Şükür; iyiliklere karşı bir insanın minnettarlığını göstermesidir. Bu, dil ve davranışlarımızla ifade edilir. Dilimizde çok kullandığımız bir nezaket sözcüğü teşekkür etmektir. Bunun Arapça karşılığı şükretmektir. Teşekkür ve şükür aynı kökten türetilmiş kelimeler olup, aynı manaya da gelirler. İnsanların en çok ihtiyaç duydukları, birbirlerine karşı en fazla söylemeleri gereken sözcüklerin başında gelir. Şükretmek, ilk önce bizleri yaratan, yaşatan ve türlü türlü nimetleriyle donatan yüce Allah’a karşı yapılması gerekir. Her iyiliğin, ikramın ve lütfun Allah tarafından insana verildiğinin bilincinde olmak kalbî şükürdür. Çünkü Allah’ın, insanların istifadesine sunduğu o kadar çok nimet vardır ki, insan bunların hangisine şükredeceğini dahi bilemez. En küçük zerreden, güneş sistemine kadar, her şey insanlığa hizmet etmektedir. Yemek ve gıda bir nimettir. Yediğimiz ekmeğin, sütün, balın... velhasıl her gıdanın en güzel bir rızık olduğunu, insanın faydasına sunulduğunu bilmek gerekir. Bu nadide gıdalar, Allah’ın dilemesiyle, belli safhalardan geçerek, insanlara ikram olunmaktadır. Hayvanlar bir nimettir. Çünkü onlar daima insanların hizmetindedirler. Etiyle, sütüyle, yünüyle, sırtında taşıdığı yüküyle, kapında evinde sadık bir dost gibi, yine insana faydalı olmak için çalışırlar. Gece ve gündüz bir nimettir. Geceler istirahat ve dinlenme, gündüzler çalışmak için yaratılmıştır. Çalışmaktan yorgun düşen bir beden, gece istirahata çekilmediği, uyuyamadığı vakit perişan hale gelir. Allah, insanın sağlıklı ve dengeli olması için gece ve gündüzü yaratarak, yine insanın menfaatini amaçlamıştır. Rüzgâr bir nimettir. Çünkü o, havayı temizler. Yağmur yüklü bulutları taşır. Bulutlar ağlayınca, yağmur yağacak, yağmurlar yağınca, çimenler, meyveler ve sebzeler gülecek, onlar yağmurla birlikte canlanacaktır. Kur’an-ı Kerim’de: “Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler.” (Ya-sin; 33) buyurulmaktadır. Denizler bir nimettir. Deniz ürünleri, özellikle balıklar insanlar için en yararlı gıdadır. Denizlerin diplerindeki istiridye kabukları içinde saklı kıymetli inciler, mercanlar en değerli süs eşyalarıdır. Denizler bunları da bağrında saklar. İnsanlığın istifadesine sunar. Ölüm dahi bir nimettir. O, insana verilmiş ödünç bir süredir. Hayat, Allah’ın ihsanı, ölüm ise O’nun fermanıdır. Yok olmak demek değil, dünya değiştirmektir. Yüzlerinin akı ile ahirete göç edebilenler için bir nimettir. Hastalığın ve ihtiyarlığın sıkıntılarından kurtulmak da bir nimettir. Sayılamayacak kadar çok nimeti insana bahşeden yüce yaratıcıya şükretmek de bir nimettir. Çünkü Yüce Allah (c.c): “Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız” (Ali İmran;145). “Eğer şükrederseniz, size nimetimi arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim;7) buyurmakla kendisine şükredilmesini öğütlüyor. Allah Tealâ bazı kullarını ilim yoluna sevk eder. Zihinlerini açar, hafızalarını kuvvetlendirir. Bunların içinden İnsanlığa hizmet eden büyük ilim adamları, âlimler ve bilginler çıkar. Allah onları, her kula nasip etmediği bilgilerle donatmıştır. Bu insanlar bilir-ler ki, bütün bunlara sebep Allah Tealâ’dır. Tevazu, sabır ve şükür yolunda yarışırlar. Ama bu insan; “Bü-tün bunları ben edindim, ben çalıştım, ben muvaf-fak oldum, kimsenin katkısı yok” derse, işte o za- man en büyük yanlışı yapmış olur. Halbuki Allah’ın dilemesi ve lütfu olmasa insan hiçbir şey yapamaz. Bunu bilmek şükürdür. A.Kadir Geylani Hazretleri, ibadetleriyle övünen insanlar için şunları söyler; “Ey yaptıklarıyla övünen insanlar! Siz ne kadar cahilsiniz. Şayet Allah’ın izni ve müsaadesi olmasaydı, siz hiç bir şey yapamazdınız. Bu yüzden övünme hakkınız yoktur. Şükretme vazifeniz vardır” der. Cenab-ı Hak, bazı kullarına bol servet ve mal verir. Bu servetlerin nerelere harcandığını kontrol eder. Bunca nimetlerle donattığı kulunun, kendisine şükredip, şükretmediğini araştırır. Vaktiyle bir zatın çok şiddetli dişi ağırır, acılar için-de kıvranıp, huzuru kaçar. Bir diş hekimine gider. He-kim gelen kişiyi iyi tanıyan birisidir. Diş Hekimi, şiddetli diş ağrısı çeken bu kişiye şöyle der; “Allah’ın izniyle seni bu ağrıdan kurtarırsam, bana ne verirsin?” Hiç düşünmeden; “ne istersen veririm, yeter ki diş ağrım geçsin” der. Hekim bu defa şöyle der; “Bü- tün ibadetlerinin sevabını istesem, verir misin?” Bu şahıs, abid kul; “iyi olunca yeniden ibadet eder, sevap kazanırım” diyerek, bu isteği kabul eder. Bu arada diş hekimi bir ilaç verir ve ağrı kesilir. Abid, Allah’a şükreder. Ve Hekim şöyle der; “Ey devamlı Allah’a ibadet eden kişi. Senin bütün iyi amellerinin karşılığı, dünyada bir günlük sıhhatle yaşamanın karşılığı bile değildir. Bir dişinin ağrısına, bütün sevaplarını verdin. Ya diğer dişlerin için, ya diğer vücut azaların için ne vereceksin? İşte insan çok aciz ve çok zavallıdır. Bir nefesimiz, bir tek soluğumuz, bizce dünyalardan daha da kıymetlidir. Acaba bunların şükrünü nasıl ifa ederiz?” der. Ömür boyunca milyarlarca nefesimizin en önemlisi hiç şüphesiz ki son nefestir. Bir tek nefesimizin karşılığını bu dünyada hangi maddi ölçüyle ölçebiliriz. İnsan tek bir nefesin şükrünü ödemekten dahi acizdir. Hatem-i Asam hazretleri der ki; “Muhteşem konaklara, verimli bahçelere fazla özenme. Cennetten da-ha güzel bir yer yoktur. Ama Hz. Adem (as)’in başına ne geldiyse, cennette gelmiştir. Sen şük-retmeyi öğren.” der. A.Kadir Geylâni Hazretleri, insanların bir kısmı yaptıkları işlere güvenirler. Kimi, çok oruç tutar, oruca güvenir. Kimi çok namaz kılar, namazına güvenir. Kimi cenneti arzular, iyi amellerine güvenir. Halbuki arif kişilerde böyle bir güven duygusu olmaz. Onlar sadece Allah’a güvenirler. O’nun lütfu, af ve mağfireti olmasa, insan hiçbir şey yapamaz. İnsan hem lisan hem beden hem de kalbi ile şükretmelidir. Lisanla yapılması gereken şükrün başı ELHAMDÜLİLLAH demektir. Mesela; dil güzel konuşmayla, nasihat etmeyle, iyi ve güzel işlerde kullanılmak suretiyle şükrünü gösterir. Bunun aksine, yalan, gıybet ve dedikodu ile meşgul olursa, günaha girmiş olur. Bedenen şükür, vücudumuzu ve azalarımızı, Allah’ın razı olacağı şekilde kullanmakladır. Kalben şü-kür ise, lisan ile yaptığımız teşekkürü, kalben ve içten gelerek yapmakla olur. Şükrün özü; bütün nimetlerin Cenab-ı Hak’ka ait olduğunu bilip, bundan dolayı minnet ve şükran duygusunu belirtmektir. Atâ (ra) Hz. Aişe Annemizden, Peygamberimizle ilgili ilginç bir haber soruyor; Hz. Aişe validemiz, “O’nun hangi hali ilginç değil ki” diyor ve şu hadiseyi anlatıyor. “Bir gece Allah Resulü benimle birlikte yatağa yatmıştı. Bana dedi ki; -’Ey Aişe, bana müsaade et, Rabbime ibadette bulunayım.’ Şüphesiz ki yanımda kalmasını arzu ediyordum. Ama izin verdim. Peygamber efendimiz, kalktı, az bir su ile abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ağladı, öyle ki göğsü ıslandı. Sonra rukuya vardı, yine ağladı. Secde etti, yine ağladı. Bu ağlaması sabaha kadar devam etti. Bilal geldi sabah ezanını okudu. Dayanamadım, Ya Resulallah, seni ağlatan nedir? Cenab-ı Hak, senin gelmiş ve gelecek bütün günahlarını af etmedi mi? Niçin kendine bu kadar eziyet ediyorsun? Deyince; - Şükreden bir kul olmayayım mı, ya Aişe? dedi” diyor. (Tirmizi, Şemail, 44). Şükür sözlerin en güzelidir. Peygamberimiz; “Siz zikreden kalbe, şükreden dile sahip olun” “En gü-zel şükür Elhamdülillah, En güzel zikir ise Lailahe illallah demektir.” buyurur. Dilin yaptığı teşekkürü, kalbin de onaylaması gerekir. Yoksa yapmacık ve sahte olur. Bazı insanlar, işleri yolunda iken, bolluk ve rahat içerisinde oldukları zaman şükretmeyi de unuturlar. Ama sıkıntı içinde olduklarında, başlarına bir felaket geldiği zaman Allah’a sığınıp, şükredeceklerine dair söz verirler. Fakat o sıkıntıdan kurtulunca eski hallerine yeniden dönerler. Çünkü şeytan insanı şükürden men eder. Hasan Basri Hazretleri şöyle der; “Allah’ım nimet verdin, şükredemedim. Belâ verdin, sabredemedim. Yine de sen bizlere merhamet ediyorsun. Bu ancak sana mahsus bir kerem ve inayettir.” Kur’an-ı Kerim, iki kimseye şükretmekten bahseder; “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekil-de emretti.” (İsra;23) Dolayısıyla insan, önce Allah’a şükretmeli, sonra da kendisini yetiştiren anne-babasına şükrünü göstermelidir. Yani Allah’a şükretmek, onun emir ve yasaklarına riayet edip, kulluk ahkâmını bilmekten geçer. Anne-babaya şükretmek ise, onlara iyilikte bulunup, hizmet ve itaat ederek, hayır dualarını almaktır. İbrahim b. Ethem Hazretleri yaya olarak hac yolculuğuna çıkar. Yolda rastladığı bir bedevi; böyle yaya olarak nereye gittiğini sorar. O’da; “Hacca gidiyorum” der. Bedevi, “bu halinle çölleri nasıl aşacaksın, bir bineğin yok mu?” deyince; İ.Ethem; “Be- nim bineklerim var. Lazım olunca onlara binerim. Bir bela ile karşılaşırsam, sabır bineğine binerim. Bir nimete kavuşursam, şükür bineğine binerim. Bir kazaya uğrarsam rıza bineğine binerim” Bu sözler karşısında, irkilen bedevi, “Meğer yaya olan sen değil, benmişim, arkadaş.” der. Yüce Yaratıcımıza her sağlam uzvumuz için binlerce şükür etmeliyiz. Bize göz verdiği için binlerce şükür… Kulak verdiği için, burun verip koku aldırdığı için, dil verip konuşturduğu için, yüz binlerce nimetin tadını hissettirdiği için, ayak verdiği için, akıl verdiği için, sevgi verdiği için… Yüce Rabbimiz o kadar çok nimetler, ikramlar, hediyeler bahşetmiş ki, suyundan içiyor, güneşinden faydalanıyor, yarattıklarından yiyerek besleniyoruz, denizinde yüzüyor ve çiçeklerini kokluyoruz. İşte bu nedenlerden dolayı Yüce Rabbimize karşı, rıza, sabır ve şükür gibi, güzide vasıfları göstermeliyiz