Kolay olur mu hiç…

Kim ister, domuz olmayı, ayı olmayı?

Ya da köpek dersem mesela…

Ama kaplan dersem, hele, hele aslan dersem; kasıntıdan tekmil kemikleriniz kütür, kütür öter, gururdan ağzınız kulaklarınıza varır…

Oysa tümü de hayvan; Allah’ımız yaratmış onları…

O, İlahi gücün hikmetine karşı gelinir mi? O’nun yarattığı ne olursa, kim olursa olsun; mutlaka bir kerameti yok mudur?

O halde:

Yaradan’a inancınız tam ise:

O’nun yarattıklarından işinize gelen iyi, gelmeyen nasıl kötü olabilir? Onları tasnif etmek inançlı olduğunu savunan Müslüman’a yakışır mı?

Örneğin:

Ben domuzum…

Hemen ve suphan Allah demeyin; Yüce Allah, domuzun etini yasaklamış Müslümanlara ama doğmasına, üremesine engel olmamış…

Nedeninden sual olunmak, O Yüce güce şirk koşmak olmaz mı? Bunu ilahiyat uzmanlarımız mutlaka en doğru şekilde yorumlama yetkisine sahiptirler…

 Ben “Domuzum dedim.”

 Evet, ben domuzum. Üstelik; domuz oğlu domuzum…

 Çünkü Rahmetli babam da domuzdu; hem de domuz oğlu domuz…

 Zira; Babamın babası yani, ismi bana verilen cennet mekan olası dedem: Bedel ödeyip, ense yapmamış da; Çanakkale’ye savaşa gitmiş ve de şehit düşüp orada kalmış…

 Domuzluğundan yani…

 Çok düşündürücü değil mi?

 Günümüzde:

 Domuz olanlar askere, domuz olmayanlar, yani bedel ödeyenler aslan hem de aslan oğlu aslan olacaklar; kanun çıkarsa… Çıkacak ama… Genel Kurmay da eyvallah dediğine göre…

 Yani:

 18.000 TL karşılığında canlarını garantiye alacak olanlar…

 Her neyse, bunu geçelim; ne olur ne olmaz, yeni çıkan Makul Şüphe yasasına takılıp, kodesi boylamak, bu yaşın harcı değil. Maazallah!

 En güzeli, onur duyduğum domuzluğa devam…

 Hani derler ya: “Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.” diye. Aynen öyle olmuş…

 Meğer eşim de domuzmuş yaa!

 Hem de babadan domuz; şansıma, O da böyle çıktı. İyi mi?

 Rahmetli Kayınbabam da çalıştığı devlet memurluğunda hep domuz kalmış; çoluk çocuğunun geçimini domuzluğa kanaat ederek idare edip gitmiş, hiç kaplanlığa aslanlığa özenmeye tenezzül etmemiş…

 Domuzluğundan tabii…

 Domuz deyip geçmeyin hani:

 Birkaç hafta önceleri ülkemizin tekmil medya esnafını seferber eden olayların başını domuzlar çekmişti…

 Hatırlarsınız canım; hani İstanbul Boğazından karşı-dan karşıya geçen domuzcukları…

 Garibanlar neden tedirgin olmuşlarsa, boğazın serin sularına vurmuşlar kendilerini, yüz babam yüz…

O denizin suyundan, bir yudum dahi tatmadan bu tehlikeli yolculuğu; meraklı, bir de hayırnaz insanlarımızın yardımıyla sonlandırabilmişlerdi…

Ne demiş atalarımız?

“DEVLETİN MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ...”

Yani?

Domuz olmamak için mutlaka yemek lazım!…

Yensin ki:

Aslanlık, kaplanlık ortaya çıksın…

Bu nedenledir ki:

Necip milletimizin mübarek kesimi, aslanların kaplanların hayranıdır; gurur duyarlar!...

Onların artıklarından yararlansınlar diye…

Çünkü aslan, kaplan yırtıcıdır. Parçalayıp karnını doyurduğu hayvancıkların deri, kemik vb artıklarını yalamak bile kazançtır… Hele bunlar, devletin yani kamunun, yani fakir fukaranın malı, hele, hele saçı bitmemiş yetimin hakkı ise…

Ya domuzlar ne bırakacaklar ki? Ancak kendi karınlarını doyurabilirler o kadar…

Her şeye rağmen biz ailecek domuz geldik, domuz gideceğiz bu dünyadan…

Allah’ın huzuruna KUL HAKKI yemiş olarak çıkmaktansa; şu fani dünyada domuz olmak, domuz kalmak daha insancadır diye inanmaktayız…

 “DEVLETİN MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ” İse; Biz Domuzuz; yemedik, yemeyeceğiz arkadaş!

Yiyenlere haram zıkkım olsun…