“Adab”, edeb kelimesinin çoğuludur. “Edeb”, sözlük anlamı ile “terbiye”, “utanma”, “usul”, “yol” ve “kaide” gibi anlamlara gelir. “Muaşeret” ise birlikte yaşayıp iyi geçinme demektir. Bir İslam ahlakı terimi olarak “adab”, göz önünde bulundurulması gerekli olan kaideler, usuller, ahlâken uyulması gereken hususlar, terbiye ve nezaket kural-ları anlamında kullanılır. “Adab-ı muaşeret” ise topluluk içinde normal davranış şekilleri, insanların birbir- leriyle geçinme usulü, nezaket ve görgü demektir. Daha geniş bir bakış açısıyla, toplum içinde yaşayan insanın, birlikte bulunduğu diğer insanlarla uyum içinde yaşamasını sağlayan, hayatın günlük akışı sürecin-de, insanların uymaları ve sergilemeleri gereken davranış, usul ve şekillerine, ahlak,terbiye ve nezaket ku- rallarına, İslam’ın güzel saydığı söz ve davranışlara, insanların kendisine davet olunan bütün hayır, zerâfet, usluluk ve güzel ahlâk kurallarını adab-ı muaşeret olarak tanımlamak mümkündür. Kur’an’ın bize öğrettiği ahlâk ve adab, zamandan zamana, mekândan mekâna değişmeyen, evrensel hayat düsturlarını temsil eder. İslâm ahlâk ve adabı olarak nitelediğimiz bu sistemin en güzel örneği de Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Kur’an, bu hakikatı şöyle ortaya koymaktadır; “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem,68/4). Bu Ayet-i Kerime bir yandan Hz. Peygamberi taltif ederken, bir yandan da mü’minlere hayat tarzlarını ve davranışlarını kendisine uyduracakları mükemmel bir örnek sunulduğunu da ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber(s.a.v) de; “Ben, güzel ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim.” (Malik, Hüsnü’l-Hulk,8,I,904). Peygamberimiz (s.a.v), Kur’an dan ibaret olan güzel ahlâkını hayatında yaptığı uygu-laması ve tavsiyeleri ile ümmetine tebliğ etmiştir. Yüce Allah, şöyle buyuruyor; “Ey inananlar! Andolsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Resülullah en güzel örnektir.” (Ahzâb,33/21). Sevgili Peygamberimiz de Hadis-i Şeriflerinde gü-zel ahlâkın hayatımızdaki önemini şöyle ifade buyurmaktadır; “Kıyamet günü, mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur. Al-lah Teala Hazretleri, çirkin, düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğz eder.” (Tirmizi, Birr,62. IV,362), “İnsanlara iyi ahlâkla muamele et” (Tirmizi, Birr, 55, IV, 355). Her mü’min, birey olarak bütünüyle İslâm’ı temsil etmek konumundadır. Her davranışı sonuçta onun dinine, yani İslâm’a mal edilecektir. Bu açıdan, İslâm’ın nezaketine gölge düşürecek söz ve davranışlardan uzak durmak gerekmektedir. “Müslüman” olduğunu söyleyen kimse, aynı zamanda İslâm’ı temsil ettiğini-de söylemiş olmaktadır. Bu, fiilen de böyledir. Sergile-necek herhangi bir kaba söz ve davranış, her şeyden önce davranış sahibinin hayatını şekillendirdiği öngörülen İslâm akla gelecektir. Her dinin her toplumun kendi sosyal ve kültürel yapısına göre adab anlayışı vardır. İslâma göre ahlâk adabının temel ölçüsünü Allah’ın ortaya koyduğu ölçüler belirler. Bu ölçülere aykırı olarak adab geliştiremez. Kültürler arasındaki et- kilenmelerde, milli benliğe aykırı tutumlardan kaçınmak nasıl gerekli ise, dinin bizzat belirlediği adabın da, kültürel etkilenmelere kurban edilmemesine dikkat etmek kaçınılmazdır. Söz gelimi,yemeği sağ elle yemek, İslâmi ölçülere göre sünnet, yani Peygamber (s.a.v) uygulaması ve tavsiyesidir. Yabancı kültürlerin etkisi ile “muaşeret adabındandır” diye yemeği özellikle sol el ile yemeğe kalkışmak, İslâm adabına aykırıdır, bilinçsizce bir harekettir. Mü’min, hayatı boyunca İslâm’a uygun yaşamaya çalışmalı ve şu hususlara dikkat etmelidir: Kızgınlık ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, dostlu-ğa önem vermeli, hakkına razı olmalı, yapılan iyilikle-re teşekkür etmeli, bir işte azim ve sebat sahibi olma- lı, günahlardan kaçınmalı, başkalarını kötülemekten kaçınmalı, kendini yüksek görmemeli, yaptığı iyilikleri başa kakmamalı, ağır başlı ve vakur olmalı, kovuculuk yapmamalı, herkes hakkında hayır dilemeli, yardımsever olmalı, kendisi için arzu ettiği güzel şeyleri Müslüman kardeşi için de arzu etmeli, aksırana karşı dua etmeli, muhtaçlara yardımcı olmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmalı, kaba ve çirkin edep dışı müstehcen ve kalp kırıcı sözlerden sakınmalıdır, vb. İyi geçimli olmak, kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermek, küskünlüğe dargınlığa son vermek, dargın iki müslümanın arasını bulmaya çalışmak, insanların kusurlarını araştırmamak, bilakis bu kusurları örtme-ye çalışmak, İnsanlara karşı kötü zan ve töhmette bulunmamak, nefret uyandırmamak, dedikodu yapma- mak. Bu sözlerin konuşulduğu yerleri terk etmek, Büyüklere hürmet ve saygı göstermek; küçüklere, düşkünlere şefkat ve merhamet etmek; özellikle aile arasındaki fertlere iyi muamele etmek, Selamlaşmak, Tokalaşmak ve hal hatır sormak, Temiz giyinmek, Akrabalık ilişkilerine ve sıla,i rahime riayet etmek, evlere girip çıkarken kuralla uymak, insanları küçüm- sememek, doğru sözlü olmak, israf etmemek, aşırı gitmemek, mütevazi olmak, vefalı olmak ve verdiği sözü tutmak, meclislerde konumuna uygun davranmak ve yemek yeme kurallarına riayet etmek hep adabı muaşeret kurallarındandır. Görgülü olmanın bir özelliği de lüzumsuz ve boş konuşmamaktır. Böylesi insanlara boşboğaz denilir. Konuşan insanların sözü kesilmez, konuşmaları bitene kadar sabırla dinlenir. Susmasını bilmek de bir meziyettir. “Bülbülün çektiği kendi dili yüzündendir” diye bir söz vardır. Onun kafese hapsedilmesinin sebebi, güzel sesini etrafa yaymasındandır. “Söz gü-müş ise sukut altındır” sözü ile “Bir şey biliyorsan söyle ibret alsınlar, Bir şey bilmiyorsan sus da in-san sansınlar” veya “Bana benden olur her ne olursa, Başım rahat durur dilim durursa.” sözleri anlayanlar için çok manidardır. Dinlemesini bilmek büyük erdemdir. Çok fazla konuşan düşünmeye fırsat bulamaz. Çok konuşma bir görgü eksikliği olarak bilinir ama her nedense bunu sadece çok konuşanlar anlayamazlar. Allah’ın iki dudak bir dil vermesi, iki sus bir konuş manasınadır. Çok konuşmak insanda enerji kaybına yol açar. Tartışmada çok konuşan tartışmayı kazansa da, büyük enerji sarf ettiğinden yine de ziyandadır. “İçimdekini başkasına aktaramazsam çatlarım” diyen birisine; “konuşarak ahirette çatlayacağına, susarak dünyada çatlaman iyidir” denil-miştir. Tabi ki konuşmalarda ölçülü ve özlü konuşmak esastır. Bunu becerebilirsek, toplumdaki itibarımızda artacaktır. İnsan çoğu zaman büyük şeylerin hayalini kurar. Ama kanaati elden kaçırdığı vakit perişan olur. Bir sivrisinek, koca bir aslanın burnundan girerek, beynine sızıp onu öldürmüştür. Fakat aynı sinek, ben büyük işler yaptım sevdasıyla uçarken bir örümcek ağına takılarak can vermiştir. İnsana bazen üzerine bastığı muz veya karpuz kabuğu haddini bildirir. Önemsenmeyen küçük tehlikeler, insanı her zaman tedbirsiz ve gafil avlar. İnsan her şeyden önce nazik ve kibar olmak durumundadır. İnsana yakışan budur. Kalabalık yerler-de, yüksek sesle konuşmak, başkalarının sözünü kesmek, çöp atmak, insan yanında kulak burun karış-tırıp, tırnak kesmek, kaşınmak hep terbiye noksanlığının ve iyi yetişmemişliğin işaretleridir. Sümkürmek, geğirmek, çöp bidonları dururken yerlere çöp atmak, hatalı ve yanlış otopark yapmak, trafiği engellemek, insanları rahatsız etmek, geceleri hasta ve uyuyan çocukları düşünmeden klakson çalmak, konvoy halin-de bütün araçlar beklerken, uyanıklık yaptığını zannederek, araçların sağından girerek trafiği allak bullak etmek, bütün bunlar insan onur ve şahsiyetiyle bağdaşmayan, kul haklarını çiğnemektir. Sokaklarda yüksek sesle küfürlü konuşmak, hasta ziyaretlerinde hastayı bunaltırcasına lüzumsuz muhabbette bulunup, uzun oturmak, dikkat etmemiz gereken, basit gi-bi gördüğümüz, oysa çok önem arz eden hususlardır. Bütün bu tespitler, çevre ile birlikte insanı da kirletmektedir. Hepimiz hata yaparız. Önemli olan hatalardan ders çıkarmaktır. O hatayı bir daha tekrarlamamaktır. Hatadan dönmek acı bir ilacı içmek gibidir. Ama hastalar ilacın acılığını umursamadan iyileşmek ümidi ile o ilacı içerler ve Yüce Rabbimiz Allah’ın izniyle şifa bulmuş olurlar.