Bir sabah ya da bir akşam… Saatin önemi yok. Çünkü deprem zamanı tanımaz. Yerin altı konuştuğunda, biz susarız. Saniyeler içinde öncelikler değişir. O an, en önemli şeyin ne olduğunu hep birlikte hatırlarız: Hayat.
6.2 büyüklüğünde bir gerçeklik geçti üzerimizden. Evet, bu kez can kaybı yoktu. Ama Naci Görür’ün sesi yankılandı içimizde:
“Bu bir uyarıdır. Depremi değil, ihmali konuşmamız gerek.”
Türkiye bir deprem ülkesidir. Bu bilimsel bir gerçekliktir. Ve Celal Şengör’ün yıllardır bağıra bağıra söylediği gibi:
“Bu cehaletle, bu umursamazlıkla insanlar ölmeye mahkûm.”
Her depremden sonra kısa süreli bir korku… ardından hızlıca gelen unutkanlık… Sanki yer tekrar sarsılmayacakmış gibi.
Ama yer susmaz.
Sadece bekler.
Bu bir doğa olayı değil yalnızca. Bu bir sınavdır. Betonun hafızası yok ama bizim vicdanımız var.
Her bina bir karnedir. Her ihmal bir vebaldir. Deprem geçer, ama bıraktığı sarsıntı içimizde kalır. Çünkü bu sarsıntılar bize ne kadar kırılgan olduğumuzu değil, ne kadar sorumsuz olduğumuzu gösteriyor.
Celal Hoca’nın dediği gibi:
“Cahil cesur olur. Ama cehalet, bir milletin mezar taşı olur.”
Bu kez uyarıldık.
Peki sıradaki geldiğinde yine ‘geçmiş olsun’ demekle mi yetineceğiz?
Yoksa bu kez gerçekten bir şeyleri değiştirecek miyiz?
Yer yine konuşacak.
Hazır mıyız?
Bazen deprem sadece yerin değil, insanın içinin de kaymasıdır. Sarsıntı biter, ama o iç titremesi günlerce sürer. O an kızımın gözlerine baktım… Korku doluydu. Ona güç vermeye çalıştım ama
içimde bir düğüm vardı: Acaba gerçekten hazır mıyız? Onu koruyabilecek kadar bilinçli bir ülkede mi yaşıyoruz?
Her büyük sarsıntıdan sonra aynı manzarayı yaşıyoruz. Kısa süreli haberler, birkaç sosyal medya paylaşımı, sonra sessizlik. Ama Naci Görür’ün sesi susmuyor, Celal Şengör öfkelenmeye devam ediyor.
Çünkü onlar biliyor: Bu ülke bir gün değil, her gün deprem riskiyle yaşıyor.
Ve biz, hâlâ üç gün sonra unutuyoruz.
Oysa unutmamak, yaşamak kadar önemli.
Hazırlık yapmak, yaşama hakkına sahip çıkmaktır.
Çocuklarımıza sadece sevgi değil, güvenli bir gelecek borçluyuz. Bu yüzden, artık sorumluluğu sadece devlete, müteahhide, belediyeye yıkamayız. Her birimiz, kendi çapımızda bu ülkenin depreme dayanıklılığından sorumluyuz.
Çünkü o an geldiğinde…
Sadece yer sarsılmaz.
Vicdan sarsılır.
Kayıplar sarsar.
Ve en çok da “bile bile ölüme gönderilen” hayatlar…
Sarsılmadan önce önlem, yıkılmadan önce bilinç, kaybetmeden önce birlik gerek.
“Bu yazı; bilimi dinlemeyen kulaklara, sorumluluğu paylaşmayan omuzlara ve hâlâ uyanmayan vicdanlara ithaf olunur.”