Hani hep şunu duyarız; Türkiye’de eğitim-öğretim sistemi, bir türlü dikiş tutmuyor. Oysa 'muhteşem' bilgilerle donatılıp, olması gereken en ‘mükemmel’ öğretilerle vicdanlara şekil veriliyor (bu kısım biraz şüpheli),çağın gereklerine uygun biçimde bilgi aktarımı sağlanıyor, lâik, demokratik, sistematik bir anlayışla hareket edip her yıl binlerce öğretmen atanıyor, milyonlarca öğrenci bu sistemin potasında eritiliyor ve yine aynı döngü içerisinde kıvranıp duruyoruz. Peki nasıl olur da hâlâ kaostan, arsızlıktan, vicdandan, merhametten, adaletten, bilimden uzak bir şekilde yaşıyor ve hâlâ bu sistemde ısrar edip umutlanabiliyoruz? Öyle ya; madem bu kadar sistematik ve mantıklı bir eğitim prosedürü var. Peki neden böyle bir sistemin içerisinde şekillenen bireylerin tepkileri bu kadar mantıksız olabiliyor? Eğitimin doğruluğu eylem ile ortaya çıkabilecekken, ortaya dökülenler neden canımızı yakıyor? Neyi yanlış yapıyoruz? Neyi unuttuk da, eksiği kendisini bu kadar acı bir şekilde hissettiriyor? (Bu kısma döneceğiz.)
Türk eğitim-öğretim sistemi, ezberci bir anlayışla ilerlediğinden dolayı, birey üzerinde baskı oluşturmakta, sınavda alacağı yüksek not ise başarı sayıldığı için, bilgi tamamen araç görevi görmektedir. Başarının, sınavda alacağı yüksek notla ilişkilendirilmesi, bireyi yorumlamadan mahrum, zihinsel süreçleri devreye sokmakta isteksiz, analitik düşünmeden uzak bir forma sokmaktadır. Bilginin hamalı olmak, tam da böyle bir vaziyettir. Yükünü de sınavda boşaltıp, alacağı ücret olan not ile de kendisinin eğitimli ya da eğitimsiz olduğuna karar verilir. Sistem, öğrenciyi ne kadar çok bilgiyi hafızasında tutabildiğiyle değerlendirirken, bunu da lâik ve demokrat sistemin başarısı addeder. Bu başarı bir 'şey'dir artık eğitimcinin gözünde. Öğrenci ezberleyip kademe atladığı ve diploma almaya hak kazandığı noktada, eğitim başarıya ulaşmış demektir. Oysa tarihte nice dâhiler, başarısızlıklarından dolayı okullarından atılmış, aldıkları düşük not ile zekâlarından şüphe edilip eğitime elverişli bulunmayarak sistemin dışına itilmiştir. Liyâkatı, yüksek notun verdiği diplomaya indirgeyen bir sistemin kurumlarında çalışan çoğu insan da, işini aşkla ve insanlara faydalı olmak kısmından mahrum olmuş hâliyle, kendisini hizmet insanı sanmaktadır.
Baştaki konuya dönecek olursak;her şey usûlüne uygun biçimde yerine getiriliyorsa,peki bize ne oluyor da,eğitimde bir türlü düzen sağlayamıyoruz?İdeolojiyse mesele,en kralı bizde.Lâiklik ise,kimseye kaptırmayız,putlarımız bahçelerde,sınıflarımız modernizmin nirvanası olan karma sistem.Kısaca eğitim-öğretim adına bize benzemeyen ne varsa,kimliğimize yabancı ne kadar unsur mevcutsa hepsine sahip olduğumuzdan dolayı,toplumdaki huzuru inşâ edecek sistemin hâli bize benzemezken,nasıl bir dikiş tutma hâli devşirebiliriz ki?
Her yıl okullar için eğitim adına binlerce kitap basılıp, içeriğinde bize ait olmayan ne kadar insan, fikir, doğru varsa okutuluyor. Bunlar üzerinden vicdanlar ve zihinler şekilleniyor. Üzerine bir de ezberlemek suretiyle iyice kazınıp, onulmaz bir şekilde toplumun içerisine eğitimci diplomasıyla bu insanlar salınıyor. Okul ve ev arasındaki düşünce, inanç ve hedef birliği sağlanamadığı için, bu kurumlar, farklı fikirlerin ve yaşantıların birbirine bilendiği bir dinamik olarak ilişkilerin göbeğinde yer alıyor. Şekillenme işi okulda başladığı, okuldaki eğitim sisteminin tüm topluma sirayet edecek yer olması adına; adaletin, ahlâkın, huzurun neden bir türlü sağlanamadığı kısmı, buraların yetersiz ve amacı dışında kullanıldığını bizlere gösteriyor. Kafası ve vicdanı belli bir ideolojinin kerpeteniyle bükülmüş olduğu için de; ahlâkta, yenilikte, ilimde, eğitimde güdük kalmış bir sistemin öğretisiyle öğrenci yetiştirmeye başlayınca da, ne eğitim eğitim oluyor, ne öğretim öğretime benziyor. Olsa olsa ideolojinin ordusuna insan yetiştirmekten öteye gidemiyor.
Eğitim, insanın kendi kendini anlamlı kılmasıdır. Okullarda ideolojinin anlamıyla anlam bulmayan hiç bir öğrenci kabul görmüyor, başarılı sayılmıyor. Şekilleme işine evvelâ ideolojik açıdan başladığı, o ideolojinin her türlü öğretisinin dışında bir anlam kazanmaya izin vermediği için, birey kendi kendisine yabancılaşıyor. Yabancılaşan varlık da ne kendi içsel keşfini gerçekleştirebiliyor, ne de zihnin sonsuz üretme becerisini harekete geçirebiliyor. Çünkü artık biliyor ki; okulun sistematiğinin dışına çıkmak, hem başarısız sayılıyor, hem de psikolojik açıdan bireyi her türlü zorbalıkla karşı karşıya getirme korkusuyla mecburen kendisini bu sürece entegre olmaya zorluyor. Çocuk yaşta şekillenmeye zorunlu bırakılan bu zihin, ilerleyen yaşlarda asla başka bir forma sokulamaz vaziyette elinizde patlıyor.
Her yıl yüzlerce beyin göçü ile başka ülkelere giden öğrenciler, oradaki sistemin anlayışıyla kendi ülkesine düşman bir şekilde yurda dönüyor, dönmese bile oralardan elde ettiği mevkilerle ülkesinin sonunu hazırlayacak projelerde fikir beyan ediyor. Şu acı tabloya bakar mısınız? Göç ettiğinde pragmatik bir sistemin her türlü haz aracı ile sevindirik olan, diploma sahibi olmanın hiç bu kadar kendi lüksüne hizmet edemediği bir ülkeden oralara gidip, üzerine bir de özgürlük sandığı her türlü nefsanî hizmetlere kavuştuğu an, kendi ülkesini beğenmeyerek düşman olmaya kadar varabiliyor. Oysa bilmiyor ki kendi ülkesi ideolojik sistemin dişlileri arasında yıllardır can çekişiyor ve aslında neyin yararlı ve gerekli olduğuna ilişkin bir anlayışla eğitim-öğretim yapılsaydı, faydacılığı bilimsel bilgi ve üretim üzerinden sağlasaydı eğer, şu an ülkesinde ahlâkı parçalamak yerine, atomu parçalayacak nice dâhilerin mevcut olduğunu… İdeolojinin kısırlaştırdığı zihinlere hiç bir ahlâkî, bilimsel, adil üreme alanı bulamazsınız. İdeoloji, eğitim ve öğretimin her türlü sorununa yeterli gelmez efendim. Toplumun dikiş tutmazlığını bu kurumlarda arayın.
Saygılar…