Bugün sizlere güzel bir menkıbe ile merhaba demek istedim. Gelin hep beraber şu güzel mekıbeden kendimize bir ders çıkaralım:
Sultan II. Abdülhamid Han zamanında Yavuz Sultan Selim’in türbedarının hanımı hamiledir. Kadıncağızın bir gün canı kiraz çeker. Hani hamile kadınlar “Ay erer” ya öyle. Kadın kocasına der ki:
“Bey canım çok kiraz çekti bana biraz kiraz alırmısın?”
Adam çarşıda pazarda kiraz aramaya koyuyur. Mevsimi olmadığından da bulduğu bir manavda çok pahalı olduğundan, cebinde ki paralar toparlar ama kirazı alacak para yetmez ve oda türbeye geri döner. Yavuz Sultan Selim Hanın sandukasının baş ucuna oturup:
Ey büyük İslam Padişahı, cihan Şahı! Onca sene hizmetini görürüm, Ama bir himmetini görmedim!” diye buğuz eder ve türbeyi terk edip evinin yolunu tutar.
Eve dönüp karısına kirazın çok pahalı olduğunu ve alamadığını söyleyince karısı hayli üzülür. Sabahın erken saatlerinde terbedarın kapısı acı, acı dövülür. Türbedar besmele çekip kapıya yönelir. Kapıyı açtığında iki askeri karşısında görünce hayli şaşırır ve sorar:
“Hayırdır ağalar? Bu saatte kapımı çalarsınız? Bir kusurumuz mu vardır?” Askerlerden biri faytonu gösterip:
“Hayırdır herhal? Hele giyinip gelesin! Sultanımızın huzuruna çıkacaksın!” Türbedar korku ve telaş içinde alel acele giyinip askerlerle birlikte saraya giderek Sultan II. Abülhamit’in huzuruna çıkarlar.
Huzura çıkan türbedarı Sultan Abdülhamid tepeden tırnağa süzer ve sonra yumuşak bir dille sorar:
“Ceddim Yavuz Sultan Selim Hanın türbedarı sen misin?” Türbedar ürkek ve korku karışımı halde titrek bir sesle cevap verir:
“Evet Sultanım benim!” der: Sultan Abdülhamid yeniden sorar:
“Söyle bakalım dün türbede neler oldu?” Türbedar iyice kormuştur. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Yine titrek bir sesle:
“Her hangi bir şey olmadı Sultanım!” Sultan Abdülhamid üsteler:
“Olmuştur mutlaka belli bir sıkıntın vardır hele söyle bakalım!” Der türbedar başına neler geleceğini düşünmekten ve korkudan tekrar eder:
“Çok şükür bir sıkıntım yoktur Sultanım!” Abdülhamid bu defa öfkelenir ve sesini yükselterek sorar:
“Türbedar efendi! Türbedar efendi! Dün sen dedemden ne istedin söyle bakalım?” der. Türbedar çaresiz ister istemez olanları anlatmaya başlar. Eşinin hamile olup kiraz istediğini ve alamadığını anlatır. Ve ekler:
“Türbeye gelip sandukanın baş ucunda kendi kendime söylenmiştim Sultanın!” der. Etrafı derin bir sessizlik kaplar ve sonunda Abdülhamit Han yüksek sesle:
“Senin yüzünden dedem beni sabaha kadar rahatsız etti! Kuşağından çıkardığı bir keseyi türbedara uzatarak:
“Al şu bir kese altını! Bir daha dedemi rahatsız etme!” Abdülhamit han emir erine dönüp:
“Haznedara söyle, şu türbedarın maaşı iki misline çıkarsın!” der.
Hani güzel bir sözümüz var ya: “Kul sıkışmayınca hızır yetişmez!” diye işte bu güzel menkıbe de bunun en güzel örneklerinden biri değil mi?