Yirminci yüzyılın en popüler mecralarından biri olan radyo, doksanlı yılların ortalarında özelleşme politikalarının yaygınlaşması ile Türkiye’de kurumsal alandan çıkıp çok sesliliğe ulaşmıştır.

O yıllarda ilçemizde de özel radyolar açılmış. Açılan bu radyo kanalları ilçe halkına uzun yıllar hizmet etmiştir. TRT’nin koyduğu yasakların dinleyicileri bezdirdiği bu dönemde, bu özel radyoların bir telefonla istedikleri şarkı türküyü dinletmeleri, dinleyicilerin rahat rahat sohbet etmeleri, yerelden haberlerinin olması vb. bu radyoların halk tarafından kısa sürede beğenilmesine yol açmıştır. Radyolarda kamu ve belediye haberleri yapılıyor. Yerel sorunlar dile getiriliyor, şikâyetler, beğeniler, selamlar tavsiyeler… Tek gelirleri de reklamlar. Radyo Güneş de İnegöl’de ilk kurulan özel radyolardan. Radyo, ilçenin tek profesyonel futbol takımı İnegölspor’un maçlarını yayınlayarak futbolsever dinleyicilerin gönlünde taht kurmuş. İlçe stadyumundan radyoya telefonla bağlanılıyor, spiker İbrahim ve Gazeteci Sadullah, kendilerine has anlatım ve yorumlarıyla dinleyicilerle buluşuyorlar. Zamanla spor kamuoyundan deplasman maçlarının yayını için de talepler başlıyor. Tabii o zamanlar teknoloji şimdiki gibi gelişmiş değil. Tek tük cep telefonları var ama her yerde çekmiyor. Deplasmanlarda ilçedeki stadyum imkânlarından yararlanmak imkânsız. Tek çare araç telefonları. 522 ile başlayan telefon numaralarına sahip bu telefonlar araç içi kullanıldığı gibi seyyar da kullanılıyor. Bataryasından dolayı olsa gerek bayağıda ağırlar. En belirgin markaları da Nokia, Ericsson. İnegölspor’da genel kaptanlık yaptığım yıllar... İşte böyle, yerel radyolarda İnegölspor’un maçlarının canlı yayınlandığı, İnegölspor haberlerinin, röportajlarının yapıldığı bu ortamlar… Bu atmosferde biz yöneticilerin de popülerliği doğal olarak artmıştı. Maçlar haricinde idmanlara geliyorlar, oynanmış ve oynanacak maçlar hakkında oturumlar düzenliyorlar. Ehh, bunlara da genelde Başkan, basın sözcümüz ve ben katılıyorum. Bu hoşuma gitse de zaman zaman yönetim kurulunda gündem oluyor ve diğer arkadaşlar da bu ambiyansa dahil olmak istiyorlar. En çok da Fevzi abi. Fevzi abi “Kardeşim ben asbaşkanım benimle de röportaj yapmaları lazım.” O sene İnegölspor ligde İstanbul ağırlıklı bir gruba düşmüştü. Ayda bir iki sefer İstanbul deplasmanına gidiyoruz. Asbaşkan Fevzi abi demir ticareti ile uğraşıyordu. İstanbul’da toptan demir aldığı toptancısının cihangirde güzel oteli vardı. Deplasmanlar da orada konaklıyoruz. Deplasmanımız olduğu hafta iki gün önceden yola çıkıyoruz. Kafilede genel kaptan, kafile başkanı ve bir idarecimiz olur, diğer idareci arkadaşlar da özel arabalarıyla kafileye eşlik ederler. Yanlarında radyocuları, gazetecileri ve olmazsa olmaz amigo Marlo’yu da getirirler. Marlo, başkanın arabasından başkasına binmez. Şarlo aslında Charlie Chaplin’in yarattığı ünlü bir karakterdir. Komik bıyığı, melon şapkası paytak yürüyüşü ve durmadan salladığı bastonu ile en sevilen anti kahramandır. Sistem tarafından ezilmişlerin, hor görülmüşlerin sessiz sesiydi. Uzun uzun konuşmasına veya avaz avaz bağırmasına gerek yoktu. Ayakkabı bağcıkla-rını spagetti gibi çatalına dolarken veya dişlilerin arasında derdini anlatıyordu zaten. Aynı zamanda iyilikseverliği, kurnazlığı, duygusallığı ve kadere boyun eğen insanı temsil eder. Acımasız sömürü çarkına sokulmuş insani bir çomaktır Şarlo. Çünkü Şarlo yoksuldur. Çoğu kez işsizdir ve otoriteyi temsil edenlerce itilip kakılır, hor görülür, haksızlığa uğrar. Yanlış anlaşılır ve başına gelmedik şey kalmaz. Bir yazar Şarlo için “Bir insan üzerine yerleştirilecek en evrensel duygular bütününe sahip karakterdir.” demiştir. Şarlo hem bizdendir hem ötekidir. Komiktir ama ağlatırken güldürür. Şarlo gülmenin değerini anlamak adına temsili bir örnektir. Bizim Marlo’ya gelince bunlardan hangisine uyar derseniz: Kurnazdır, hazır cevaptır, çalışmayı sevmez. Dünyada yaptığı en ağır işçilik rakı masasında büyük rakıyı kaldırmasıdır. Şakacı, komik aynı zamanda duygusaldır da. İnegölspor kurulduğundan beri camianın içindedir. İnegölspor kurulurken İdmanyurdu, Demirspor, İnegölspor amatör külüpleri birleşerek şimdiki profesyonel İnegölspor’u oluşturmuşlardı. Marlo ve ailesi, Demirspor camiasından İnegölspor’a katılmışlar, Aile büyüklerinden, amcaları da Demirspor’da top koşturmuşlar, bir amcası da İnegölspor’un kuruluşunda ve yönetimde bulunmuştu. Üçüncü lig şampiyonluğunda da etkili olmuş yöneticidir. İlçemizde tanınan bir simaysan hele de Marlo gibi unvanın varsa mutlaka bilinen efsane maceralarında vardır. Bizim yaşıtlarımız ve bizden üç dört yaş büyük abilerimizin duyduğu bildiği yaşadığı bir anısı, macerası vardır Marlo’yla. Marlo aynı zamanda İnegöl’ün gayri federe kulüplerinde futbol da oynamıştır. Beraber Yılmazspor ve Kulaspor’da top oynadık. Orta saha oynar, koşmazdı. Ama sol ayağını iyi kullanır. Müthiş frikik atar, çataldan örümcek ağlarını alırdı. Yenildiğimiz maçlarda çamura yatar. Mutlaka kavga çıkarırdı. Sonra bir şekilde komiklik yapar işi tatlıya bağlardı. Bilinen birkaç macerasını anlatalım. Marlo ağzı laf yaptığı gibi, renkli gözlü, gençliğinde yakışıklı bir delikanlıydı. Kafkas göçmeni bir kızı sevmiş. İlçe deyimiyle; isteşmişler, konuşmuşlar sonunda evlenmişler. İlk zamanlar evden pek çıkmayan Marlo, zamanla bekarlık günlerine dönmüş. Her akşam birahane, meyhane, mevsim yaz ise dere kıyısına, eski Tayyare Meydanında kule dibinde takılıyor, eğleniyor, içiyor. Eve geç vakit geliyor. Tabi bu durum kayınçola-rının kulağına gidiyor. İkaz ediyorlar. Bir, iki dinliyor. Ama sonra yine bildiğini okuyor. O arada da eşine sitem ediyor. Zannediyor ki abilerine eşi şikâyet ediyor. Bir gün kayınçoları ikazın ötesine geçip uyarıyı daha sert biçimde yapıyorlar. Bundan sonra gece dışarı çıkmak yok. Ne b..k yiyeceksen evinde yiyeceksin, içeceksen evinde içeceksin. Muhabbeti eşinle yapacaksın. Bu durum canını çok sıksa da yelkenleri suya indirir. Emir demiri kesermiş. Söz verir. Aradan bir hafta, on gün geçer. Kayınçolarına verdiği sözü yerine getirmiştir. Ama aksi huysuz biri olmuştur. Hele arkadaşları bazı akşamlar ısrarla dışarı çağırınca bir sürü mazeret uydurur. Ama arkadaşları onun durumunu bildikleri için bu mazeretleri yemezler. Bastırdıkça bastırırlar o da hırsını eşinden çıkarır. Masada olmayan bir şey bulur, hiç bir şeyi beğenmez, huysuz, çekilmez biri olur. Tabi arkadaşlarının dalga geçmesi de çabası. Bir akşam balkonda masayı kurar. Rakı dolu kadehinden bir fırt çeker Arkasından suyu içecek ama sanki göğsüne koca bir öküz oturmuştur. Zar zor suyu içer. Eşi mutfakta işini bitirmiş, onun bu halini görünce yanına gelir, “Ne o, bayıra sürülmüş yaşlı beygir gibi soluyon?” deyince zaten kan beynine sıçramış, bodoslama dalar. “Gel bakalım hanım, otur karşıma. Kayınçolarımın dediği gibi sohbet edelim.” Eşi şaşırmıştır. Oturur karşısına “Evet bu akşam tarih konuşalım. Ben sana soru soracağım, sen de cevaplayacaksın” Eşi, “Ne tarihi ne sorusu?” demeye fırsat vermeden “Söyle ba-kalım, Mohaç Meydan Muharebesi kaç yılında, kimle, hangi padişah döneminde oldu?” Eşi gözlerini açmış, şaşkın şaşkın Marlo’ya bakar. Arkasından “Normandiya Çıkarması kime yapıldı?” Eşinden tık yok. Bir müddet cevap bekler. Cevap gelmeyince sinsi sinsi güler. “Yaa neymiş, Mohaç meydan muharebesi 29 Ağustos 1526’da Macarlarla Osmanlı Devleti arasında yapılmış. Kanuni Sultan Süleyman, Macarları iki saat gibi kısa sürede yok etmiş. Kafasını kaşıyarak devam eder. Hee Normandiya Çıkarması, İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik kuvvetlerin Almanya’ya Fransa kıyılarından başlattığı bir saldırıdır. Eşi, “Manyak mısın nesin, bir dubleyle kafayı mı buldun? Bana ne bunlardan?” Hışımla sandalyeden kalkar. Marlo için topu çatala takma zamanıdır. Falsoyu verir topa vurur. “O abilerine söyle biz birahanede, meyhanede dedikodu yapmıyoruz. Böyle işte sanat, tarih konuşuyoruz. Bana evde otur diyorlar. Bak ben bunları kimle konuşcam?

Bir kış akşamı Colombo’nun kahvede, girişteki masaya oturmuş, gözlükleri burnunun ucunda, gazetenin iç sayfasında Güzin abla köşesini okuyor. Bir taraftan kendi kendine gülüyor. Arkasından da sövüyor. Erken saat olduğu için kahve tenha, birazdan müdavimler kahveye damlar. Colombo komşu esnaflara götürmek üzere tepsiye çayları dizmiş, Marlo’nun önünden geçerken Marlo’nun masasına bir çay bıraktı. “Ne o lan kendi kendine ne konuşuyorsun?” Marlo genelde bir şey okurken taktığı gözlüklerinin üstünden Colombo’ya baktı. “Güzin abladan sana az kullanılmış, kaporta sağlam, motoru yağ yakmayan iki tekerlekli araba bakıyom.” Colombo, boşta olan sol elinin tersiyle “hass..tir.” dedi, yürüdü. Zaman içinde kahvenin müdavimleri kahveye teşrif etmeye başladılar. O ara içeriye “Bıyık İlhan” girdi. Selam verdi. Girişte Marlo’yu görünce onun masasına yöneldi. Marlo, hâlâ gazeteye dalmış bir şeyler okuyordu. Bıyık İlhan, “Ne ulan Marlo! Ne o gözlükler, gözler artık cavlamıyor mu? Numaralı mı o gözlükler?” Marlo gazeteden başını kaldırdı. Gözlüklerini gözünden çıkardı. İtina ile kabına yerleştirdi. Kabı da ceketinin iç cebine koydu.

Sonra Bıyık İlhan’a döndü, “Yok. Ananın örekesi… Numaralı değil! Kale arkası!”

Bir gün kitapçıların önünde karşılaştık. Koltuğunun altında bir dosya, “Hayırdır?” dedim. “Resimler vardı, renkli fotokopi ile çoğalttım. Birkaç yere götüreceğim duvara assınlar.” “Belli altında bir bit yeniği var.” dedim içimden. Benim resimleri sormamı, bakmamı istiyor ama çaktırmıyordu. Dayanamadı, dosyayı koltuk altından çıkarıp önüme doğru uzattı. “Kimin resimleri” dedim. Hemen dosyayı açtı. Çanakkale Savaşı’nın simgesi haline gelen yırtık elbiseli ve ayakkabısız Mehmetçik fotoğrafı. Biri uzun boylu, diğeri daha kısa. “Ee ne yapcan bunları?” dedim. “Dikkatli bak bakalım, bunları tanıyacan mı?” Resme daha dikkatli baktım, biri biraz tanıdık gibi geldi. Kısa boyluyu görünce kasıklarımı tutarak bastım kahkahayı. Resimlere photoshop yapmış. Uzun boyluyu tanıyorum ama ismini çıkaramadım. Kısa boylu bizim berber İsmail, Marlo’nun en samimi arkadaşı. “Bu ne şimdi?” dedim. “Konuşmuyoruz” dedi. “Bana yamuk yaptı. Benden de destek bekleyerek, “Biliyon az puşt değildir.” Foto Yıldız’a gitmiş resimlerin kafa kısmına photoshop yaptırmış. Şimdi “Bunları çoğalttırdım. Garaja, kahveye, nereye takılıyorsa oralara asıcam. Marlo’ya yamuk yapmayı görsün.”

Bir seçim döneminde Basri abiye özenerek mahalleye muhtar adayı olur. Eş dosttan kahveden para toplanıp seçim bütçesi oluşturulur. Afişler bastırılır. Marlo mahallede propagandaya başlar. En büyük destekçisi kadim dostu berber İsmail’dir. Vaadin biri bin para. Nerdeyse mahalleye deniz getirecek. Bir aralıkta çukur varmış. Sokak sakinleri Marlo’ya söylerler. Kahvede belediyede çalışan arkadaşlarının başının etini yer. Sonunda kum çakıl getirttirir yolu düzelttirir. Seçime kadar kahve Marlo’nun seçim atmosferini yaşar. Kahvede herkes artık Marlo’ya muhtarım diye hitap etmeye başlamıştır. Seçim günü gelir oylar kullanılır. Sandıklar açılır. Marlo’ya bir oy dahi çıkmaz. Marlo bozuntuya vermez ama dokunsan ağlayacak. Kahvede herkes toplanmış, Marlo’nun ağzına bakıyorlar acaba ne diyecek diye. Açar ağzını yumar gözünü, “Ulan şerefsizler, ulan nankörler! Mahalleye plaj yaptırdım yine yaranamadık!” (Sokakta doldurduğu iki üç çukurdan bahsediyor.) Sorarlar, “Marlo, sen kime oy kullandın?” Marlo cevap verir, “Benim kütük Mesudiye’deymiş...”

Artık ilkbaharın son demleri, neredeyse mayıs ortasına gelinmiş havalar ısınmış. Mevsim, sıcakların bastıracağı yaz aylarına döndü dönecek. İnegölspor o yıl Ege takımlarının çoğunlukta olduğu grupta. Artık ligin sonu gelmiş son maçlar oynanıyor. O hafta Salihlispor deplasmanı var. Marlo arkadaşlarıyla arkası kapalı Van tipi bir minibüs ayarlamışlar. Maça gidecekler. Marlo bu, rahat durur mu? Minibüsün arka bölümünde koltuk yok. Masayı kurmuş. Mangal, köfte, et, meze, içkiler… Bir tek kuş sütü eksik. Yola çıkarlar. Marlo mangalı yakar, camlar açık. Araba duman dumana kalmış, gelen geçen arabalar işaret ediyorlar fakat bunlar tınlamıyorlar. Gelen geçen arabalar, “Araba yanıyor!” diye trafik polislerine bildirirler. Polis, siren çalarak önlerine geçip durdurur. Telaşlı telaşlı şoföre, “Kardeşim araban yanıyor, çek sağa acele inin arabadan.” Arabayı kullanan arkadaş teybin sesini kısar. Duyarsız bir şekilde camı açar “Ne vardı memur bey?” der. O sırada polis arabasından elinde telsizle inen diğer polis de yanlarına yaklaşır, telsizden bunların arabayla ilgili anons geçmektedir. “İşte şu şu nolu karayolunda seyir halinde yanan şu plakalı beyaz renkli panel Van minibüs… Elinde telsiz olan polis anonsa cevap verir, “Merkez merkez elli dokuz beş yüz yirmi bir konuşuyor. Belirttiğiniz araç şu anda alınmıştır. İnceliyoruz, tamam. Diğer polis, “Manyak mısın oğlum, araba yanıyor in aşağıya.” Bu gürültüyü, tantanayı duyan arkadaki Marlo, sürgülü kapıyı açar. Mangaldan çıkan köfte kokuları ortalığa yayılır. Polislerin şaşkın bakışları arasında Marlo şunları söyler, “Komiserim, köfteler İnegöl köfte, ekmek içi mi yapayım yoksa tabakta mı yersiniz?”

Yaz gelmiş, maçlar bitmiş. Kimi denize kimi yaylaya. İnegöl’de canı sıkılıyor insanın. Marlo da De-nizli’de mobilyacılık, lokantacılık yapan akrabalarının yanına ziyarete gider. Gündüzleri akrabalarının dükkânında takılır. Sözde onlara yardım eder. Komşu esnaflarla kısa sürede ahbap olur, sohbetler o biçimdir. Komşulardan birinin satılık dükkânı vardır. Orta yaşlarda iki kardeş olan bu komşular, etrafta kıl kardeşler olarak bilinir. Komşularla pek anlaşamazlar. Var yemez, biraz da cimridirler. Satılığa çıkardıkları dükkânlarına müşteri çıkınca fiyatı arttırırlar, bir bahane bulup cayarlar. Biri satılsın der, öbürü satılmasın. Fiyatı hep yüksek tutarlar. Caddede o günlerde gündem, bu kardeşlerin satılık dükkân muhabbetidir. Doğal olarak akrabalarının dükkânında da bu kıl kardeşler konuşulur. Marlo da muhabbete balıklama dalar. Kafasında şimşekler çakmaya başlamıştır. Planını yapar. Akrabalarına planını anlatır. Akrabaları önce, “Olmaz.” derler. Sonra kıl kardeşlerin cimrilikleri ve pintiliklerine ders olsun diye, bu şakaya dâhil olurlar. Marlo kıl kardeşlerle sohbeti ilerletir. Her gün satılık yerleri ile ilgili sorular sorar. Karısına miras kaldığını, kalan bu mirası, karısını ikna edip sattıracağını söyler. İnegöl’den taşınıp başka bir şehirde yeni bir hayat kurmak istediğini anlatır. Denizli’ye de onun için geldiğini ballandıra ballandıra anlatır. Kıl kardeşler bu sohbetlerden sonra ufak ufak tava gelmeye başlarlar. Adamlar sözde kurnazlar. Onlar da fırsat buldukça satılık yerlerini anlatırlar, yerlerinin kupon yer olduğunu söylerler. “Denizli’de böyle fiyata yer bulmak zor.” derler. Marlo’nun akrabalarının dükkânında, olmağı bir zamanda Marlo’nun anlattıklarını akrabalarına anlatırlar. Akrabaları, “Doğru, lakin karısını ikna etmesi, sizlerin de Marlo’yu ikna etmeniz lazım.” Nasıl derler, kuş kafese girmiştir artık. “Marlo yemeyi içmeyi çok sever. Sen birkaç akşam davet et biz de masada gerekeni söyleriz. Kıl kardeşler o akşamdan itibaren tezi yok hemen Marlo’yu yemeğe davet eder. Soluğu garson şükrünün lokantada alırlar. Bir akşam, üç akşam, beş akşam… Yaşantı o biçim. Tam konuya girecekler, Marlo bir fıkra anlatıyor, bir komiklik yapıyor. Konuyu değiştiriyor. Akrabaları, “Yeter artık bağla şu işi, bir şekilde sonlandır. Anlayacaklar.” dese de Marlo “Heeh heeh diye gülüp, zokayı iyi yediler. Bir iki akşam daha…” deyip akrabalarını da atlatır.

Kıl kardeşler, “Kaz gelecek yerden ördek esirgenmez.” misali içlerinin yağı erise de her akşam hesabı öderler. Marlo’yu sözde masada ikna ediyorlar fakat sonra Marlo, “Yarın hanımı kesin ikna ediyorum.” demesine rağmen ertesi gün bir yalan uyduruyordu. Böyle on gün geçer. Sonunda akrabaları “Marlo bu işin bokunu çıkaracan. En iyisi, ‘Hanımı telefonla ikna edemiyorum, gideyim yüz yüze konuşayım.’ de. Bir an önce kaybol.”

O gün Kıl kardeşlere konuyu açarlar. Kıl kardeşler, “Olur” derler. “Ama gelince o fiyata olmaz. Fiyat bugün için geçerli.” Marlo, “Tamam adaş, yeter ki hanımı ikna edeyim zaten yeriniz kelepir anlaşırız.” der. Kardeşlerden biri Marlo’nun akrabalarına dönüp göz kırpar. Sözde yer, istedikleri fiyata satılırsa onlara da komisyon verecektir. Marlo’nun akrabası başını sallayarak onay verir. Denizli Otogarı’na kadar eşlik ederler. Plana göre Marlo, bir an önce mirası karısına sattıracak ve aldıkları parayla Denizli’ye geleceklerdi. Akrabaları otobüs biletini alırlar, vedalaşırken Marlo’nun cebine bir miktar harçlık koyarlar. Marlo cebinden parayı çıkarıp bakar, akrabasına döner. “Bu ne sadaka mı veriyorsun? O kadar sizi yedirdim. İçirdim. Ben Afyon’dan eve sucuk, kaymak alıcaktım, bu parayla tost bile alamam.” Akrabası “La havle” çeker. Cebinden Marlo’nun istediği parayı verir. Tabii gidiş o gidiş...Marlo çalışmayı sevmediği gibi ödemeyle de işi olmaz. O alma ağacında doğmuştur. İnegöl’ün tanınmış esnaflarından çatı katı bir ev kiralamıştır. Uzun süredir kira ödemez. Kira ödemediği gibi ev sahibinin üzerine olan elektrik su parası da cabası. Ev sahibi çık der. “Hacı abi tamam, ev bakıyom.” der. Ama aradan bir sene geçmiştir. Zaman zaman yüz yüze gelirler alttan girer üstten çıkar ev sahibini ikna eder. “Ev bakıyom hacı abi, en yakın zamanda çıkacam . “Oğlum bari su, elektrik parasını verseydin. “Haftaya vereyim hacı abi.” Bir gün artık ev sahibinin canına tak eder. Bir gece, iki çatı ustası ayarlar. Gece yarısı çaktırmadan kiremitleri sökerler. Sabah olunca Marlo bir bakar, çatı yok. Gökyüzü gözüküyor. Yapacak bir şey yok diyerek apar topar başka bir ev bulur ve taşınır. Kahvede bu duyulur. Marlo’yla makara yaparlar. Marlo, “Ah! Ulan hacı ah! Dinsizin hakkından imansız gelirmiş.’ der. Son zamanlarda boğazından ameliyat olmuş bu yüzden zor konuşuyor. Yenişehir’de sık sık gittikleri içkili bir lokanta var. Bir akşam çarşı kahvesi müdavimleri ile Yenişehir’e bu takıldıkları meyhaneye giderler. Ekibin başında Müdür Kemal var. Marlo’ya geçmiş olsun yemeği verecekler. Kemal, bir kamu kuruluşunda üst düzey daire başkanı. Normal mesai saatlerinde gayet ciddi, disiplinli işinde de başarılı bir müdür. Makamına randevusuz giremezsin. Sekreteri, yanında çalışan bir sürü amiri, memuru var. Ama mesai bitince kahvenin normal müdavimlerinden, müdürlük, amirlik dairede kalır. Lakin lakabı yine de Müdür Kemal’dir. Kahveye takılanların çoğu gibi at yarışı, loto, toto merakı var. İyi bir üçbeşsekizci, tavlayı da iyi oynar. Bir tek Marlo’yla oynadığı tavla müsabakalarında hep yenilir. Bu müsabakalar sigarasınadır. Yense de yenilse de sigarayı Kemal alacak. Marlo yenileceğini anlayınca küfre başlar, bilin ki çamura yatacak. Onun için Kemal ne yapar eder Marlo’ya yenilir. Yardımsever iyi yürekli merhametli bir arkadaştır Kemal. Zaman zaman Marlo gibi ağzını bozar ama onun bu küfürlü sözlerinin şaka olarak söylediğini herkes bilir. Marlo bu huylarını bildiği için Müdür Kemal’i pek sever. Yenişehir hesaplarını da Kemal ödediği için onsuz Yenişehir’e gitmez. Yenişehir ekibinin değişmez ikilisidirler.

Akşam meyhanede canlı müzik vardır. Bir iki dubleden sonra muhabbet koyulaşacak, eski günlerdeki gibi Marlo esprileri patlatacak. Ama bir taraftan müziğin sesi, öbür taraftan Marlo’nun sesinin çıkmaması, masanın neşesini bozmuştur. Marlo, bir şeyler söylemeye çalışıyor fakat kimse anlamıyordu. Marlo’nun bu çabalarını masadakiler tınlamadıkları için, sözle onaylayan şekilde kafa sallıyorlardı. Bu da Marlo’yu kızdırıyordu. Eskisi gibi herkesin onu dinlemesine alışıktı, bu durum onun için bir faciaydı. Sonunda dayanamadı. Garsondan kalem istedi. Önünde duran peçeteye bir şeyler yazıp Kemal’e uzattı. Kemal peçeteyi aldı, okudu. Ceketinden kalemini çıkardı ve peçeteyi ters çevirdi. Ona yazdıklarına cevap yazıp Marlo’ya uzattı. Marlo peçeteyi aldı. Okumadan peçeteyi yırtmaya başladı. Bir taraftan da çıldırmış vaziyette gözlerini manda gözü gibi açmış, acayip sesler çıkarıyor, tepiniyordu. Çatalı ve bıçağı yere attı. Masadakiler şaşkındı. Marlo’yu zor oturttular. Diğer masalar rahatsız olmuşlardı. Önünde duran rakı kadehini fondipledi. Tekrar bir peçete aldı. Bir şeyler yazdı ve Kemal’e sert bir şekilde uzattı. Kemal peçeteyi aldı. Okuması biter bitmez peçeteyi masaya attı. “Şeref...z” dedi. Okuyan kasıklarını tuta tuta gülüyordu. Masa bir anda kopmuştu. Peçete de Kemal’e “Ananın .... Ben dilsizim, sağır değilim bana niye yazıyon o... yazmış…” Cumartesi günü sabahtan kulüpte toplandık. Ilık bir sonbahar günü, kulübün yanındaki kavaklaraltı ağaçlarının yaprakları değişik renklerde kulübün önünü kaplamış. Bir kısmı da avludaki arabaların ve kulüp arabasının üstüne, camına yapışmış. Kulüp şoförümüz Sokur, söylene söylene ayağında basık ayakkabıları elinde fırça, camları temizliyordu. Malzemecimiz Cemal Baba yardımcısı Tefik’le malzemeleri bagaja yerleştirdi. Ekip tamamdı. Maçımız pazar günü İstanbul’da Üsküdar Ana-doluspor’la deplasmandaydı. Otobüste her zamanki gibi genel kaptan, kafile başkanı, teknik direktör, antrenör, masör malzemeciler ve sporcular vardı. Diğer yöneticilerin bazıları da deplasmana şahsi arabaları ile geliyorlar. Başkan ise arabasına her zamanki gibi amigo Marlo, ga-zeteciler ve radyocuları almış. Başkan önde, yöneticiler ve otobüsümüz arkada yola çıktık. Yalova Topçular Arabalı Vapur İskelesi’nde buluştuk. Topçular İskelesi’nden arabalı vapura binmek için normal zamanlarda bile kamyonların tırların arasında en az yarım saat, bazen de saatlerce sıra beklenir. Hafta sonu olduğundan Eskihisar tarafına göre topçular tenhaydı, bundan dolayı fazla beklemedik. Feribotlar buram buram mazot kokardı. Otobüs tuvaletlerin yanına yanaştı, bu sefer de mazot kokularını tuvalet kokusu bastırdı. Feribotun her iki yanındaki bu tuvaletler, bildim bileli böyle kokardı. Eskihisar’a kırk beş dakika bazen de bir saat sürecek yolculuğumuz için ikinci kattaki salonda buluştuk. Sanki memleketin bütün martıları burada buluşmuştu. Yol boyunca feribotun balkonlarından yolcuların attığı yiyecekleri kapmak için çıkardıkları acayip seslerle birbirleriyle yarışacaklar. Başkan çayları söyledi araç telefonunu yandaki masada kurduk. Radyoyla bağlantı kuruldu. Bir taraftan da yanımızda getirdiğimiz Panasonic marka küçük radyomuzdan Radyo Güneş’i açtık, anonslar başlamıştı. On beş yirmi dakikaya İnegölspor kafilesinin, İstanbul deplasmanı için çıktığı yolculuktan röportaj yapacaklarını bildiriyorlardı. Röportajı Fevzi abi yapacaktı. Son toplantıda öyle karar almıştık. Sonunda muradına ermişti. Elinde kâğıt röportaj için aldığı notlara bakıyor, belli ki okul çocukları gibi dersine çalışmış. Arada bir de bizim muhabbete katılıyor. Ama heyecanı yüzünden okunuyordu. Başkan çayları tazeledi. Topluluğu şöyle bir gözden geçirdi. Karşısında duran Marlo’ya döndü. Her zamanki gibi onu konuşturacak. Fevzi abinin röportajına kadar ortamı yumuşatıp eğlenecekti. “Eee Marlo, nasıl gidiyor anlat bakalım. Arabada da konuşmadın.” Marlo süngüsü düşmüş asker gibi somurtuyordu. Belli hiç neşesi yoktu. “Ne olsun be başkan!” dedi. Fevzi abi atıldı. “Ne ulan Marlo, akşam benlen mi yattın bu ne surat?” Gülüşmeler oldu. Başkan biraz sabırsız insandı. Saf, temiz kalpli ama çabuk kızan, gaza gelen sonrasında da kızgınlığı çabuk giden biriydi. Marlo bu huyunu iyi bildiği için böyle ortamlarda öyle şakalar yapardı ki başkanı çileden çıkarır, sonrasında da iş tatlıya bağlanırdı. Marlo başkanın gönlünü alırdı. Başkan da Marlo’nun komik, hazır cevap şakalarına önce kızsa da sonunda hoşuna giderdi. İnegölsporun bir parçası olması da cabası. “Anlat bakalım ne oldu, hasta mısın yoksa evde mi sorun var?” “Yok be başkan” “Eee, akşam yemekten sonra oturuyoruz hanım çay yaptı. Kayınvalide bizde. Tam çaydan bir yudum aldım. Yan odadan kızımın sesi, sanki bir yerinden parça koparıyorlar. Hanım önde ben ve kayınvalide arkada odaya daldık. Kızımın muhabbet kuşu var ve onu çok seviyor. Birkaç kelime de konuşuyor. Kafesin başında hıçkırarak “kafesin tüneğinden küt diye düştü hareket etmiyor.” baktım hakikaten kuş kafesin dibinde kaskatı hareketsiz yatıyor. Kızım yırtınıyor. “Gitti aşkım, yavrum, mavişim ne oldu sana!”’ Kaynanam kuşu kafesten çıkardı. Sağına soluna baktı, ardından bana döndü. “Koş damat Köselecilere git. Gaz al gel!” Canım zaten sıkılmış, kendi kendime, “Ne gazı bu saatte?” Dedim. Kaynanam eşime döndü, “Kızım bak bakalım damlalıklı boş ilaç şişesi var mı?” Eşim dolapları karıştırmak için mutfağa gitti. Bana döndü “Damat, bildiğimiz gazyağı, köselecilerde vardır.” Eşim elinde damlalıklı boş ilaç şişesiyle geldi. Şişeyi elime tutuşturdular. Söylene söylene evden çıktım. Kızımın sesi dışarıdan duyuluyordu. “Yavrum, aşkım, üreğim uyan mavişim!” Köseleciler kapalıydı. Çarşı Spor’a gittim. Köselecilerin ufak oğlu Can, batak oynuyordu. Yalvar yakar oyundan kaldırıp dükkânı açtırdım. Boş ilaç şişesine gaz yağını doldurduk. Can sorunca “Kaynanam ilaç yapacak.” dedim, kuştan bahsetmedim. “Manyak mısın oğlum? Yarın alsaydın ya! Gece gece, sen olmasan hayatta bu vakitte dükkânı açmazdım.” Uzatmadım teşekkür ettim.

Doğruca evin yolunu tuttum. Kızımı kafesin başında beni bekler buldum. Kaynanam gaz dolu damlalıklı şişeyi sağ eline aldı. Sol eliyle de kafesin dibinde yatan kuşu sol elinin başparmağı ve işaret parmağı ile kuşun ağzını açtı. Gaz yağından birkaç damla damlattı. Ben, eşim ve kızım dikkatle bakıyoruz. Aaa, bir anda kuş pır diye kaynanamın elinden uçtu. Odadaki avizenin seviyesine çıktı çıkmadı, bir anda pat diye tepe üstü çakıldı. Herkes şaşkın şaşkın Marlo’nun ağzının içine bakıyor. Marlo sustu. Birkaç saniye geçti. Tam bir sessizlik. Normalde başkanın hemen tepki vermesi lazım. Marlo ona bakıyor. Göz göze geldiler. Ama o ne! Fevzi abi atıldı, “Eee Marlo, sonra, sonra ne oldu?” Marlo bu tepkiyi başkandan bekliyordu. Yapacak bir şey yoktu. Savaş kazanmış komutan edasıyla son kılıcı vurdu. “Ananın örekesi o gazla o kadar uçar.” Bir anda ortalık koptu. Millet yerlere yatıyor. Etraftakiler de şaşkın şaşkın bize bakıyorlar. Fevzi abi şakayı geç anladı, bozulmuştu. Renkten renge girmişti. Aniden Marlo’nun üstüne atıldı. Marlo kıvrak bir hareketle sıyrıldı. Marlo önde, Fevzi abi ar-kada feribotun içinde kovalamaca başladı. Sonunda alt katta arabaların arasında Fevzi abi Marlo’yu yakaladı. Yer misin, yemez misin? “Ulan bu yaşta bizi maskara yaptın. Abin, amcan yaşındayım utanmadan bir de anama…” Ciddi ciddi vurmaya başladı. Marlo feryat figan, “Abi vurma kurbanın olayım. Normalde başkanın sorması lazımdı. Yırtık dondan çıkar gibi atladın be abi ben ne yapayım”

Marlo’yu elinden zor aldık. Başkan “Fevzi abi radyodan arıyorlar röportaj hazır.” dedi. Bunun üzerine Fevzi abi hemen toparlandı. Marlo’ya döndü. “Dua et ki radyoya çıkıyorum. Bunun devamı var.’ Marlo bize döndü “Arkadaş dünden beri hazırlık yapıyorum o kadar anlattık, sövmesem çatlardım.”

Radyoyla bağlantı kurulmuş spiker İbrahim sunumu yapıyordu.

-Sevgili Radyo Güneş dinleyicileri, şu anda İnegölspor kafilesiyle Topçular-Eskihisar seferini yapan arabalı feribottayız. Yanımda İnegölspor asbaşkanı Fevzi Bey var. Yarın oynanacak Üsküdar Anadoluspor maçı hakkında düşüncelerini almak için mikrofonu kendisine uzatıyorum. Buyurun Fevzi Bey.

“Güzide Radyo Güneş dinleyicileri.” diye röportaja başladı. Cebinden çıkardığı kağıttaki notlara ara ara bakıp röportajı bitirdi. Bir alkış tufanı koptu. Fevzi abinin neşesi yerine geldi. Bu olaydan sonra Marlo, Fevzi abinin bulunduğu ortamlarda bulunmamaya dikkat eder oldu. Uzak durdu.

Pazar günü maçımızı oynadık. İddialı Üsküdar Anadolu’yla berabere kalmıştık. Tribünlerin pek hoşuna gitmedi bu sonuç. İnegöl’den gelen bir avuç seyircimize maç boyunca küfürler edildi. Taşlar atıldı. Maç sonunda seyircimize Üsküdar taraftarları saldırdı, olaylar çıktı. Polisin müdahalesiyle olay büyümeden yatıştırıldı. Seyircimiz polis kontrolünde yola çıkarıldı. Ben genel kaptan olduğum için kulübedeydim. Olayları görüyorum ancak saha içinde olduğumuz için sıkıntı yok. Zaten futbolcuların çoğu birbirini tanıyorlar. Protokolün bir altındaki kapalı tribünde, idareci arkadaşlara da sözlü saldırılar olmuş, idareci arkadaşlarında canı sıkkındı. Sözleştik dönüşte Gemlik’te boksörün lokantada buluşalım diye. Şampiyonluk iddiası olan bir takımla berabere kalmıştık. Kafile sevinçli ve mutlu. Ben ve kafile başkanımız otobüsü uğurladık, idareci arkadaşların arabalarına bindik. Boksöre vardığımızda masalar kurulmuş, mezeler söylenmiş, herkes neşeliydi. Bir Fevzi abinin suratı asık. Kimseyle konuşmuyor. Başkan Fevzi abiye döndü, “Ne o Fevzi emice?” Arkasından Bahadır “Ra aris sheni sakhe” (Gürcüce), “Neye canın sıkıldı.” Başkan, “Hâlâ Marlo’ya mı kızıyorsun?” deyip bir gün önceki yaşadığımız olayı hatırlattı. “Yok be onu unuttum da unutmadım. Hesabı tam görmedik. Başkana döndü. “Tabi sen rahat rahat protokolde maç seyrettin. Bizim bulunduğumuz yerde de küfürler gırla gidiyor. Tam arkamdan ana avrat sövüyorlar. Bakıyorum arkadaşlara kimsenin sesi çıkmıyor. “La havle” çekiyorum. Bir ara adamların tükürükleri, salyaları ensemde. Şöyle bir döneyim dedim. Karşımda on yedi on sekiz yaşlarında iki delikanlı. Ters ters baktım. Ne deseler iyi mi? “Ne bakıyon lan keltoş dön önüne.” Başkan, “Eee ne yaptın?” “Ne yapayım, döndüm önüme.” O tükürüklere de bir şey demeyeceğim de… Keltoş lafı çok dokundu be.’