Tarih boyunca Müslümanlar mescit yapımı ve imarı konusunda hiçbir fedakarlıktan  kaçınmamışlardır. Her gittikleri yerlere mescit taşımışlardır. Hz. Peygamber: “Kim Allah için bir mescid yapar ya da yaptırırsa, Allah da o kimseye cennette bir köşk ihsân eder” buyurarak mescid yapmayı teşvik etmiştir.

Mescid ve camilerin her biri Ka´be´nin şubesi gibidir. Kuran´a göre Kabe, bir hidâyet vesilesidir. (Âl-i İmran 3/96). Dolayısıyla bütün camiler de Kabe´nin bir şubesi olduğuna göre, hepsi de aynı amaca hizmet etmektedirler. Hidayet, insanın kendisini emniyette hissetmesi olayı olunca, manevi bir sığınak kılınan Kabe ile müminin tavafla bütünleşmesi, inanç ve düşünce hayatında gönlünü tezkiye etmede önemli bir basamak oluşturur. Amerika´lı zenci Müslüman hareketi önderi Malcolm X (ö. 1965), “ırk ayrımcılığının olmadığı gerçek kardeşlik anlayışını Kabe´de gördüm” diyerek gerçek İslam´la buluşmasını bu kutsal mekan sayesinde sağlamıştır.

İslam´da hayatın, şehrin ve medeniyetin merkezinde cami vardır. Cami bireyin inanç dünyasından toplumsal ilişkilere, kulluk, sorumluluk ve güzel ahlak bilincinin oluşmasından hukukun inşasına, eğitimden iktisada, aileden çevreyle ilişkilere, hayatın bütün alanlarına yönelik değerlerin köklerinin birleştiği mekândır.

Peygamber efendimiz henüz hicret yolundayken, ilk fırsatta Kuba´da yapımında bizzat kendisi de çalışarak bir mescid inşa etmiş, Medine´ye hicretle birlikte, Mescid-i nebi´nin temelini atmıştır. Mescid-i nebinin fonksiyonlarına baktığımızda; eğitimden iktisada kadar, bireysel, toplumsal ve idari bütün işlerin mescid içinden yürütüldüğünü görmekteyiz. Nitekim İslam´ın en güzide topluluğu olan sahabe nesli bu mescitten yetişmiştir.

Kubbesiyle Müslüman yürekleri  “tevhid” eden; Minberi ve kürsüsüyle ilmi, hikmeti haykıran; Mihrabıyla yüzleri ve gönülleri Allah´a döndüren; Minareleriyle şehirlerin şehadet parmağı olan camiler bir İslam beldesinin en somut şiarıdır. Cami hem fiziki yapısı ve varlığı, hem de fonksiyonları ve temsil ettiği değerler açısından İslam toplumunun ve düşüncesinin merkezidir. Fiziki yapı olarak baktığımızda camiler; sanatın sadelikle huzur veren bir insicam içinde buluştuğu, maddenin manayla bütünleştiği, İslam inancının temel ilkelerini hatırlatan öğeleriyle özgün mimari yapılardır.

Caminin bu merkezi konumunun önemi aslında sadece fiziki varlığı da değildir. Caminin temsil ettiği değerlerdir. Kubbe, kürsü, minber, mihrap ve minaresiyle camiye ait her mekânın özel anlamları vardır. İslam´ın temeli olan tevhid ve insanın ana gayesi kulluk, en somut şekliyle camilerde yaşanmaktadır. Kıyam, rükû, secde bir duruşun, bilincin ve hayat tarzının ifadesidir. Kürsü ve minber İslami bilginin ve bilincin membaıdır.

Camide, omuz omuza saf tutularak kılınan her namazda, statülerin ve farklılıkların; eşitlik ve kardeşlik çizgisinde buluştuğu bir mana yaşanmaktadır. Dolayısıyla camilerin fiziki varlığı ve işlevleri kadar, bireyi ve toplumu inşa eden yönü de göz ardı edilmemelidir.

Camiler inşa etmek, onlara sahip çıkmak ve camileri onarmak ve camileri imar etmek Müslümanların bir görevidir. Aynı zamanda Müslümanlar, camilerin temsil ettiği, tevhid, kulluk, özgürlük, kardeşlik, eşitlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma gibi değerleri koruma, yaşama, onarma ve yaşatma sorumluluğunu da taşımaktadır.

Allah Rasulü´nün “yeryüzü bana mescit ve temiz kılınmıştır” hadis-i şerifi aynı zamanda bütün yeryüzünde İslam´ın hayat veren ilkeleriyle yaşamak ve bu ilkeleri tanıtmak mesajını da ihtiva eder. 

Allah Teâlâ´nın, kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği, “kalbi mescitlere bağlı olan kimseler”, caminin ve cemaatin müdavimi olmaları yanında, kalbi İslam´ın değerlerine bağlı kimselerdir.

Tarih boyunca Müslümanların, evinden önce mescidini inşa ederken, yaptığı sadece fiziki bir mekân değildir. Tevhid, kulluk, kardeşlik gibi değerler üzerinde yükselen bir hayatın ve medeniyetin de inşasıdır.

İslam tarihi boyunca şehirler cami merkezli planlanmıştır. Dolayısıyla, cami şehrin merkezini belirler, şehir planının kurucu öğesidir ve şehir caminin etrafında şekillenir. Çevresinde yaşanan şehir hayatı, caminin bir devamı olarak gelişir. Camideki tevazu iş hayatına, merhamet aile hayatına, şefkat insan ilişkilerine yansır. Caminin bireye kazandırdığı; adalet, merhamet, yardımlaşma gibi ahlaki değerler şehrin huzurunu ve güvenini sağlar.

İslam tasavvurunda şehir; hukukun uygulandığı, insanların haklarının ve özgürlüklerinin teminat altına alındığı, güvenin ve huzurun yaşandığı yerdir. İnsanların, çevreyle ve toplumla ilişkilerini, sorumluluk ve duyarlılık bilinciyle kurdukları yerdir. İnsanın ve insana ait değerlerin ön planda olduğu yerdir.

Hicretle birlikte şehir, Mescid-i Nebi´nin etrafında kurulmuş, Yesrib, mescidin inşa ettiği değerler ile Medine´ye dönüşmüştür. Efendimizin kurduğu bu cami merkezli şehir, Müslümanların kurdukları şehirlere model olmuştur.

İslam düşüncesinde şehirlerin ruhu vardır ve şehir o ruh ile anlam kazanır. Çünkü şehri anlamlı kılan; şehrin, üzerine imar edildiği manevi değerlerdir. Eğer insanın değerleriyle, içerisinde nefes aldığı şehir arasında bir bağ yoksa o insan, yaşadığı şehirde hep gariptir, garip kalır.

İslam şehirlerinin ruhunu cami merkezli değerler oluşturmaktadır. Cami, insanın kendisiyle, rabbiyle, toplumla, çevreyle, sorumluluk ve duyarlılık bilinciyle olumlu ilişkiler kurması için onu eğitir. Bu ilişki biçimi şehirle, yaşanan bir ahlaka ve yerleşik bir hayata dönüşür. Böylece erdemli bireylerin kurduğu şehirler, medeniyeti inşa eder. Camiler şehrin kalbidir. Nasıl ki kalp, kanın temizlenmesi için hayati bir görev icra ederek insanın hayatta kalmasını sağlıyorsa, mabedlerde şehri ayakta tutan değerlerle gönülleri imar eden mukaddes mekânlardır.

İslam tarihi boyunca Müslümanlar, caminin temsil ettiği değerleri kuşanarak, güvenli şehirler kurmuşlar, refahın ve huzurun yaşandığı şehirlerle, insani değerlerin ön planda olduğu, mazlumların umudu ve sığınağı olan medeniyetler inşa etmişlerdir. 

 

Bugün en önemli meselelerimizden birisi, cami tasavvurumuzu ve planlamamızı, acil olarak, yeniden ele almamız gerektiğidir. Camilerimiz, mutlaka, şehirlerin dokusuna ve nüfus yoğunluğuna uygun, sosyal din hizmetleri, kadın, çocuk, engelli, yaşlı bireyler göz önüne alınarak planlanmalıdır. Camiler artık bir kültür merkezi olarak da düşünülmeli ve bu işlevi yerine getirecek mekânlarla beraber inşa edilmelidir.

Diğer yandan, camilerin, bireyi ve toplumu güzelleştiren işlevselliğini yeniden güçlendirmeliyiz. Caminin temsil ettiği, tevhid, birlik, beraberlik, samimiyet, kardeşlik, paylaşma, tevazu gibi değerlerin, bireysel ve toplumsal hayatımızda daha etkin olması için gayret sarf etmeliyiz.

Bizler caminin değerleriyle kurulan bir medeniyetin varisleriyiz. Sadece ibadetlerimiz değil, tarihimiz, edebiyatımız, örf ve adetlerimiz camiyle iç içedir. Nitekim İstiklal mücadelemizin en önemli merkezlerinden biri camilerimiz olmuştur. Aynı şekilde 15 Temmuz hain darbe girişiminde, minarelerinden yükselen salâlarıyla, camilerimizin ne kadar önemli olduğu açıkça görülmüştür.

Şehirlerimizin huzuru ve güveni için bütün sorumluluklarımızı özveriyle yerine getirmeliyiz.  Bugün, bireysel bunalımlar ve küresel krizlerin girdabında tarihinin en zor zamanlarından birini yaşayan insanlığın, huzuru, barışı ve güvenliği için, İslam medeniyetinin mensupları olarak, en büyük sorumluluğun üzerimizde olduğu bilinciyle her zamankinden daha çok çalışmalıyız. 

           Camilerin birinci fonksiyonu, namaz kılma mekânı oluşudur. Namaz, bağımsızlığın simgesidir. İşte namaz, tevhidi en güzel bir şekilde sembolize eder. Toplu namazlarda, Gayr-i Müslimlerin bu olayı canlı olarak izlemeleri onlar üzerinde müthiş bir etki yaratmaktadır. Kendisinden dinlediğim kadarıyla Kanadalı bir bilim adamının hidâyet öyküsü, Fas´ta bir camide izlediği ve gözlemlediği namaz sayesinde olmuştur. Onun için turistlerin camilerimizi gezmelerinde böyle faydalar da vardır.

İslam tarihine baktığımız zaman, Müslümanlar Kur´an´ın bir emri olduğu için, gayr-i müslimlerin ne havralarına ve ne de kiliselerine dokunmamışlar, hatta onların mabetleri kadar kültür varlıklarının ayakta kalması yolunda  büyük gayret sarf etmişlerdir. İstanbul´u fetheden atamız Fatih Sultan Mehmet, yayınladığı fetih bildirisiyle, Müslüman´ı camide, Yahudi´yi havrada, Hıristiyan´ı kilisede görmek istemesi, dinî hoşgörü açısından  büyük bir olaydır. Bugün, İslam memleketlerinin birçoğunda, gayr-i müslim ahalinin mabetleri ayakta durmaktadır. Bu elbette, İslam´ın diğer din mensuplarına, onların mabet ve kültürel varlıklarına tanıdığı hoşgörünün bir neticesidir. Maalesef, günümüzde bile, Müslümanların bu hoşgörülü yaklaşımını, bazı Müslüman olan ve olmayan ülkelerde varolan İslam medeniyetinin canlı âbideleri Osmanlı eserlerine karşı bulamıyoruz. Özellikle Balkan coğrafyalarında  Türk-İslam medeniyetine ait, tarihi eserlerimiz, başta camiler, hamamlar, çarşılar, medreseler vb. gibi kültürel varlıklarımız yok edilmektedir. Bosna-Hersek savaşında Sırpların önce cami, minare ve Osmanlı yadigarı Mostar köprüsü gibi tarihi köprüleri vurduğunu gözlerimiz yaşararak seyrettik. Bugün ata yadigârı olan bu camileri ve tarihi Mostar köprüsünü tamir etmek ve yeniden yapmak yine aziz milletimize nasip olmuştur. Bu da milletimiz için gurur vericidir.

Camilerimiz, açık üniversite gibi, birçok fonksiyonu yerine getiren, çok amaçlı müesseseleredir. Bu fonksiyonlardan birisi de cami cemaatinin eğitimi ve öğretimidir. Bu açıdan camiler, yaygın eğitim kurumlarına en güzel örnek teşkil ederler. Her şeyden önce, cemaatin, bu mekanlarda yapılan vaazlarla, Cuma ve bayram hutbeleriyle helal, haram gibi en azından ilmihal konularındaki  bilgileri artar. Ayrıca, camilerimizde bugün Diyanet İşleri Başkanlığımızın “Cami Dersleri”  başlatması, geleneğin yeniden ihyâ edilmesine yönelik bir girişimdir. Çünkü, asr-ı saadette, gerek mescid-i nebîde bulunan ‘suffe ashâbı´nın eğitimi ve gerekse, İslam tarihinde camilerimizde değişik ilimler dalında ilim halkaları oluşturulmuş, birçok bilgin camilerden aldığı bu dersler sayesinde dinî otorite makamına yükselmişlerdir.   Camilerin manevi imarı kadar,  maddi imarı da son derece önemlidir. Tarihi camilerimizde olduğu gibi, yeni yapılan camilerde de göze ve duygulara hitap edecek düzeyde İslam sanat ve mimarisi ön plâna çıkarılmalıdır. İhtiyaç fazlası, sanat zevkinden uzak, birbirine yakın çok cami yerine; sanat eseri niteliğinde camilerin inşasına ağırlık verilmelidir.

Tarihsel süreçteki külliye geleneği yeniden yaşatılmalıdır. Camilerimizin çevresi, okuma salonları, düşünce merkezleri, aşevleri vb gibi müesseselerle  şekillendirilmelidir. Ayrıca, çevre düzenlemesine önem verilmelidir. Evlerin ve dükkanların sarmaladığı tarihi camilerimizin çevresi açılarak, tarihi görünümü önplâna çıkarılmalıdır.  Bu konuda vakıflar ve yerel yönetimlerin çabalarına her türlü destek verilmelidir. Günümüz, biraz da imaj çağıdır. Camilerimiz mimari ve estetik açıdan çekici olmalıdır. Çünkü, estetik, insanda hoşlanma duygusudur. Dolayısıyla, sanat zevkini okşayıcı bir mimari özellikte yapılan camiler, hem ibadet açısından manevi hazzı artırır ve hem de temsil yönüyle İslam dinin tebliğine yardımcı olur.

İslam tarihinde camiler sadece okul olarak değil, ıslahevi olarak da kullanılmıştır. Bu vereceğim örnek, aynı zamanda suçluların rehabilite edilerek tekrar topluma kazandırılmasının da iyi bir örneğini oluşturur. Takriben hicrî V. Senede  Müslümanlar Necid bölgesine bir gazve düzenlerler. Burada Necid´li reis Sümâme b. Usal´ı esir olarak yakalayıp Medine´ye getirirler ve kılınan namazı izleyebilecek şekilde Mescid-i Nebî´nin bir köşesine bu reisi hapsederler. Hergün insani yardım olarak onun yiyecek, içecek ve her türlü tabii ihtiyacı temin edilir. Hz. Peygamber, camiye her gelişinde onu İslamiyet´e davet eder. Fakat Sümame her seferinde şöyle cevap verir: “Para istiyorsan sana para verebilirim. Beni öldüreceksen kan dökmüş olan birisini öldürmüş olacaksın.” Üç gün müddetince Hz. Peygamber, onu İslam´a davet ettiğinde, cevabı değişmedi. Hz. Peygamber üçüncü günü de ondan aynı şeyi duyunca, onu serbest bıraktı. Camiden çıkan Sümame bir gusül abdesti aldı ve sonra camiye geri gelerek, sevinçli bir şekilde Müslümanlığını ilan etti. İlâve olarak: “Ey Muhammed! Şimdiye kadar, benim en çok nefret ettiğim şahıs idin. Fakat şu andan itibaren yeryüzünde en çok sevdiğim şahıs durumundasın.”

 

Camide cemaatle namaz kılmanın  sosyal açıdan olduğu gibi psikolojik açıdan da sayısız yararları vardır. Namaza katılanlar arasında bir nevi sosyal açıdan grup arkadaşlığı meydana gelir. Bu durum, kişilerin birbirine güven duymalarını artırır, toplumsallaşmalarını sağlar. Neticede, insanlar birbirlerinin samimiyetine güvenerek her türlü problemlerini birbirlerine açarak itirafta bulunurlar ve ruhen rahatlarlar. İşte camide toplu namaza katılmanın “grup terapisi” açısından böyle bir yararı vardır.

Ayrıca burada önemli bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı´nın 18 Mayıs 2002 tarihinde İstanbul´da düzenlemiş olduğu “Güncel Dinî Mes´eleler İstişare Toplantısı´nda aldığı tavsiye kararlarından birisi de  kadınların cemaat namazlarına katılmalarıyla ilgilidir. Yapılan bu toplantıda “kadınlar günlük namazlara, bayram, Cuma ve cenaze namazlarına iştirak edebilirler. Hz. Peygamber dönemindeki uygulama dikkate alınarak, Cuma ve Bayram namazlarına kadın ve çocuklar özendirilmesi gerekir” denilmektedir. Bu güzel bir tavsiyedir. Maalesef bizde sadece kadınların teravih namazına katılmaları gelenek haline getirilmiş, diğer namazlar konusunda yasakçı bir zihniyet teşekkül ettirilmiştir. Bunun değiştirilmesi gerekir. Camilerimiz, kadın cemaatimizin de namaz kılacağı şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Çocuklarımızın ve gençlerimizin cami ve cemaat sevgisi küçük yaşlardan itibaren başlar. Bu sebeple, özellikle çocuklarımızı hiç olmazsa, mübarek gecelerde ve dinî bayramlarda camiye getirmeliyiz. Orada başta Kur´an olmak üzere okunan mevlid-i şerifler ruhlarına büyük etki edecektir. Ayrıca, camiye gelen bu çocuklarımıza şeker türü yiyecek ve okumak için çocuk kitapları dağıtılırsa onlar bu mekânlara daha çok dost olacaklardır. Burada cami cemaatimize de büyük görevler düşmektedir. Camiye gelen çocuklarımıza karşı müşfik davranılması gerekir. Onlara sevgi ile yaklaşılmalıdır. Kısaca, günümüzde çocuk suçluluğunun arttığı bir dönemde, onları yeniden kazanmanın bir başka yolu da cami ve cemaati sevdirmekten geçtiği unutulmamalıdır.

Bu sebeple çocuklarımızı, genç yaşlı bütün kardeşlerimizi, mabedlerin huzur ikliminde buluşmaya davet ediyor, “Camiler ve Din Görevlileri” haftasını tebrik ediyor, camilerimizin yapımında ve yaşamasında emeği geçenlere ve katkısı olanlara, görevde olan din gönüllüsü hocalarımıza başarılar diliyor, emekli olan din gönüllüsü hocalarımıza hayırlı ömürler diliyor, ahirete göç edenlere de rahmet diliyorum.