Hz. Peygamber, bütün Allah Elçileri gibi İlahi kudretin öngördüğü yaşam ilkelerini öğretmek ve hayatın her alanında örneklik teşkil etmekle görevlendirilmiştir. Aynı atanın çocukları olmaları itibariyle insanların doğuştan eşit oldukları, bu eşitliği bozan tek şeyin Allah´a bağlılık olduğu, bunu da ancak gönüllerin sahibinin bilebileceği, bunun dışında kimsenin kimseye bir üstünlüğünün olamayacağı; renklerin, ırkların, soy taassubunun, zenginliğin, dünyayı çekip çevirmede söz sahibi olmanın… kısaca dünya için kullanıldıklarında dünyalıkların bir anlam ifade etmeyeceği yaklaşımı üzerine kurulu her şeyde ölçüyü esasa alan mutedil bir hayat egemen kılınmak amaçlanmıştır. Doğuştan getirilen eşitliğin bozulmasına izin vermeyen, teşri kılınmış kardeşlik hukukunu bozmayan ve onun sürdürülebilirliğini sağlayan rabbani sistem, kişisel ve ailevi her türlü ihtiyacın giderilmesinden toplumsal hayatta insan ilişkilerine hatta canlı ve cansız diğer varlıklarla olan münasebete varıncaya kadar Hz. Peygamber aracılığı ile insana rehberlik etmektedir. Kur´an´ın bütün öğretileri bizzat Allah Resulünün şahsında hayat bulmuş, soyuttan somuta dönüşmüş ve insan fıtratına uygunluğu sebebiyle de hüsn-ü kabul görmüştür. Benlikten arınmışlığın, hakka ulaşma istikametine girmiş olmanın ifadesi olan alçak gönüllülük, kişisel saygınlığın da önemli unsurlarından biri olarak bir takım ahlaki hasletlerin sunucudur. Zamanın fertler üzerindeki tahakkümü, anne babaya göre çok daha aktif olması nedeniyle diğer insanların düşüncelerine aldırış edilmeden toplumsal deneyim yok sayılmaktadır. Yetişmesinde ferdiyetçiliğin ve ben merkezciliğin öncelendiği bir kuşağın, değerden mahrum bir ahlaka sahip olması nedeniyle en yüksek dini duyarlılığı bile en çok ikinci derecede önemlidir. Bu olumsuzluğun ortadan kaldırılması ancak Kur´an´da güzel bir örnek 1- (33/Ahzab, 21) olarak tanımlanan Hz. Peygamber (sav)´in yaşam tarzının benimsenmesiyle mümkün olabilir. Mescid-i Nebevi´nin temizliğini yapmakta olan siyahî bir kadının ölümünden geç haberdar olan Hz. Peygamber (sav)´in, sahabenin pek önemsemediği anlaşılan kadının mezarını ziyaret ederek ona dua etmesi, 2- (İmam Nevevi, Riyazu´s-Salihin, Terc: Prof. Dr. Y. Kandemir, Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, Prof. Dr. Raşit Küçük, Erkam Yayınları, 2008, II, 271.) zenginliğe, sosyal statüye ve ifa edilen göreve bakmaksızın insanların doğuştan getirdikleriyle saygıya layık olduklarını göstermektedir. İnsanın İnsana, topluma ve mukadder bir hayatın akıp gittiği çevreye hassasiyetle bağlanması, doğal yaşam ortamının alçak gönüllülükle olan derin ve kopmaz ilişkisinin tezahürüdür. Tevazu, uhrevi duyguların benimsenmesi ve geliştirilmesiyle yakından alakalıdır. Bir gün kendisiyle konuşmaya gelen ve korkudan titremeye başlayan adama, Hz. Peygamber (sav)´in; “sakin ol ben bir kral değilim. Ben kadîd-güneşte kurutulmuş et-yiyen bir kadının oğluyum” diyerek onu sakinleştirmesi, bulunmuş oldukları konumların farklılığına rağmen iyilik yapmanın, alçak gönüllülüğün önemli unsurlardan biri olduğuna işaret etmektedir. Hiçbir sebebin yumuşak davranmayı terk ederek kabalığın ve sertliğin tercih edilmesine gerekçe teşkil etmeyeceği ve bu durumun tevazu ile bağdaşmayacağı şu ayet-i kerimeden anlaşılmalıdır: “Allah´ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah´tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah´a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” 3-(3/Al-i İmran, 159) Bu nedenle Allah Resulünün hayatı; sevmeyi, iyilik yapmayı, değer vermeyi unutan insanlara merhamet eğitimi vermekle geçmiştir. Tevazu sahibi olmak, yapıp ettiklerini eleştirebilmek, kendine gereğinden fazla değer vermemek, takdir edileni gönül hoşnutluğu ile kabul etmek, verilenlerle idare ederek meşruiyet içerisinde daha iyisine ulaşmaya çalışmak, kibirden uzak bir hayat tarzını yaşamaktır. Allah ile insan arasındaki ilişki, Halik mahlûk, Mabud abid, Rab kul ekseninde ve takdir edilene inkıyatı da içine alan ihsan derecesinde gerçekleşmeli, 4- (İmam Nevevi, age, I, 300.) onun hatırına kullarına ve diğer varlık âlemine hak, adalet ve ihtiram ölçüsünde münasebet, hayat anlayışı haline getirilmelidir. Hz. Peygamber (sav)´in: “…Yapacağı fenalıktan komşusu emin olmayan kimse iman etmiş olamaz…” 5-(Buhârî, Edeb, 28, 29), “Allah´a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin!” 6-(Buhârî, Nikâh 80), “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse cennete giremez” 7- (Müslim, Îmân 73.) sözleri, kişilerin hak ve hukukunun en çok zarara uğratıldığı alanın komşu hakkı olduğunu, komşuyla iyi münasebetin imanın gereği olduğunu ve kötü komşuluk ilişkilerini sürdürenlerin cennete gidemeyeceklerini göstermektedir. Her yaştan insan saygı göstermek de alçak gönüllüğünün gereklerindendir. Küçüklere sevgi göstererek onları merhamet kanatları altına almak, büyüklerin bir ömür deneyim ve yaşam sürecine hürmet etmek Hz. Peygamber (sav)´in hayat anlayışını ortaya koyan önemli dinamiklerdendir. “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizin büyüklüğünün haklarını bilip tanımayan bizden değildir” 8-(İmam Nevevi, age, I, 300.) hadisi, bu saygının ölçüsünü göstermektedir. Saygıda kusurun her türlüsü, kibrin en önemli göstergesidir. Hz. Peygamber (sav),“Müslüman, Müslüman´ın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki, Takva işte buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her Müslüman´ın kanı, malı ve ırzı, başka Müslüman´a haramdır” 9-(Tirmizî, Birr 18.) buyurarak, kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik ve gurur anlamına gelen kibrin, hakikatte her türlü haksız uygulamanın ve saygıda kusurun ifadesi olduğuna işaret etmiştir. Gerçekte tevazu kişiliğin -öz benliğin- kabul edemeyeceği, meşhur ifadesiyle nefse ağır gelen ölçülerdir. Zira nefis ölçüsüzlüğü ve sınırsızlığı yeğler. İtidali yapmakla emrolunan vasat ümmet için ise mutlaka bir hayat disiplini şarttır. Bundan dolayı nefsin eğitilmeye ihtiyacı vardır. Yüce Allah bu eğitimi gerçekleştirmek için vahye mazhar kıldığı elçilerini göndermiştir. Bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav) de kendisine vahyedilen Kur´an ile nefsin eğitimini/terbiyesini ya da törpülenmesini gerçekleştirmiş, ilânihaye varlığını ve etkisini sürdürecek olan İslam medeniyetinin umdelerini belirlemiştir. Hakikatte Kur´an öğretilerinin tamamına uymak tevazuun dışa vurumudur. Nefsin, varlığın gerçek sahibini tanıyarak onun karşısında eğilmesi, varlığa sebep olan ana babaya en iyi şekilde davranmak, haksız da olsalar onlara karşı nezaket kurallarını zorlayacak ifadeler kullanmamak hatta hoşnutsuzluğu çağrıştıracak ifadelerden kaçınmak, aksine minnet ve şükran duygularını izhar edecek söz ve davranışlara yer vermek, onların bakımını merhamet duygularıyla yapmak ve onlar için dua etmek, Allah´ın lütuf ve ikramına şükrün ifadesi olarak ve varlıkla yokluğun her zaman aynı yerde kalmayacağı inancıyla akrabaya, geçim sıkıntısı çekenlere, yolda kalmışlara haklarını vermek (yardımcı olmak), şeytanların kardeşleri olmayı çağrıştıran saçıp savurmayı da cimriliği de terk ederek itidal olanı tercih etmek, mülkün ve rızkın gerçek sahibinin yaratan olduğu idrakine vararak çocukları geçim sıkıntısı nedeniyle öldürmemek (kürtaj), Allah´ın adının referans olarak verilmediği meşru olamaya kadın erkek ilişkisine yaklaşmamak, ölümün sahibinin de hayatı bahşeden olduğu bilinciyle cana kıymamak, Allah´ın topluma emaneti olan yetimlerin malını yememek, saygınlığın en büyük göstergesi olan ahde, vefa göstermek, helal kazancın, alın terinin karşılığını tastamam vererek ölçü ve tartıda adaleti gerçekleştirmek, hassas terazilerle tartmak ve ölçmek, başkalarının yapıp ettikleriyle ilgilenmemek ve onları sohbet konusu yapmamak, insanın ayırıcı vasıfları olan görme, işitme ve anlama yeteneğini isabetli kullanmak, böbürlenerek yürümemek, 10- (17/İsra, 23-38) tevazuun ölçütleri ve saygınlığın göstergeleridir. Yukarıda bahsi geçen hususlar, vahye doğrudan muhatap olması itibariyle Hz. Peygamberin tebliğle yükümlü kılındığı esaslardır. Ademoğluna yerkürede farklı ve onurlu bir konum kazandıran bu ilkeler topluluğu aynı zamanda Hz. Peygamberin tevazuunun da göstergeleridir. Müminler bu kurallara uydukları ölçüde Hz. Peygambere uymuş ve Allah´ı sevmiş, ondan da sevgi görmüş ve bağışlanmış olabilirler. Yoksa hayatta karşılığı olmayan Allah ve peygamber sevgisinin, peygamberi tevazuun bir anlamı olmayacaktır. Selam ve dua ile… |