Acının milliyeti olur mu? Tecavüzün memleketi olur mu? Cinayetin kavmiyeti olur mu? Adı Mefta Emani. İdlip´in Güney kırsalında bulunan Cibala köyünde doğdu. Daha 20 yaşında. Kim bilir sofrasına bomba düşmüş, kim bilir anne babası gözlerinin önünde ölmüş, kim bilir az önce yüzüne güldüğü evladının bedeni gözlerinin önünde parçalanmış. Acılar ruhunu sarmasaydı doğduğu toprakları bırakıp gelir miydi? Mecbur kalmasaydı ilk kez gözünü açtığı, ilk adımını attığı, ilk kez baba dediği evini bırakıp kaçar mıydı? Mecbur kalmasaydı arkadaşlarıyla saklambaç oynadığı, bebekleriyle evcilik oynadığı, yara bere içinde koşturduğu sokakları bırakıp gelir miydi? Arkadaşlarını, eşyalarını, sevdiklerini, hayallerini, mutluluklarını, sevinçlerini, anılarını, kardeşlerini, komşularını, anne babasını, her gün silip süpürdüğü, gözü gibi baktığı evini bırakıp gelir miydi? Kimin kimi ne için öldürdüğü belli olmayan bir coğrafyada yaşamak kolay mı sanıyorsunuz? Her an bir bombanın kendisini ve ailesini paramparça edeceğini bilerek yaşayan bir anne olmanın verdiği ızdırabı tahmin edebilir miyiz? Evinin yıkılmış enkazının molozlarında çocuğunun geleceğini umutla düşleyen bir anne tasvir edebilir miyiz? Ne yapsaydı Emani? Batının havadan ölüm saçan barış güvercinin kulak delici sesiyle ağlayan bebeğiyle beraber çaresizlikten ağlamaya devam mı etseydi? Ailesinin Hristiyan devletlerinin demokrasi bombalarıyla parçalanan cesetleri arasında mı arasaydı huzuru? Sadece Müslüman olduğu için kan deryasına dönen mahallesinin kendisiyle beraber yok olmasını mı izleseydi? Emani öyle yapmadı. Tüm acılarını bıraktı ve terketti doğup büyüdüğü toprakları. Kendini, kendisine kucak açan Müslüman beldelere bıraktı. Sonra ne mi oldu? Binbir güçlükle karın tokluğuna yaşamaya çalışıyorlardı. Kocası ve bebeğiyle yeniden bir umut ışığı arıyorlardı. Kocası Al Rahmun bir tavukhanede çalışıyordu. Üstelik personelin en çalışkan kişisiydi. Her şey güzel gitmeye başlarken genç kadın komşusunun tacizine uğramaya başladı. Nasıl olsa savaştan kaçmışlardı, kimsesiz ve savunmasızlardı. Genç kadın gece 03.30 da evine zorla giren iki adamla karşılaştı. Bunlar Amerikan askeri değildi, Rus ya da Esad´ın askeri hiç değildi. Zira burası da İdlip değil, sığındıkları huzurlu bir Müslüman beldesiydi. 9 aylık hamile Emani en son kafasına sert bir cisimle vurulduğunu hissetti, onun için sonrası yoktu. İki katil Emani´nin 10 aylık bebeğini Halaf´ı ağlayıp dikkat çekecekleri için boğarak öldürdüler. Baygın Emani´yi ve daha sütten kesilmemiş 10 aylık Halaf´ın cansız bedenini alıp oradan kaçtılar. Ormanlık alana götürüp kadına tecavüz ettiler ve başını odunla ezerek öldürdüler. Emani´yi ve bebeği Halaf´ın cansız bedenlerini ağaçların arasına bırakıp gittiler. Emani, bebeğini kucağına alacağı günü beklerken, onlar için gelecek hayalleri kurduğu 10 aylık evladı Halaf ve karnındaki bebeği ile ağaçların arasında ölümü beklemeye koyuldu. Bir anne yaşam mücadelesi için kaçıp geldiği topraklarda bu dünya için mücadelesini kaybetti. Yüce Allah onu birden fazla kez sınadı ve daha fazla acı çekmesine müsaade etmedi. Bu bir hikaye değildi. Romanlara konu olamayacak kadar gerçek, şiirlerin kafiyelerine sığamayacak kadar büyük, kelimelerin anlatamayacağı kadar acı, ağıtların ifade edemeyeceği kadar ızdıraplı idi. Bu yaşananları ancak Allah´ın takdiri ve kaderi ile izah edebiliriz. Yüce Allah bu dünyada türlü zorluklar çeken Emani kardeşimize, doğmamış bebeğine ve 10 aylık evladı Halaf´a ahirette kolaylıklar ihsan etsin. ********** Velhasıl... Acının milliyetini arayanlara sesleniyorum; Bir kişinin acı çekmesine üzülmeniz için o kişinin Müslüman olması yetmez mi? Diyelim ki Müslümanlıkla işiniz yok, yahu insan olması da yetmez mi? |