Yüce Allah (c.c), bu dünyayı insanlar için bir imtihan yeri olarak yaratmıştır. Kur´an´da bu gerçek şöyle açıklanmaktadır: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/2) “İnsanlar, “inandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacakların zannederler” (Ankebût, 29/2) ayetinde imtihanın insanlar için kaçınılmaz olduğu bildirilirken, başka bir ayet-i kerimede ise, insanın hem hayır ile hem de şer ile çeşitli imtihanlara tabi tutulacağı bildirilmektedir. (Enbiyâ, 21/35) Hz. Mevlâna, “imtihan içinde imtihan vardır” sözleriyle insanın çok yönlü imtihanlardan geçtiğini ifade eder.
Dünyada imtihandan geçmeyen kimse yok, ama herkesin imtihanı farklı olabiliyor. Kimi çoluk çocuğuyla, kimi servetiyle, kimi ilmiyle, kimi makamıyla, kimi hastalık veya yoklukla… Kur´an, insanın tabi tutulduğu imtihan yollarından bazılarını şöyle açıklamaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155) Hz. Peygamber (s.a.s.), Mü´minin her durumda imtihanı başarıyla geçerek kazançlı çıkacağını şöyle ifade buyurmuştur: “Mü´minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü´minde vardır. Sevinecek olsa şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa sabreder, bu da onun için hayır olur. ” (Müslim, Zühd, 64)
İnsan için çeşitli imtihan şekilleri bulunmakla beraber en fazla karşılaştığı imtihan dünyevî arzu ve isteklerle alakalı olanıdır. Yani insan daha çok para, mal-mülk, makam-mevki, çoluk-çocuk sevgisi gibi dünya hayatının süsü olan nimetlere karşı tutumu ile denenmektedir. Kur´an-ı Kerim´de, dünya hayatı için lüzumlu olan bu nimetlere karşı aşırı düşkünlüğün zararlarına dikkat çekilmiş, dünya hayatının aldatıcılığına karşı mü´minler uyarılmıştır: “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.” (Lokmân, 31/33)
Dünyanın geçici menfaatlerini elde etmek, bir mü´min için ulaşılacak bir gaye ve hedef değildir. Mü´mininin asıl gayesi ebedî ahiret hayatını kazanmaktır. Mü´min, Allah´ın kullarına ihsan ettiği nimetleri yerli yerince kullanıldığında ahiret sermayesi olabilecek vasıtalar olarak görür.
İnsan, bu zorlu imtihandan başarıyla çıkabilmek için olanca gücüyle gayret göstermelidir. Bu konuda öncelikle yapılması gereken bilgi sahibi olmaktır. Yani insan nelerle ve nasıl imtihan olacağını bilmeli, ona göre hazırlıklı olmalı; daha sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu, kendisi için faydalı ve zararlı şeyleri öğrenmelidir. Bir kere şu kesinlikle bilinmelidir ki; kâmil bir imana sahip olmadan insanın kurtuluşu mümkün değildir. Kâmil bir iman için de salih ameller işlemek, günahlardan sakınmak ve güzel ahlâk sahibi olmak gereklidir. Kısaca insan, Allah´ın hoşnut olacağı şeyleri bilmeli ve ona göre bir hayat sürmelidir.
İmtihanı kazanmak isteyen kimse, şeytanın hile ve tuzaklarına kapılarak, “Nasıl olsa dünyaya bir daha gelemeyeceğim, öyleyse günümü gün edeyim” şeklinde yanlış bir davranış içine düşmemelidir. Dünya nimetlerinden meşru ölçüler içerisinde istifade etmeli, ancak dünyaya dalıp kulluk vazifelerini unutmamalı, dünya için ahiretini feda etmemelidir. Nitekim Allahu Teâlâ bizleri, bu dünya hayatının, eğlence ve oyununa dalıp da asıl hayat olan ahiret yurdunu unutmamamız konusunda uyarmaktadır. (Ankebût, 29/64)
Hayat imtihanını kazanmak isteyen insan, bir gün öleceğini ve yaptıklarından hesaba çekileceğini asla unutmamalıdır. Ölümü ve hesabı unutmak insanı günah bataklığına sürükler. Günahlar ise insanın ahirette hüsrana uğramasına sebep olur. İnsanlar çoğu kez “ileride tövbe ederim veya Allah´ın affı mağfireti geniştir, nasıl olsa affeder” gibi şeytanî düşüncelerin etkisinde kalarak günahlara dalmaktadır. Halbuki bunun yanlış bir davranış olduğu Kur´an´da şöyle bildirilir: “Sakın çok aldatıcı (Şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır, 35/5; Ayrıca bkz. Lokmân, 31/33) Bu durumda insan, günahlardan son derece sakınmalı, şayet bilerek veya bilmeyerek bir günah işleyecek olursa, hiç vakit kaybetmeden tövbe etmelidir.
Hayat imtihanında başarılı olmak için insan, sürekli kendini kontrol etmeli ve nefis muhasebesi içinde olmalıdır. Geçip giden gençliğini, ömrünü nasıl değerlendirdiğinin, kazandığı mal ve servetiyle neler yaptığının, öğrendikleriyle nasıl amel ettiğinin muhasebesini yapmalı ve kendine çeki düzen vermelidir.. Bu nedenlerle hata yapmamak yada hatalardan arınmak için nefsimizi sorgulamalı ve şu hususlara dikkat etmeliyiz.
Ey Nefsim!
Düşüncelerini aktarırken dikkatli davran.
Negatif değil, pozitif ol.
Eleştirilerinde yapıcı ol, yıkıcılıktan kaçın.
Yaraya merhem sür, fakat yarayı kaşıyıp kanatma.
Tartış, ama atışma.
Çözüm öner, fakat polemiğe kapı aralama.
Üslubun yumuşak olsun, kışkırtıcı/provakatif söylemlerden kaçın.
Sorunları çözme iddiasıyla yola çıkarken, kendin sorun olma.
Empati yapmadan kimseyi eleştirme.
Ey nefsim! Allah, şöyle buyuruyor: “…fitne, (adam) öldürmekten daha büyüktür (bir suç ve günahtır…” (Bakara-217)
“…yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lanet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.” (Rad-25)
O halde konuşmalarınla fitneye yol açma.
Ey Nefsim!
Sinirlenmemeye özen göster; çünkü sinirlenen kişi, hata yapmaya çok yakındır.
Haklı bir sebeple sinirlenmiş olabilirsin; ancak şunu bil ki, sinirlilik hali devam ederken haklı çözümler üretmen mümkün olmaz.
Sinirlendiğinde, sinirlerin yatışıncaya kadar, sinirlenme sebebini seni sinirlendirenlere ve başkalarına anlatma; çünkü sinirlilik bulaşıcıdır.
Sinirliyken; susman konuşmandan, yalnız kalman toplum içine çıkmandan, uyuman uyanık kalmandan daha iyidir. Abdest alman veya gusül yapman daha faydalı olur.
Ey nefsim, şunu unutma! Sinirlenen kişinin sesi ve yüzü çirkinleşir, bakışları korkunç bir hal alır.
Sinirli iken konuşursan, yanlış konuşma ihtimalin oldukça yüksektir; davranışların açısından ise, potansiyel bir suçlu sayılırsın.
Ey nefsim! Takva, öfkeyi yutmayı gerektirir. Allah´ın şu buyruğunu unutma:
"O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever." (Âl-i İmrân-134)
Ey nefsim! O halde hem sinirlenmemeye hem de bir başkasını sinirlendirmemeye özen göster. Sinirlenen bir kişi ile karşılaşınca da anlayışlı ol, ateşe körükle gitme.
Ey Nefsim!
Dilin kemiği yoktur, ne konuşmak istersen onu söyler.
Klavye, itiraz etme yeteneğine sahip değildir, ne yazmak istersen onu yazar.
Ancak unutma ki, aklın bir disiplini olmalıdır.
Aklın, vicdanın ile işbirliği yaparsa kırıcı ve yanlış şeyler söyleyip yazmasına izin vermez.
Aklın, vicdanı dışlayarak nefisin ile işbirliğine girerse, iç denetim mekanizman, fonksiyonunu kaybeder.
Vicdanın, nefsinin hakkını inkâr etmez; ancak nefisin, vicdanının görevini inkâr etmeye oldukça yatkındır.
Aklın, vicdanın ile işbirliği yaparsa, objektif kararlar verirsin; mutlu olman daha çok mümkün olur.
Aklın, hem vicdanın ile işbirliği yapar hem de vahiyden yararlanırsa, dünyada ve ahiret hayatında mutlu olmanın önündeki engeller kalkmış olur.
Unutma ki akıl, ancak vicdan ve vahiy ile gerekli disipline kavuşur.
O halde ne yapman gerektiği apaçık meydanda:
Aklının, “akl-ı selim” olmasını istiyorsan, nefisin ile değil, vicdan ve vahiy ile işbirliği yap.
Ey nefsim! Cennete ulaşmak için nefsinin arzularına gem vurmak gerektiğini unutma.
Nitekim Cenabı Hak şöyle buyuruyor: “Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Naziat-40,41)
Kısacası; nefsini aklın, vicdanın ve vahyin denetiminde tut, kendi başına kararlar vermesine müsaade etme.
Ey Nefsim!
Şımarık olursan, arsız, azgın ve hayâsız olmaya başlarsın.
Şımarık olursan, kavuştuğun nimetleri kendinden, başına gelen sıkıntıları Allah´tan bilme hatasına düşersin.
Şımarık olursan, gündemde kalabilmek için sadece yaptığın iyilikleri değil, işlediğin günahları bile anlatırsın.
Şımarık olursan, bu özelliğin sürdüğü müddetçe, olgunlaşmazsın; çünkü ciddiyetsizliği bir marifet sanırsın.
Şımarık olursan, saygısız olursun; çünkü aynı anda hem şımarık hem de saygılı olmak mümkün değildir.
Şımarık olursan, latif latifeler yapamazsın; çünkü mizah anlayışın kabalaşır, müstehcen içerikli olmaya başlar.
Şımarık olursan; dostların için baş belası, düşmanların içinse kalleş bir hasım olursun.
Şımarıklığın, seni perişan bir hale sokup alay konusu yapar.
Karun, zenginliği nedeniyle kavmine karşı azgınlaşınca, kavmi onu şöyle uyarmıştı: “…Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.” (kasas-76) Ancak o, bu uyarıyı dinlemediği için helak olmuştu.
Ey nefsim! En doğrusu asla şımarık olmamandır. Çünkü şımarıklık, başlı başına bir afettir.
Hülâsa, dünya bir imtihan yeridir. Zaman, biz istesek de istemesek de geçiyor. Geçen her saat, her gün, her ay ve yıl ömrümüzü biraz daha azaltıyor. Eğer insan zamanını iyi, güzel ve hayırlı işlerle değerlendiremiyorsa zamanın geçmesi, yaşının ilerlemesi tek başına insana bir değer katmıyor, aksine onun aleyhine oluyor. Bizlere büyük bir nimet ve emanet olarak sunulan hayat, aynı zamanda bizim için bir imtihan sebebidir. Bizlere düşen ise; bütün gücümüzle ve imkanlarımızla bu imtihanı kazanmaya çalışmaktır.