Zikir, kalp huzuru içinde, sesi fazla yükseltmeden, damarlara tesir edecek şekilde Allahı anmaktır. Çünkü en faziletli zikir; LA İLAHE İLLALLAH Kelime-i tayyibesi-dir. Kul zikre devam edince Allah, onun dostu olur. Ve onu karanlıktan nura çıkarır. Allah iman edenlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan nura çıkarır. (Bakara; 257)
Kalplerde kasvet vardır. Kasvet ise, taşın bir özelliği-dir. Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde: Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi; hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular fışkırır. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) dü-şer. Allah yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir. (Bakara,74) buyurmaktadır. Sert taşlar ancak balyozla kırılabilir, Allahın bu misalindeki gibi taş, kalptir. Balyoz ise dildir. Öyleyse kalpleri yumuşatmak ancak dil ile mümkündür.
Sahabenin, günlük ibadetleri dışında yaşadıkları sırlarla dolu hayat daha çok Hz. Peygamberin sohbet meclislerinde geçmekteydi. O konuşmaya başlayınca yanın-da bulunanlar başlarını önlerine eğer, derin bir huşu ve sükûta dalar, kendilerinden geçer, gözler yaşarır, kalpler titrer, sanki başlarına konan kuşu uçurmamanın hareketsizliği içinde bulunurlardı. Huzur ve huşu dolu bu meclisten ayrıldıktan sonra, aynı ruh halini sürdüremedikleri için üzülürler ve hatta acaba münafık mıyız, diye endişe ederlerdi. Bu durumu Hz. Peygambere arz ettiler ve şu cevabı aldılar: Şayet sürekli o hal üzere kalsaydınız, melekler gelir, sizi ziyaret eder ve sizin için müsafaha ederlerdi. (Meleklerle arkadaş olurdunuz.) Bu zaman zaman olan ve yaşanan haldir buyurdular.
Günlük yaşantımızda bazen, gözlerimiz yaşarır. Gü-zel Kuran okuyan birini dinlediğimizde duygulanırız. Arafatta Allah için gözyaşı döküyoruz. Sonrada, biraz za- man geçince her şeyi unutup, tekrar eski katı halimize dönüyoruz. İşte bu durumun normal olduğunu Peygamber efendimiz bize bildiriyor. İnsan, hata ve günahlara devam ettiği müddetçe kalbi kilitlenir. İyilik ve merhamet gibi güzel duygular kararmaya başlar. Yaptığı her iş onun için bir eğlence manasını taşır, böylece dünyada leyleğin ömrünün lakırdıyla geçmesi gibi, o da kahkaha ve safsa-tayla bir ömür geçirir. Yüce Allah, bunun için, Bunlar Kuran-ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinde kilit mi var (Muhammet,24) Yaptıkları işlere karşılık az gülüp, çok ağlasınlar. (Tevbe; 82 Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz. (Necm; 60) Yaptıklarınıza karşılık az gülüp, çok ağlayın. (Tevbe,82) buyurmaktadır. Maalesef bizler ağlanacak halimize gülmeye alıştık. İmanımız zedelenir, güleriz. İnancımıza hakaret edilir, bana ne deriz. Dinimize küfredilir, arkamızı döneriz. İnsanımız bataklıkta boğulmakta, kurtarmak istemeyiz.
Ashab-ı kiram, asr-ı saadette Peygamberimizi ve onun mucizelerini bizzat gördükleri ve Kuran-ı Kerimi taze ve yeni olarak dinledikleri için Allah onların kalple-rine iman kazandırdı. (Mücadele, 22) Böylece onların kimi ruhunu adadı, kimi malını harcadı. Kimi ailesini feda etti. Kimi de dünya zinetini terk ederek, fakir bir hayatı tercih etti. Onlar bu davranışlarıyla Allah ve Resulünün rızasını talep ediyorlardı. Bir gün Resulullah (s.av) şöyle buyurdu: Ben sizler için çocuğunuzdan, anne-babalarınızdan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe, gerçek anlamda iman etmiş ola- mazsınız. Bunun üzerine Hz. Ömer: Ey Allahın Resulü, sen bana, kendim müstesna her şeyimden da-ha sevimlisin. deyince, Peygamberimiz: kendimden de diye ilave etti. Bunun üzerine Hz. Ömer: Evet ya Resulallah, kendimden de, her şeyimden daha sevimli ve yakınsın. deyince Hz. Peygamber İşte şimdi inandın, teslim oldun, gerçek imana ulaştın. (Buhari, Ahkam,19) buyurdular.
İman teslimiyettir. Ruhen, bedenen ve fikren bağlılıktır. Bu bağın sağlam olması için, Allah ve Resulüne teslimiyet şarttır. Allahtan korkan, Allah katında değerli olan kimselerden meydana gelen bir toplumda kardeşlik hâ-kim olur. Adalet esas olur. Doğruluk şiar edinilir. Allah için sevilir. Orada fitne fesat ve kan dökme olayları olmaz. İnsanlar kendilerini bozmadıkça, Allahta onları bozmaz. Bir millet kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince, artık onun önüne geçilmez. Allahtan başka hamide bulunmaz. (Rad;11).
İnsan fert olarak ve cemiyet olarak itibarını korumak istiyorsa Allahın gösterdiği yolda yürümelidir. İnsan bilgisiyle tabiata, ahlakıyla cemiyete yararlı olmalıdır. İnsan bütün yaratıkları yaratandan ötürü hoş görmesini bilmelidir.
Sahabeden Ata anlatıyor: Ubeyd b. Umeyr ile Hz. Aişenin yanına gitmiştim. Bize Resulüllahta gördüğün en ilgi çekici şeyin ne olduğunu anlatırmısın dedim. Hz. Aişe ağlamaya başladı ve şöyle dedi:
-Onun hangi hali ilgi çekici değil ki? Bir gece bana gelmiş ve yatağına girmişti. Sonra bana; Ey Aişe, müsaadenle Rabbime ibadet edeyim dedi. Şüphesiz o esnada yanımda olmasını arzu ediyordum. Kendisine mü- saade ettim, yataktan kalktı. Su kırbasını alıp abdest aldı. Sonra namaz kılmaya başladı. Biraz sonra ağlamaya başladı. O kadar ki gözünden düşen damlalar göğsünü ıslatmıştı. Sonra rükûya vardı, rükû halinde iken de ağlamaya devam etti. Sonra başını kaldırdı, ağlaya ağlaya secdeye indi. Secdeden başını kaldırdı. Bilal sabah ezanını okumaya gelene kadar ağladı durdu.
-Ya Rasululllah seni bu derece ağlatan şey nedir? dedim. Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmedi mi? Şöyle buyurdu: Allaha çok şükreden kul olmayayım mı? (Buhari, teheccüd, 6) Acaba bizler hangi halimize, hangi garantimize güveniyoruz da Allaha kullukta ihmalkâr davranıyoruz. Şayet Allahın indirdiği Kuran-ı gereği gibi anlayabilsek ayetlerini tefekkür edebilsek, elbette durumumuz farklı olacaktır.
Sahabe-i Kiramdan Hanzale anlatıyor; Ebu Bekirle karşılaştım ve sordu:
-Nasılsın Hanzale?
-Hanzale münafık (iki yüzlü) oldu!
-Allah Allah! Sen neler söylüyorsun?
-Rasülullah (s.a.v.) in yanında oluyoruz, bize cennet ve cehennemden bahsediyor, öyle ki onları gözümüzle görür gibi oluyoruz; sonra Rasülullahın yanından ayrılınca karılarımız, çocuklarımız ve mallarımızla oynuyor, çok şeyi unutuyoruz!
-Vallahi bizde aynı durumdayız!
Ebu- Bekirle yürüdük ve Rasul-i Ekremin huzuruna girdik, sözü ben açtım:
-Allahın Resulü! Hanzale münafık oldu!
-Ne demek istiyorsun?
-Ya Rasulallah! Bize cennet ve cehennemden bahsederken onları görür gibi oluyoruz. (söylediklerin gözümüzün önünden gitmiyor.) Huzurunuzdan çıkınca karılarımıza, çocuklarımıza, mallarımıza dalıyor, çoğunu unutuyoruz.
-Hayatım elinde olana yemin ederim ki siz, daima benim yanımda olduğunuz halde ve zikir durumunda olsaydınız, geçtiğiniz yollarda ve oturduğunuz sergiler üstünde melekler sizlerle el sıkışırdı Fakat Ey Hanzale, her zaman öyle olmaz, bazen öyle bazen böyle olur. (Peygamberimiz bu sözünü üç kere tekrarlamıştır.) (Müslim, tevbe,12-13)
Bu Hadiste en büyük muallim ve mürebbi (s.a.v), ümmetine normal yolu göstermekte, fıtratlarının gereğini hatırlatmakta ve ruh gibi bedenin de nasibini vermek ge- rektiğini ifade buyurmaktadır.
Evliyaullahtan biri; Ben Allahın beni ne zaman andığını bilirim. demiş. Nasıl bilirsin; bu gayb işidir. denilince de şu karşılığı vermiş. Peygamberimiz (s.a.v) bir Hadis-i Kudside (Kudsi hadis: Manası Allaha, lafzı ise Peygambere ait olan hadis demektir) şöyle buyurmaktadır: Cenab-ı Hak: Ben kulumun zannı üzereyim. Beni zikrettiği zaman ben onunlayım, o beni kendi nefsinde anarsa, bende onu kendi zatımda, o beni bir toplum arasında anarsa ben onu daha hayırlı toplumda anarım, o bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira yaklaşırım, o bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim. (Buhari, tevhid, 35; Müslim, zikir, 1)
İyi bir kulluk, en yüce makamdır. Onu anmakla, onu zikretmekle kul, kendi değerini yüceltir. Allaı zikretme bazen belirli nedenlere ve zamana dayalı olduğu gibi, bazen de belirli sayı ve vakitlere bağanmıştır. Zikrin belirli bir kısmı da herhangi bir sayıya ve vakte bağlanmamıştır, ta ki Müslümanlar, her an Allahı zikretsinler, Ondan gafil olmasınlar. Yüce Allah kendisini sürekli anan mümin kulları hakkında: Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken, Allahı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi cehennem ateşinden koru. (Al-i İmran süresi, 191) Onlar, inananlar ve kalpleri Allahı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allahı anmakla huzur bulur (Rad,28) buyurmaktadır.
Bu ayetlerden de anlıyoruz ki; zikir sadece tesbihat yapmaktan ibaret olmayıp, namaz kılmak, Kuran okumak, sadaka vermek, helal rızık kazanmak, çoluk cocuğunun rızkını temin etmek ve tefekkür etmek gibi bir çok çeşitleri bulunmaktadır.
Cenabı Hak, bizlere rızası doğrultusunda yaşamayı cümlemize nasip eylesin.