmaktır. “Samimiyet sahibi bir mü’min, samimi bir müslüman” tabirlerinde olduğu gibi bir insanın iç duygu, düşünce, inanç, tutum, davranış ve yaşayış eylemleriyle ilgili bir sıfat olarak kullanıldığında ise samimiyet; içtenlik, saflık, temizlik, katışıksızlık, halislik, dürüstlük, açık yüreklilik, kalpten ve gönülden bağlılık, kendisiyle barışıklık, doğallık, içinden geldiği gibi ve olduğu gibilik, güvenirlik gibi olumlu anlamları bünyesinde taşır. Olumsuz nitelikler açısından bakıldığında ise samimiyet; yapmacılıktan, gösterişten, riyakârlıktan, hilekârlıktan, art niyetten, çıkarcılıktan, sahtekârlıktan, munafıklıktan uzak olma anlamlarına gelir. Bu tür olumsuz nitelikler taşıyan insanlara da ‘Samimiyetsiz’ denir. Samimiyet, her şeyden önce kendi içimizde ve kendimize karşı olmalıdır. İnsanın bazen kendi kendini aldatması, kendi sözleri ve eylemleri arasında tutarsızlığa düşmesi ve bunu kendisinin fark etmesi mümkündür. Bu durumdaki kişi başkalarını aldatabilse dahi, kendi gözünde değerinin düşmesi engellenemeyecek, zamanla özgüvenini yitirmiş bir şahsiyete dönüşecektir. Bu gibi olumsuz hallere düşmemek için, kişinin öncelikle kendisine karşı samimi, dürüst ve iyi kalpli ve temiz yürekli olması gerekir. İnsan, çevresindeki kişilere karşı da samimi olmalıdır ki on-lar da ona güvenebilsinler. Tutum ve davranışlarında samimi olmayan, ikiyüzlü, çifte standartlı, içten pazarlıklı, insanların yüzüne karşı ayrı arkasından ayrı davranışlı, sahtekâr ve samimiyetsiz kişiler, erdemli ve faziletli insanlar arasında sayılmayacak, toplum içinde gerçek bir sevgi, saygı ve güven duygusuyla karşılaşmış olmayacaklardır. Kişisel özgüven kadar toplumsal güven ve itibar da, büyük ölçüde samimiyet ve güvenilirlikle bağlantılı değerlerdir. Bütün bunlarla birlikte kişi, kendisini yaratan Rabbine karşı samimi olmalı, O’na karşı yükümlülüklerinden oluşan ve O’na yakınlaşmasının yol ve yöntemini öğreten dinini de O’na has kılmalıdır. Nitekim şu Ayet-i Kerime, bu hususu açıkça beyan etmektedir: “Halbuki onlara ancak dini Allah’a has kılarak, Hakk’a yönelen kimseler olarak kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru (bir) dindir.” 1-(Bey- yine, 98/5). Dinde samimiyetin, dini ve dindarlığı yalnızca Allah’a has kılarak yapılan ibadetlerden dünyevî hiçbir çıkar beklememenin ödülü, bütün insanların hayal gücünün ötesinde ve üstündedir. Dinlerini sırf Allah’a has kılan gerçek mü’minlerin mükâfatları, cennet nimetlerinin de ötesinde, Allah’ın cemâli, rızası ve sevgisi gibi çok daha büyük mükâfatlardır. Bu mükâfatların özellikle samimi ve muhlis mü’minlere ait olduğu şu ayette belirtilmektedir: “Ancak tevbe edenler, hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) mü’minlerle beraberdirler ve Allah mü’minlere yakında büyük mükâfat verecektir.” 2- (Nîsa, 4/146) İhlâs ve samimiyetin oluşmasına engel olan bir takım afetler vardır ki bunların kimisi açık, kimisi de gizlidir. Bu afetlerin başında en belirgin olanı ise hiç şüphesiz ki riyadır. Özellikle iyi davranışlar ve ibadetlerde samimiyete çeşitli şekillerde ve derecelerde riya karışmasına çok rastlanmaktadır.Riya afetine maruz kalan kişinin dikkate aldığı en önemli husus, halktır, insanlardır. Hiçbir şekilde insanları düşünmemek, gerek yalnız başına iken gerekse halk arasında iken, insanların varlığına ve iltifatlarına aldanmayıp, sadece Cenâb-ı Hakk’ın rızasını gözetmektir. Riya karışan bir amelde eğer amelin gerçekleşmesinde riya faktörü Allah rızasından daha üstün gelirse, bu amel yarar sağlamaz. Ancak eğer yapılan amelde Allah’a yaklaşma hissi baskın olursa, bu takdirde bu hissin büyüklüğüne orantılı olarak kişiye sevap bahşedilir. Bunun delillerinden biri şu ayettir: “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” 3-(Zilzal, 99/7-8) Dolayısıyla az yada çok riya gibi afetler bulaşır düşüncesiyle salih ameller yapmaktan geri durulmamalı, doğru davranışlardan vazgeçilmemelidir. Amaç elbette niyetlerimizde, davranışlarımızda ve amellerimizde ihlâslı ve samimi olmaktır. Ancak insan doğasının bu mutlak yetkinlik haline ulaşması kolay değildir; bu nedenle, elden geldiğince en üstün samimiyet derecesini hedeflemek ve bunu yaşam boyu sürekli muhafaza edebilmeye çalışmak, ayette değinilen bü-yük mükâfata erişebilmek için yeterince büyük hedef olsa gerektir. İnsanı helâke sürükleyen nefsin kötü huylarından birisi de: “kendini beğenme, şımarma,” anlamına gelen ucup, kişinin hak etmediği bir rütbeyi hakkıymış gibi düşünmesidir. Kendini beğenme hastalığına ilk tutulan iblis’in illeti, “Ben Adem’den daha hayırlıyım” demesiydi. Aslında her yaratılan da var olan ucup hastalığı, tevazu ile tedavi edilebilir. Ancak tevazuda da aşırıya gitmek yine bir kibir sebebi olmaktadır. Bu yöntemucubun bir ileri aşaması olan ve insanın kendini olduğundan yüksek göstermesi, başkalarından üstün görüp büyüklenmesi manasındaki kibrin, nefsin kapılarını çalmaya yeltenmesini önlemek içindir. Çünkü kibir ucuptan, ucup da doğruluğun ve güzelliğin gerçek anlamını bilmemekten, yani cahillikten kaynaklanır. 4-(Sührüverdi, 302-303) Hz. Ali (k.v)’nin belirttiğine göre, “Gösterişçi kimse, tek başına kaldığında ibadetinde tembelleşir, halk içindeyken ise heveslenir; övüldüğü zaman amelini çoğaltır, yerildiğinde ise azaltır.” Peygamber Efendimizin (s.a.v) dinin samimiyetten ibaret olduğunu şu hadisi şerifini burada hatırlatmanın şimdi tam yeridir. Allah Resulü (s.av) “Din samimiyettir! Din samimiyettir! Din Samimiyettir!” buyurdular. Ashabı Kiram, “Kime karşı ya Resulüllah” diye sorduklarında “Allah’a, kitabına, peygamberlerine, Müslümanların (meşru) yöneticilerine ve bütün Müslümanlara karşı (samimiyettir.)” diye cevap verdiler. 5- (Müslim, iman, 95) buraya kadar anlattıklarımızı bu Hadisi Şerif bağlamında değerlendirecek olursak; Ucup, nifak, riya, ve süm’a (Kişinin sahip olmadığı bir meziyeti duyurması, durumunu işittirmesi manasına gelen süm’a gizli bir riya çeşidi olup, bir ibadeti başkaları “işitsinler” diye yapmak veya duymalarından zevk almaktır.) gibi kötü huylar, kişinin dindeki samimiyetini yaralayan belli başlı hallerdendir. Kendini beğenmişlikten, nifaktan, gösterişçilikten ve amellerini başkalarına duyurma hastalığından kurtulamayan kimseler, ne Allah’a karşı samimidirler, ne kitabına karşı, ne peygamberlerine karşı, ne müslümanların (meşru) yöneticilerine karşı ve ne de diğer müslümanlara karşı samimidirler. Çünkü bu tür insanların Allah’a karşı, kitabına karşı, peygamberlerine karşı, müslümanların (meşru) yöneticilerine karşı ve diğer tüm müslümanlara karşı samimiyet esasına dayalı güvenilir kişilikleri yoktur. Allah, öncelikle bizleri, necip milletimizi ve bütün müslümanları bu tür kimselerin şerrinden korusun.