İlk insan ve İlk Peygamber Hz. Adem (as)’den bu güne kadar insanların bir kısmı Hakk’a, diğer bir kısmı ise batıla hizmet etmişlerdir. İnanışlarına göre hareket ederek, Putperestler puthaneler, yahudiler havralar, hiristiyanlar kiliseler yapmış, Müslümanlar da Cami ve Mescitlerle yeryüzünü donatmışlardır. İslâmın dışında yapılan hiçbir mabet, Sultanahmet kadar şık, Süleymaniye kadar zarif, Selimiye kadar narin yapılamamıştır. Onlar ki; dış görünüşleriyle gözleri, iç görünüşleriyle de kalpleri huzura kavuşturur. Ecdadımızın her fethettiği yere imanın sembolü olan camiyi, temizliğin sembo-lü olan hamamı ve ilmin sembolü olan mektebi yapmış olması güzel bir örnek değil mi? İlim, ibadet ve temizlik, bir medeniyetin üç ana unsuru ve sacayağıdır. Her devirde, camilerimiz İslâm toplumunun temelini teşkil etmiştir. Çünkü asırlardan beri müslümanlığın kalbi camilerde atmaktadır. Orası Mü’minlerin görüşüp buluştukları ve birlikte ibadet ettikleri müstesna yerlerdir. Namazların toplu halde kılınabilmesi ve müslümanların bir araya gelebilmesi için cami ve mescitlerimiz yapılmıştır. Yeryüzünün ilk mescidi de, Kâbe-i Muazzama olmuştur. Bütün mescitler ona yönelmiş, bütün camiler ona yön tutmuştur. İslâmi kaynaklarda “cami” karşılığı olarak “mescit” kelimesi kullanılmaktadır. Mescit, secde edilen yer anlamına gelir. Secde etmek namazın önemli bölümlerindendir. Zira kulun, Allah’a en yakın olduğu zaman dilimi, secdede geçen süredir. Camiler, İslâmın öğretilip yaşatıldığı, bize ruh veren, bizi diri ve canlı tutan, bizi tanıştırıp kaynaştıran, bilgimizi ve kardeşliğimizi pekiştiren bi-rer simgedir. Tarih şahittir ki; yeryüzünde mabet- siz bir toplum yaşamamış ve mabetsiz bir şehir kurulmamıştır. Anadolunun İslâmlaşmasında, milli ve dini kültürün yayılmasında, en büyük rolü camiler oynamıştır. Bu gün dahi bazı bölgelerimizde; damadın gerdek odasına, delikanlıların asker ocağına, hacıların hac yolculuğuna uğurlanışları hep camilerden olmaktadır. Camiler, yeryüzünün biricik huzur yuvalarıdır. Camilerde Allah anılacak ki, kalpler huzur bulsun. Çünkü Kur’an’ında Cenab-ı Hakk; “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (Ra’d,13/ 28) buyurmaktadır. Üç kıtaya hükmeden milletimiz, o devirde sadece cami kültürü ile yetişmişti. Orası aynı zamanda, edep ve terbiye ocağı, ilim ve irfan dergahı, için ve dışın temizlendiği yerdir. İbadet etmek isteyen herkesin en kolay girebileceği, her güzel telkine bağrını açan mekân cami-dir. Camiler, ibadetin ve duanın en güzel icra edildiği mekanlardır. Günde beş vakit ezanların semaya yükseldiği, bu mekanlar Allah’a en sevimli mekanlardır. Camiler, emniyet yeridir. Oralarda, bağırılmaz, adam dövülmez, silah çekilmez, gelişi güzel oturulup, konuşulmaz. Konuşmak gerekse bile; çok nazik ve kibar bir usulle konuşulmalı, saygısızlık yapılmamalıdır. Okunan Kur’an’ı, yapılan va-azı, verilen hutbeyi tam bir hürmet ve ciddiyetle dinlemek icab eder. Cemaati tiksindirecek, kılık kıyafet ve davranışlarda bulunulmaz. Israrlı öksürme, aksırma ve geğirme hiçbir yerde uygun olmadığı gibi, camilerde ise hiç uygun değildir. Cami ve insan, birbirinden ayrılmayan iki kelimedir. Orası, halkın mektebidir. Camilerdeki her vaaz ve hutbe, dini içerikli de olsa eğitime yöneliktir. Kürsülerden anlatılanlar, iyi insan ve iyi müslüman yetiştir-me çabasına matuftur. Hz. Peygamberimizden, günü- müze kadar, camiler, sadece ibadet yeri olarak değil, en önemli kararların verildiği, savaş meclislerinin toplandığı yerler olarak da kullanılmıştır. Sevgili Peygamberimiz, insanlığa sevgi ve kardeşliği buralardan öğretmiştir. En güzel hutbelerini “minber”den okumuştur. Camilerde, kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Sultanla köle aynı safta, zenginle fakir aynı hizada, amirle memur aynı huzurda buluşurlar. Herkes tek olan Allah’a yönelerek, ondan ister. Orada yapılan ibadetler, yalnız başına yapılan ibadetlerden daha çok sevap fazilet kazandırır. Çünkü Hz. Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde; “Allah’ın en çok sevdiği ve hoşlandığı yerler mescitlerdir” (Müslim, Mesacid, 288) buyurur. Allah’ın evi olan camilere giderken temiz olmak gerekir. Kirli elbiselerle, pis çorap kokula-rı ile cemaatin huzurunu bozmaya, onların ibadetten alacakları feyzi engellemeye kimsenin hakkı yoktur. Camiye cemaat olmak isteyen kimse, önce kendi üstüne başına dikkat etmeli, bilhassa Cuma ve Bayram namazlarına gelirken guslederek gelmelidir. Bundan başka, ezan hürmetle dinlenmeli, ezan bitince duası okunmalı, camiye sağ ayakla girilip, sol ayakla çıkılması, camide öncelikle ön safların doldurulması gerekir. İmam yanıldığında ve-ya hastalandığında onun yerini alabilecek kişilerin, imamın arkasında namaz kılması uygundur. Kısacası; cami- deki intizam ve kardeşlik ruhu cemiyete yansımalıdır. Bir ilim, irfan, edep ve ibadet yuvası olan camilerimizde elde edilen bilgiler ve kardeşlik ruhu ile insanlık onuru hayat bulacak ve bu vesile ile daha da huzurlu bir toplum meydana gelecektir. Yüce dinimiz İslam, insan onurunu temel ilke olarak benimsemiş, emir ve yasaklarını buna göre şekillendirmiştir. Tüm insanlar, sadece insan olmaları dolayısıyla, Rabbimizin bir lütfu olarak onur ve haysiyet sahibi olarak doğarlar. Yüce Allah (c.c), bu hususta Kur’an-ı Kerim’de “Biz,hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahi- bi kıldık…” (İsra,17/70) buyurmaktadır. Bu lütuf, aynı zamanda onun temel kişilik hakları ve özgürlüklerinin de teminatıdır. Bütün peygamberlerin mücadelesi insanlığa onurlu bir hayat kazandırmak olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v) de onurlu bir hayat mücadelesinin önderidir. O, İslam dinini tebliğde ve sosyal münasebetlerinde insanlara daima sevgi ve hoşgörü ile yaklaşmış ve onlara yumuşak davranarak onların gönüllerini fethetmiştir. O’nun insani ilişkilerdeki temel özelliği; merhameti, hoşgörüsü ve şefkatli olmasıydı. Bütün insanlara karşı nezaket, sevgi ve şefkatle muamele eder, düşmanlarına bile sert davranmazdı.Toplumda şefkat ve saygının yayılmasını isteyen Peygamberimiz (s.a.v): “Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15) buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v); zengin, fakir, yerli, yabancı, makam ve mevki ayırımı yapmadan herkese eşit davranmış ve onlara değer vermiştir. Her toplumda olması muhtemel fakir, hasta, yaşlı, dul, yetim ve çocuklara özel bir ilgi göstermiştir. Mekke’ de sözde bazı ileri gelenler bu duruma karşı çıkmaları-na gerekçe olarak ilk Müslümanların fakir, kimsesiz ve kölelerden olmasını gösterdiler. Nitekim Yüce Allah, onların bu karakterini şu Ayet-i Kerimede ortaya koymakta-dır. “Onlara, insanların iman ettiği gibi sizde iman edin denildiği zaman ‘Biz hiç, sefihlerin iman ettikle-ri gibi iman eder miyiz!’ derler ..” (Bakara,2/13) Yara-tılış itibarıyla saygın bir varlık olan insan, kendisinin olduğu kadar başkalarınında onurunu korumakla mükelleftir, bu yüzden insanların sahip olduğu temel kişilik haklarını ihlal eden davranışlardan herkes kendisini muhafaza etmelidir. Dinimizde insanın kanını dökme, ona maddi ve manevi şiddet uygulama, gıybetini yapma, ifti-rada bulunma, alay etme, küçük görme insanın haysiyetini zedelediğinden dolayı yasak edilmiştir. Peygam- berimiz bir Hadis-i Şerif’te: “Müslümanın Müslümana malı, ırzı ve kanı haramdır. Müslüman kardeşini kü-çük görmesi kötülük olarak yeter.” (Ebu Davud, Edep,35) buyurmaktadır. Yüce dinimiz İslam, birlik, bera-berlik, barış, huzur ve kardeşlik dinidir. İslam dini sadece müslümanları değil bütün insanları barışa, kardeşliğe, insanlar arasında iyi münasebetler kurmaya çağırmak- tadır. Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de bu konuda “Allah’a ve Rasülüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz el-den gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal,8/46) buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v)’de şu Hadis-i Şerif’te, ”Allah’a yemin ederim ki: iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe olgun mü’min olamazsınız. Size bir şey söyleyeyim. Onu yaptığınız zaman birbirinizi seversiniz. Aranızda selamı yayın.” (Buhari, Edep, 27) buyurmaktadır. Yüce Allah ve Resulü’nün emir ve tavsiyeleri bu iken, özellikle İslam ah-lak ve terbiyesinden yoksun olan bazı kişilerin birbirine düşman olması, birbirinin kanını akıtması, birbirinin canına, kanına, mallarına, ırz ve namuslarına saldırmaları, İslamın getirdiği iman, ibadet ve ahlak ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Halbuki tarihte elde ettiğimiz başarı ve zaferlerin özünde iman ve din kardeşliği bilinci mevcuttur. Ecdadı-mız komşusu açken tok uyumayı peygamber dergahından kovulma anlamın- da anlar ve çevresine elinden gelen her türlü yardımı yapardı. Başta zekat ve fit-re olmak üzere, yaygın yardım kurumları, toplumsal barışın sigortasıydı. Top- lumsal barışın ve din kardeşliğinin gelişmesi için mutlaka İslam kardeşliğinin gereklerini yerine getirmeliyiz. Dargınları ve birbirleriyle anlaşamayanları barıştırmak, darda ve sıkıntıda olan din kardeş-lerimizin sıkıntılarını gidermek suretiyle hayatımızı sevgi, saygı, hoşgörü ve diyalog içerisinde sürdürmeliyiz.