Yüce Rabbimiz, Kur’an’ı Kerim’de: “Allah, bütün günahları bağışlar” (Zümer süresi, 39/53) buyuruyor. Ancak bunun tek bir istisnası vardır: Şirk yani Allah’a eş ve ortak koşmak. Nisa süresinde, Allah’ın şir-ki asla bağışlamayacağı açıkça bildirilmiştir: “Şüphe- siz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağış-lamaz. Bunun dışında kalanları ise dilediği kimse-ler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphe- siz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (Nisa süresi 4/48). Yüce Allah bütün günahları affetti-ği halde, kendisine ortak koşulmasını-eğer kul tevbe etmezse- affetmez. Tabii, bu durum, tevbe edilmediği takdirdedir. Yoksa, henüz ölüm gelip çatmadan önce, bu dünya hayatında iken kul Allah’a ortak koşmaktan vazgeçer ve Allah’ı bir olarak tanır, iman eder ve tev-be ederse Yüce Allah bu günahı da bağışlar. Bu sebepten, bir Mü’min için bu dünya hayatındaki en önemli mesele, imanını “şirk” tehlikesinden korumaktır. Yüce Rabbimiz Allah, peki kendisine ortak koşulmasını niçin bağışlamaz? Yüce Rabbimiz Allah, bu sorunun cevabını da başka bir Ayet’te şöyle vermektedir: “Allah size kendinizden şöyle bir örnek getirdi: Kölelerinizden, verdiğimiz rızıklarda sizinle eşit haklara sahip olan ve birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? Düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.” (Rum süresi,30/28). Kur'an'ın bazı konular için insanların yakın çevrelerindeki olay veya ilişkilerden temsil getirme üslûbunun bir örneğini yansıtan bu ayette, Allah'a şirk koş- ma, yani O'nu tanrı kabul etmekle beraber, başka ba-zı varlıkları da tanrılıkta, O'na ortak olarak görme yaklaşımının, özündeki sakatlığın yanı sıra, aynı zaman- da çelişkiler içeren bir tutum olduğu somut bir anlatımla ortaya konmaktadır. Bu örnek özetle, "Köleyi efendisine eşit saymıyorsunuz da, yaratılmış olanı yaratıcısına nasıl eşit görürsünüz!" anlamında bir eleştiri ve uyarı anlamı taşımaktadır. Meselâ, bir fabrikanın sahibi orada çalıştırdığı işçi-lerin emeğini satın aldığı ve bu emeğe mâlik olduğu fikri ve duygusuyla hareket eder; sosyal mülâhazalarla işçi hakları konusunda ne kadar mesafe alınırsa alınsın, onların kendisine ait bütün mal varlığı hatta sırf o fabrikanın mülkiyeti üzerinde eşit haklara sahip olmasına razı olmaz. Yine, âyetin anlamının Kur'an'ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinin şirk tarzı ile sınırlı düşünülmemesi gerekir. Âyetin bütün zamanlar ve coğrafyalar için geçerli olan mesajı şudur: Hangi sebeplerle ve hangi biçimde olursa olsun, Allah'ın yegâne yaratıcı olduğu, mutlak iradesini hiçbir gücün sınırlayamayacağı gerçeği ile bağdaşmayan her inanç ve O'ndan başkasına kulluk etme veya kullukta başkasını aracı kılma anlamı taşıyan her davranış, şirktir ve âyette vurgulanan çelişkiyi taşır. (Kur'an Yolu, Heyet, Diyanet Tefsiri, İlgili Ayet). Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de insanlardan nimetle-rini hatırlamalarını istemekte, göklerde ve yerde kendisinden başka yaratıcı ve rızık veren olmadığını be- lirtmekte ve kendisinden başka ilah olmadığını şu şekilde ifade etmektedir. “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” (Fâtır, 35/3). Burada ifade etmek gerekir ki, Allah lafzı kendisi-ne ibadet edilen yüce varlığın özel adıdır. İlah kelime-si ise kendisi yaratıcı ve ibadet edilmeye layık olmadı- ğı halde, insanların ya Allah’a yaklaştırsın diye ya da çeşitli amaçlarla edindikleri putlara verilen cins isimdir. Bu itibarla Allah kelimesinin çoğulu olmadığı halde ilah kelimesinin çoğulu vardır. İlah kelimesi cins isim olduğu için, çok değişik varlıklara ad olarak kullanılmıştır. İşte insanların Allah’tan başka ilah edinmeme-leri için Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayette, hatırlatma da bulunulmuştur: “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman’dır, Rahim’ dir.” (Bakara, 2/163). İnsanlık tarihinde insanlar, her şeyin yaratıcısı olan bir Allah’a inanma ve ibadeti sadece O’na yapma anlamına gelen tevhid inancında zaman zaman yoldan çıkmışlar, yollarını şaşırmışlar ve sapkınlığın içirisine düşmüşlerdir. Allah ile kendileri arasında yeni ilahlar edinerek O’na ortak koşma yolunu seçmişler, arcılar edinerek Allah’a yaklaşmak istemişler ve bu aracılar vasıtasıyla Allah’tan af ve ma-ğfiret dilemişlerdir. Öyle ki bazen ay, güneş, yıldız gibi gök cisimlerini, bazen dağları, tepeleri, bazen atalarını, dedelerini ilah saymışlar, bazen de madenden, taştan, topraktan v.s. yaptıkları şeylere ilah adını vermişler ve aynı zamanda onlara tapmışlardır. İslam dini gelmeden önce de Arap yarımadasında da sayıları 400’e yaklaşan putlara tapılıyor ve onların her birine ilah deniliyordu. O çağda yaşamış insanlar bir taraftan ilahlarına tapıyorlar, öte yandan hiçbir fay-da görmedikleri ilahlarını, putlarını yeri geldikçe ihtiyaçları için kullanıyorlardı. Bu konuda İslam’ın ikinci halifesi olan Hz. Ömer’in (r.a.) bununla ilgili çok ilginç bir hatırası vardır. (Bu hatırayı Hz. Ömer’in kendi yaşadığı şeyleri ifade etmek için söylediğini ifade edenler olduğu gibi toplumda yaşanan genel durumu be- lirtmek için söylediğini ifade edenler de bulunmaktadır.) Hz. Ömer (r.a.), Müslüman olmadan önce yaşadığı bir şeyi hatırladığında hep güler, başka bir şeyi hatırladığında da hep ağlarmış. Helvadan put yapıp önce taptıklarını, acıkınca ise yediklerini hatırladıkça güldüğünü söyler. Peki ağladığı şey nedir? -Müslüman olmadan önce kız çocuklarını diri diri toprağa gömdüklerinde, kız çocuklarının yakarışlarını hatırladıkça da ağlarmış. Doğrusu, İslam’ın vahşi insanları nasıl medeni hâle getirdiğini bilmek isteyenler İslam’dan önceki ve sonraki duruma bir baksınlar ye-ter. Kısacası, İslam geldiğinde, kız çocuklarına yapılan zulmü tamamıyla ortadan kaldırmıştır. Buna, onla- rın haklarının iyileştirilmesi denilmez. Haklarının tam olarak verilmesi ve korunması denir. İnsanlar, tevhid inancından saptıklarında her zaman şirke ve küfre düşmüşlerdir. Buna karşın İslam dini, insanları küfür ve şirkten kurtarmak için tevhid inancını yeniden tesis etmiştir: İbadet, hiçbir aracı ve ortak koşmadan her şeyin yaratıcısı olan sadece yüce Allah’a yapılır. Günahlar için tevbe ancak O’na arzedilir; bağışlanma ve yardım ancak O’ndan dilenir. Aklımızı kullanıp kendi varlığımız ve kainat üzerinde tefekkür ettiğimizde Allah’tan başka ilah olmasının imkansız olduğu sonucuna varırız. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen şu ayetlerde de bu mantık örgüsüne işaret edilmektedir: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arşın Rabbi Allah onların nitelendirmelerinden uzaktır, yücedir.” (Enbiya süresi, 21/22). “Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. Onunla birlikte başka ilah yoktur. Öyle olsaydı her ilah kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üs-tün gelmeye çalışırlardı.” (Mü’minun süresi, 23/91) Bunun için bize düşen görev, kendisinden başka ilah olmayan Allah’a hakkıyla iman etmek, Allah’ın bir olduğunu, hiçbir şeye muhtaç olmadığını, doğmadığı ve doğurmadığını, O’nun eşinin ve denginin olmadığı-nı bilmek ve salih ameller işleyerek iki cihan mutluluğuna kavuşmaya gayret etmektir.