İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav); 571 yılında kameri aylardan Rebi´ül- evvel ayının 12. gecesi pazartesi günü sabaha karşı Mekke´de doğmuştur. Bu olay Kur´an-i Kerimin Saf suresi dokuzuncu Ayet-i Kerimesi ile şöyle müjdeleniyordu. “O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.” O´nun gönderilişi, Yüce Allah´ın [Azze ve Celle] insanlığa merhametinin bir tecellisi idi. Yüce Allah [Azze ve Celle]; “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/107) buyurarak O´nun bir rahmet Peygamberi olduğunu haber veriyordu. Bu durumu Merhum Süleyman Çelebi şu dizeleri ile anlatıyor: “Doğdu ol saatte ol Sultan-ı Din, Nura gark oldu semavat´u zemin.” “Sen, dünyamıza hoş geldin Ey Nebi.” Salât ve selamlar sana olsun. Bu mübarek geceye “Mevlid Kandili” denir. Babası Abdullah, annesi âminedir.. Babası onun doğumundan iki ay kadar önce vefat ettiğinden biricik oğlunu görememiştir. Peygamberimiz altı yaşında iken de annesi vefat etmiştir. Sekiz yaşında da dedesi Abdülmuttalip Hazretleri de vefat etmiştir. Daha sonra ona amcası Ebu Talip sahip çıkmış ve büyütmüştür. Bu gece hepimiz için bayram gecesidir. Çünkü ortaçağın insanlık üzerine çökmüş kâbusu, içleri karartan bulutları bu gece dağılıp yok olmuş, karanlıklar parçalanarak yerlerini bu gece aydınlığa bırakmıştır. Bu gece Kabe´de tapılmakta olan cansız putların çoğunun baş aşağı devrildiği görüldü. Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi. Sava´da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü. Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi. Bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresinin sularının taştığı görülmüştür. Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen kişi ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah´ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır. Gerçekten de O´nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehalet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulüm baskısı sona ermiştir. Vahşet için, cehalet için, insanlık dışı davranışlar için , kız çoçuklarını diri diri toprağa gömen anlayışlar ve vahşi gelenekler için, haklarından ve haysiyetlerinden uzaklaştırılan kadınlar için, hak ve adalet mefhumları için bu gece bir dönüm noktası olmuştur. Bu gece kadınların esaret zincirleri parça parça olmuş, kişiliklerine, hak, hürriyet ve haysiyetlerine yeniden kavuşmuşlardır. Bâtılın, maddi ve manevi her çeşit putların ve taassubun yıkılışı bu geceye rastlar. Mevlid-i şerifin yazarı Süleyman Çelebi´nin; “ Yaradılmış cümle alem şâduman / Gam gidup âlem yeniden buldu can” diye anlattığı, alemin yeniden can bulduğu ve alemlerin Muhammed Mustafa (sav)´e kavuştuğu gecedir. Günümüz dünyasında yaşadığımız olaylar da bir kez daha ispat ediyor ki, tüm insanlığın Hz. Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]Efendimizi anlamaya ve insanlığa hediye ettiği Muhammedî sevgi ile bezenmeye ihtiyacı var. İnsanoğlu, kargaşanın, kavganın, zulmün, adaletsizliğin, cehaletin kol gezdiği bir zamanda O´nun barışa, huzura, adalete, ilme ve irfana çağrısına bir kez daha kulak vermeli, eşkiyayı evliya yapan sesine çağlar sonrasından kulak kabartmalı ve bu sesi bir kez daha dinlemelidir. Unutulmamalı ki, Hz. Peygamber´in [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ümmetinden olmak ayrı bir bahtiyarlıktır. Bu kutlu gün ve geceler vesilesiyle Allah´a [Azze ve Celle] imanımızı, Peygamberimize [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] sevgi ve bağlılığımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. O´nun getirdiği ilahî emir ve yasaklara ne kadar tabi olduğumuzun vicdani muhasebesini yapmalıyız. Çünkü bugün, toplum olarak O´nu anlamaya, anlatmaya her şeyden daha çok muhtacız. Mevlid kandilleri, Hz. Peygambere olan sevgimizin pekiştirileceği, bu anlayış ve inançla birbirimize karşı olan kardeşlik duygularının güç kazanacağı geceler ve zaman dilimleridir. Sevgili Peygamberimiz bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, beni ana- babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz..” (Tecrid-i sarih terc.1/31, hadis no:14) Allah Resulü´nün bu uyarsı üzerinde biraz durmamız gerekir. Bundan, O´nu çok sevmemize ihtiyacı olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olur. Hayatını incelediğimiz zaman görürüz ki, O´nun bu uyarısı, bizim mutluluğumuzun, kendisini çok sevmemize bağlı olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. O sevilecek ki sevgilerin en yücesi olan Allah sevgisine ulaşılabilsin. O sevilmedikçe örnek kişiliğinden yararlanmak mümkün olmayacak, dolayısıyla en yüce sevgiye ulaşmakta imkansızlaşacaktır. Nitekim yüce Allah Kur´an-ı kerim´de: “Rasülüm de ki; Eğer Allah´ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” ( Al-i İmran,31) buyurmuştur. Bu ayet ve hadisi şeriften anlaşıldığı gibi Allah sevgisine giden yol, Allah Resulü´nün sevgisinden geçmektedir. Bu sevgi sözde kalmayacak, O´nun güzel ahlakı benimsenecek, bu sevgiye aykırı olan davranışlardan sakınılacaktır. Yalan söylenmeyecek, hile yapılmayacak, kimsenin ırzına, namusuna, malına ve canına göz dikilmeyecektir. İhtikâr ve karaborsacılık yapılmayacaktır. Piyasaya hileli mal sürülmeyecektir. Özellikle ihracat yapanlarımız, yabancılara karşı milli itibarımıza gölge düşürecek hilelerden ve hatta dikkatsizliklerden sakınacaklardır. Boğazımızdan geçen her lokmanın helâli ve haramı mutlaka ayıklanacaktır. İsraftan sakınılacak, milletin malı kullanılırken ona zarar verilmeyecektir. Birbirimizin kusurları araştırılmayacak, dedikodu yapılmayacak, gıybet edilmeyecektir. İftira yoluna hiçbir zaman başvurulmayacaktır. Düşünce ve kanatlarından dolayı hiçbir kimse kınanmayacak, bütün davranışlarımıza islâm´ın telkin ettiği hoşgörü anlayışı hakim olacaktır. Devletimize, vatanımıza, milletimize, komşularımıza, aile fertlerine ve kendi kişiliğimize karşı olan görevlerimiz kusursuz bir şekilde yerine getirilecektir. Unutulmamalıdır ki; namazımız, orucumuz, haccımız gibi, Yüce Allah´a ve O´nun Resulü´ne olan sevgimiz; “Müslümanlık güzel ahlaktır” prensibinin gereğidir. Ahlak, kişinin tüm davranışlarına, sözlerine, işlerine, çevresiyle ilişkilerine yansır ve insanda yerleşik bir hal alır, huy haline gelir. Resul-i Ekrem Efendimizin ashaba ve ümmete örnek teşkil eden ahlakını haber verenlerden biri olan Abdullah İbni Amr der ki: Hz. Peygamber, davranışlarında ve sözünde aşırılıktan uzak durur, “Sizin en seçkin olanlarınız ahlakı güzel olanlarınızdır.” (Buhari, hadis no: 3559; Ahmed b. Hanbel,Müsned,II, 328) buyururdu. Buna benzer rivayetler birçok sahabeden rivayet edilir. Bir keresinde Hz. Peygamber: “Bana en sevimli olanlarınız, ahlakı en güzel olanlarınızdır.” buyurmuştu (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 328). Hz. Aişe validemiz de Peygamberimizin: “Sizin en hayırlı olanınız, aile çevresine karşı hayırlı olanınızdır. Ben, sizlerin aile çevresine karşı hayırlı olanınızım “ buyurduğunu haber verir (Tirmizi, hadis no: 3893) Peygamberimiz kendisine ilk vahiy geldiğinde korkup endişeye kapılmış ve evine gelerek ilk eşi Hz. Hatice annemize kendisini örtmesini söylemiş, “Bana bir hal olmasından korktum” demişti. Hz. Hatice, eşini, onda var olan güzel hasletleri anarak şu sözlerle teselli etti: “ Sakın korkma, Allah´a yemin ederim ki Cenab-ı Hak seni utandırmaz. Çünkü sen yakın akrabanı koruyup kollar, onlarla ilişkini sürdürürsün; iş beceremeyen aciz kimselerin elinden tutar, işini üstlenirsin; yoksulu koruyup gözetirsin; misafire ikramda bulunursun; bir musibete, haksızlığa uğrayanlara yardım edersin.” (Buhari, hadis no: 3, 3392,3953, 39555-56-57) Hz. Hatice annemizin bu sözleri, Resul-i Ekrem (s.a.s)´in hayatının peygamberlik öncesi dönemindeki yaşantısı ve ahlakı hakkında bize önemli bilgiler sunmaktadır. Bu durum onun peygamberlikten önceki hayatının da son derece onurlu ve şerefli bir hayat olduğunu gösterir. Peygamberimizi, ahlakı ve güzel huyları açısından tarif edip anlatan birçok sahabi, onun ahlakça insanların en üstünü ve mükemmeli olduğuna vurgu yapma ihtiyacı hisseder. Eşi Hz. Âişe validemiz peygamberimizin ahlakı hakkında kendisine soru sorup bilgi edinmek isteyenlere: “Siz Kur´an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur´an idi” diye cevap verir. (Müslim, hadis no: 746; Ahmed b. Hanbel,VI, 54,95) Peygamberimizin eşleri, onun aile içi davranışlarını en ince teferruatına kadar bize anlatır. Bu anlatımların her biri, onun üstün ahlaki niteliklerini ve onurlu örnek davranışını sergiler. Bir insanın aile içindeki büyüklüğü ve saygınlığı, bütün saygınlıkların üstünde gelir. Çünkü onun bütün zaaflarını en iyi bilen ailesidir. Bu yüzden dünyadaki birçok şöhret sahibi, ailesi içinde küçük ve etkisizdir. Hayatı bilinen büyükler içinde bunun belki de yegane istisnası Peygamber Efendimizdir. Örnek alınması gereken onurlu bir hayat için bunun ne derece büyük önem ifade ettiği izahtan varestedir. Hz. Peygamber´in kendisini anlatan şu sözleri de, onun örnekliği, önderliği, üstün nitelikleriyle donandığı, fakat bunları övünmek için söylemediğini vurgulayan saygın duruşu hakkında bize birtakım temel ilkeler öğretmektedir: “ Ben kıyamet gününde ademoğullarının seyidi/efendisiyim, övünmek yok! Livaül-hamd benim elimdedir, övünmek yok! O gün Adem (a.s)´dan başka bir peygamber yoktur ki benim sancağım altında olmasın. Ben ilk şefaat eden, ilk şefaat edilenim, övünmek yok! Ben tüm gönderilmiş Resullerin komutanı/en önde bulunanıyım, övünmek yok! Ben enbiyanın sonuncusuyum, övünmek yok! Ben şefaat edenlerin ve şefaat edilenlerin ilkiyim, övünmek yok!” (Celâlûddin es-Suyûti, el-Camiu´s-sağir,I, 413) Bizler, peygamberimizin hayatına bir baktığımız zaman altı özenle çizilmesi gereken şu önemli özelliklerin onda yerleşik bir hal aldığını görmekteyiz: Her konuda doğru sözlü oluşu ve asla yalan konuşmaması, risaleti tebliğde, Müslümanların mallarını korumada, ahde vefada emin olması yani tam güvenilir oluşu; her işte ve herkese karşı adil oluşu; kadınlara ve küçük çocuklara karşı şefkat ve merhametinin daha öncelikli olması; aile bireylerine ve yakın akrabalarına karşı acıma ve şefkatinin, koruyup kollamasının eksiksiz oluşu; her zaman ümmetini düşünmesi ve insanların işlerini zorlaştırmayıp kolaylık yolunu tercih etmesi; ashabına düşkün olması ve onların işlerinin yolunda gitmesine, ihtiyaçlarının yerine getirilmesine olan özeni; canlı hayvanlar ve tabiata karşı olan merhameti; her türlü zorluğa, güçlüğe, bela ve musibete karşı sabır ve tahammül göstermesi; Allah´tan gelen her şeye razı olması; her halükârda Allah´a hamdetmesi; dünya malına düşkün olmayıp zühd yolunu tutması; her konuda ve herkese karşı tevazu sahibi oluşu; ashabın erkeklerine ve kadınlarına karşı, Allah´a davet ettiği insanlara karşı, harp esirlerine karşı, tüm canlılara karşı rıfk ile muamele etmesi; insanların en cömerdi olması, elinde avucunda ne varsa ihtiyaç sahiplerine vermesi, cesaret ve kahramanlığının önde oluşu, haya ve iffet duygusunun zirvede olması; her zaman vakarını muhafaza etmesi; her zaman güler yüzlü oluşu ve kızgınlığının, öfkesinin sadece Allah yolunda oluşu; mizahının ve şakasının ahlak kuralları içinde örneklik teşkil etmesi; ashabına, ümmetine muhabbetinin sınırsızlığı, onların başına gelen ve gelecek olan musibetlere hüzünlenmesi, kederlenmesi ve ağlaması; ibadetler başta olmak üzere bütün işlerde kolaylık yolunu tutması gibi. Bütün bunlar, onun kendi onurlu duruşu ve başkasının onurunu koruması açısından büyük önem taşımaktadır. Hz. Peygamber´in hem onur verici, hem onurlandırıcı bazı davranış ve tarzı hakkında birkaç misal, bizim için örneklik teşkil edecek niteliktedir. Peygamberimiz ashabına konuşacağı zaman muhakkak yüzünü onlara dönerek konuşurdu. Bu tavır, onun ashabına olan saygı ve sevgisinin eseridir. Oturduğu bir meclisten kalkacağı zaman Allah´a istiğfar eder, ondan af dilerdi. Kendisinin huzuruna bir heyet geldiğinde onları en güzel elbiseleriyle karşılardı. Ashabından biri ile karşılaştığında, karşısındaki yüzünü dönmeden Hz. Peygamber ondan yüzünü çevirmezdi. Karşılaştığında musafaha için elini tuttuğu ashabı onun elini bırakmadıkça, o elini çekmezdi. Ashabından bir toplulukla karşılaştığında onlarla musafaha yapamamışsa kendilerini selamlardı. Peygamberimizi gülmesi sadece tebessümden ibaretti. Kendisinden bir şey istendiğinde varsa verir, yoksa “yok” demez sükut ederdi. Müslümanların zayıf ve fakirinin evlerine gelir, onlara misafir olur, hastalarını ziyaret eder, onların cenazelerinde hazır bulunurdu. Hiç kimseyi küçük görmez, insanların kendilerini küçümseyip hor gördüğü insanları koruyup kollar, onurlandırırdı. Aralarında yakınlaşmayı ve samimi ilişkileri geliştirdiği için Müslümanların aralarında hediyeleşmelerini isterdi. Çocukları selam verir ve onların başını okşardı. Ayrıca ashabın hanımlarına da rastladığında selam verirdi. Peygamberimiz, ümmetini, insan onurunu zedeleyen şeylerden uzak tutmaya özen göstermiş, birtakım şeyleri onlara yasaklamıştır. Yenilip içilmesini yasakladığı şeyler, yırtıcı hayvanların ve yırtıcı kuşların eti, ehli eşeklerin eti, genel olarak atların, katırların etleri, laşeleri ve benzerleri, insan fıtratının kabullenmediği ve onurlu kişilere yakışmayan şeylerdir. Mesela kabirler üzerine zaruret bulunmaksızın oturulmasını yasaklaması, ölünün de dirinin de onurunu korumaya yöneliktir. Müsleyi, savaşta da olsa insanların elinin ayağının, kolunun bacağının, burnunun, kulağının kesilmek suretiyle eziyet edilerek öldürülmesini, hayvanları bile keserken onlara rıfk ile muamele edilip eziyet verilmeden kesilmesini, ruh sahibi hiçbir canlının sebepsiz yere öldürülmemesini emretmiş olması, onurlu davranışın bir göstergesidir. İnsanların vücutlarına dövme yaptırmasını, hayvanların tanınmak maksadıyla dağlanmasını yasaklaması da aynı şekilde insan onurunu zedeleyici davranışlardır. Bir saadet güneşi olarak doğan Allah´ın en sevgili kulu, son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (sav)´in kalplere yerleştirdiği iman sayesinde; yanlış inançlar silindi, cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi geldi. Gerçek anlamda islâm kardeşliği kuruldu. Kadın, ailede ve toplumda layık olduğu değere kavuştu. Sevgili peygamberimiz son ilahi kitap olan Kur´an-ı kerim´i tebliğ ederek insanlara, dünyada ve ahrette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Öğrettiği ve gösterdiği ahlak ilkelerini önce kendisi yaparak bizler için en güzel ahlak örneği oldu. Peygamberimizin kalbi şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile dolu idi. Sosyal adaleti sadece sözle değil, davranışları ile de göstermiş ve insanlığa örnek olmuştur. Seven, sevgisinin gereklerini yerine getirmek durumundadır. Yüce Allah, onu en güzel bir şekilde terbiye ederek ahlâk ve faziletle donattı. Kırk yaşına geldiğinde ise onu son peygamber olarak görevlendirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bütün hayatı boyunca, bizlere Yüce Allah´a iman edip O´nu içtenlikle sevmeyi, O´na bağlanarak ibadetlerle hayatımızı anlamlı kılmayı tavsiye etmiştir. O, dürüstlüğü, emaneti korumayı, zayıf ve muhtaçlara yardım etmeyi, yetim ve kimsesiz çocuklara kol kanat germeyi, komşuluk ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi, kimseyi kırmamayı, iyilikte yarışmayı, yararlı insan olmayı birçok güzellikleri bizlere öğütlemiştir. O´nun hayatını inceleyen kimse, hayatının baştan sona bu örneklerle dolu olduğunu görecektir. Şefkat ve merhamet peygamberi olan Efendimiz (s.a.v)´in kendisinden söz ederken: “Ben lanet edici olarak gönderilmedim, sadece rahmet olarak gönderildim” (Müslim, Birr,87) buyurması bunu en güzel şekilde ifade etmektedir. Zaten yüce Rabbimiz de bir ayeti kerimesinde: “Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya,107) buyurmaktadır. Bu nedenle sevgili peygamberimiz düşmanları da dahil olmak üzere hiç kimseye beddua etmemiş, onların hidayet bulmalarını ve kurtuluşlarını istemiştir. O, insanlığın yaratılış gayesini unuttuğu, insani değerlerden uzaklaştığı, cehalet ve zulüm karanlığının ortalığı kapladığı bir dönemde Mekke ufkundan kâinata bir ışık gibi doğmuştur. Yüce Rabbimiz onun için başka bir ayeti kerimede; “ Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah´ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 45-46) buyurmaktadır. O, yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının on üç yılını Mekke´de, on yılını da Medine´de geçirdi. İnsanlığın mutluluğu için çok çalıştı ve tüm engelleri aşarak başarıya ulaştı. Son peygamber olarak görevini hakkıyla yerine getirdi. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) yirmi üç yıllık bir çalışmadan sonra, şartların ağırlığına rağmen “Şefkatli, adaletli, çalışkan ve hür düşünceli bir toplum” meydana getirdi. Dehşetli bir anarşi ortamından, kan davalarından insanları uzaklaştırıp, kısa zamanda kalplere yerleşerek, gönülleri coşturdu. O vefat ettiği zaman, Arabistan yarımadasının bir ucundan diğer ucuna seyyahlar, ticaret kervanları, kadın-erkek herkes emniyet içerisinde gidip geliyor, yollarda Allah korkusundan başka bir korku hissedilmiyordu. Çünkü Resulü Ekrem (sav) yeni bir nesil oluşturmuştu. “Ashab” olarak tanınan bu kişiler, aralarında ideal birliği olan mürşid bir toplum idi. Onlar, terbiye metoduyla donatılmış, peygamberin eğitiminden geçmişlerdi. Hayatını ümmetine adayan, Mirac´da Rabbinden sadece af ve mağfiretimizi dileyen, kıyamet gününde de bize şefaatçi olacağını müjdeleyen sevgili peygamberimize bol bol salat-ü selâm getirmek, ve onun yolundan ayrılmamak, onun sevgisine kavuşmamıza yol açacaktır. Binlerce salat ve selâm, doğuşu ile kandiller gibi dünyamızı aydınlatan sevgili peygamberimize olsun. Ayrıca Resulüllah´ı sevmek suretiyle yüce Rabbimizin razı olduğu kul olma şansını da yakalamış oluruz. Tüm kandil gecelerinde olduğu gibi Mevlid Kandilinde de gecenin ihyası için mutlaka Kur´an okunmalı, memleketin, milletin ve bütün Müslümanları huzuru ve selameti için dualar edilmelidir. Günahların affı için dualar edilmeli, tevbe ve istiğfarda bulunulmalıdır. Kaza ve nafile namazları kılınmalı, hayır ve hasenat yapılmalı, ana-baba, akraba ve komşular aranmalı, onların gönülleri yapılarak hayır duaları alınmalıdır. Hastalar ziyaret edilmeli ve Allah´tan şifalar dilenmelidir. İşte bu geceye Mevlid Kandili diyor ve onu bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Getirdiği ebedi nura ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek, ne yüce bir şeref ve ne büyük bir bahtiyarlıktır. Nasıl ki, doğumuyla bütün zamanları değiştirdiyse, bu gün de ahlak ve davranış modelleri ile dünyada yaşanan zulümlerin, adaletsizliklerin, kardeş kavgalarının, her türlü şiddetin son bulmasına vesile olacağını umarak, bizleri birbirimize kardeş kılmasını Yüce Allah´tan [Azze ce Celle] niyaz ediyorum. Yarın akşam kavuşacağımız mübarek kandilin, bütün insanlığa , rahmet ve huzur getirmesini, insanlığın peygamberimiz (s.a.v)´ i tanımasına ve vesile olmasını Cenab-ı Haktan diler, kandilinizi tebrik ederim. |