Bundan yaklaşık 3-5 yıl kadar önce, ülkelerin kültürel düzeyleri, inanç üzerine inşa ettikleri yaşam biçimleri gibi sosyolojik anlamda yaptığım araştırmalar sonucunda, bir ülke dikkatimi celbetmişti. Minicik boyları, devasa hayal dünyaları, beslenme şekilleri, arka arkaya yaşadıkları maddî yıkımlar ile yine de hayata ve dünyaya karşı dimdik ve âdeta küllerinden yeniden doğdukları güçle, araştırmalarıma konu oldu.

Belgesel üzerine belgesel, film üzerine film izleyerek, bir de makale üzerine makale okuyarak, bu küçük devlerin geldiği maddî yükselişin yanında, manevî yıkımlarından da haberdar olmak, beni derinden üzdü. Dünyayı bu kadar ustaca anlayıp, ahiret ekseninde ise yalpalayan ve acemileşen bu millet; insanoğlunun, dünyaya ne kadar hükmederse etsin, ruhunu tatmin edemediğinde, ne kadar aciz ve çaresiz olabileceklerini de yeniden hatırlattı.

Hangi ülkeden bahsettiğimi tahmin etmeniz zor olmasa gerek;

Japonya...

Muazzam disiplini ve teknolojisi ile herkesin imrendiği bir ada ülkesi burası.

Dünya hayatı için her türlü imkânı dev teknolojileri ile mevcut hâle getirebilen bu ülkenin büyük çoğunluğu, Budizm'i benimsemiş.

Her yıl binlerce insan; teknolojinin ve ulvî bir inanca dayanmayan disiplinin bir türlü huzura kavuşturamamasından dolayı, önce Ohitorisama diye adlandırdıkları ve toplumdan tamamen izole olmuş, daracık bir alanda sadece teknoloji ile zaman geçirebilecekleri bir tür yalnız yaşam tarzı icâd ediyorlar, bu da çözüm olmayınca tüm çaresizlikleriyle Aokigahara adını verdikleri ormana doğru intihar etmek için yol alıyorlar.

Böyle bir gücün İslâm ile tanışmamış olması, insanı derinden üzüyor. Dünya ile tatmin olmayan bu millet, çıkışı bir türlü bulamadıkları için çözümü intiharda buluyor. İslâm'a ne kadar aç olduklarının da resmi aslında bu durum. İçlerinde bir yangın var fakat huzurun adresini bilmediklerinden dolayı, dünyanın her türlü imkânına da sahip olsalar, o ateşte amaçsız yanmaktansa, kendini yok etmeyi tercih ediyorlar.

Gururlu insanlar Japonlar. Disiplini öncelemelerinin sebebi; hem iç huzur, hem de insana duydukları saygıdan kaynaklanır. Manevî çıkmaza girdiklerinde de, tüm maddiyatı ellerinin tersiyle itebilecek içsel bir derinliğe sahiptirler. Maddiyatın, maneviyatı aşan boyutunu asla kabul etmiyorlar.

130000000'a yakın nüfusun, 100000 kadarı İslâm dinine mensup. Büyük çoğunluğu Budist, geriye kalanı ise Şintoizm, çok küçük kısmı Hıristiyan ve üretilmiş dinlere inanıyor. Bu kadar din çeşitliliğinin olduğu bir yerde, böylesi bir yaşam tarzı ile dünyaya sıkı sıkı sarılan, parmak ısırtan teknolojileri ile de mutlu mesut yaşamaları gerektiği zannıyla yol alan hayatlarının tıkanan yerinde, teknolojik tek bir tuşla dâhi gideremedikleri sorunun canlarına mal olması, bir Müslüman olarak beni derinden üzüyor.

Son günlerde sosyal mecralar, Japonlar'ın Covid-19 salgınının getirdiği bunalımla baş edemeyerek, hayatlarına son verdiğini, intihar vakalarının bu ülkede bu dönem daha da arttığını dolaşıma sokmuş. Bunun salgınla bir ilişiği var fakat Japonlar için intihar, zaten bir gelenek hâline gelmiş. Yazının başında da belirttiğim gibi, özel bir alan dâhi tahsis etmişler bunun için kendilerine. Salgın, o ülkede çok uzun yıllardır mevcut. İnançsızlık salgını, çıkış yolu bulamama salgını, maneviyatsızlık salgını... Her yeri saran, her kalbi en derininden yoklayan, ruhu; yerine ne koyarsa koysun asla tatmin edemeyen bir hastalığın pençesinde yıllardır bu insanlar. Yeni bir haber ya da yeni bir toplumsal refleks değil bu onlardaki.

Çözüm için türettikleri dinler de, ürettikleri makineler gibi teknolojik özellikler de gösteremiyor ki; tek tuşla huzuru içlerine sokuversin. Beyinlerine format atıp, ruhlarını yeniden inşa etsin. Bu kadar işte... İnsanoğlunun gücü ancak buna yetiyor. Uçan makineler, kaçan arabalar, yapay zekâlar da bir yere kadar insanı tatmin ediyor. O küçücük ama devasa yaratılıştaki mükemmel kalp ise, sadece Allah'ı anmakla mutmain oluyor, teskin oluyor, sahibini huzura kavuşturuyor. Ancak kalbin sahibi, insanın ne istediğini biliyor. Magmayı da delsen, eksozfere de ulaşsan, O'na ulaşmadığın, adresin O olmadığı müddetçe; hep kahır...

Yazık oluyor bu millete. Bize olmuyor mu? Allah, bizim cezamızı; adresi bilip, yine de kahırla yaşamayı seçmiş olmamızla zaten vermiş efendim. Biz ümmetin şımarık çocuklarıyız. Bizim hesabımız Japonlar'dan ağır olacak zannımca. Hadi hadi, uzun yazı sevmiyorsunuz.

Saygılar olsun hepinize...