Ben özgürüm arkadaş!

Keyfime göre, canım ne isterse onu yaparım…

Kapının önündeki arabanı boydan boya çizer ya da çeşitli renkte boyarım. Daha olmazsa, tekerine benzin döker cayır, cayır da yakarım…  

O güzel araba sende var da, neden bende yok? Yakarım vallahi! Özgürlük bu; kim karışabilir ki…

Bir de kamu malı olursa; tutmayın beni…

Allah, Allah! Taş üstünde taş bulamazsınız yerle yeksan olmamış…

Kaldırım taşlarını sökerim, sokak ampullerini kırarım, bankları parça parça yaparım; özgür olduğumdan tabii…

Caddeler, sokaklar, yemyeşil parklar, benim özgürlük ayrıcalığımdan nasibini alırlar; bastığım yerde izim kalır, pisliğim kalır…

Ne olacakmış yani? 

Kamu malı, benim de malım demek; o kadar hakkım olmasın mı?

Bir de:

Toplumsal içerikli eylemsel hareketler için sokaklara, caddelere dökülmüşsek: özgürlüklerin o güzelim dokunulmazlığının bedelini, hiç günahı olmayan esnafa ödetircesine ne cam, ne de çerçeve bırakırım; hepsi şandır, şungur yerde…

Niye niçin, ne hakla diyerek sorgulamaya kalkmayın! Yanıt malum:

Her şeyde,her yerde ve her zaman özgürüz ya, ondan!...

İnegöl’e bir bakar mısınız?

Sokaklarına, caddelerine, park ve bahçelerine…

Resmen çöplük, resmen pislik: Aklınıza ne gelirse her şey var; sigara izmaritinden tutun da, sümük mendiline kadar her şey… 

Oraları kullananlar sanki insan değil, başka bir yaratık; insan olan bunu yapar mı? Yediği çerezin kabuğunu, burnunu sildiği kağıt mendili, çiğnediği sakızın kabını, kamunun ortak kullanım alanına atarak kirletir mi?

Çok merak ediyorum:

Şu hanımefendi görünümlü bayan, şu takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş genç hanım kızımız, açınca, ağzından yağla bal akan şu muhterem beyefendi ya da bıçkın delikanlı; acaba evindeki o güzelim halıyı da böyle kirletebilir mı?

Ne gezer! Evin hanımı…

Peh, Peh, Peh!

Kendi mekanında temizlik kumkuması görünüp ahkam kesenler, kamunun ortak kullanım alanlarında ise komplekslerini tatmin edercesine çevreyi kirletmekten zevk alırlar ve alıyorlar da…

Kibarca uyarmaya kalkarsan: Eşekten düşmüşe dönersin; bön, bön suratına bakar, homur da homur; kim bilir hangi kitap yüzü görmemiş küfürlerin muhatabı olursun…

Bunlara ne yapsın Belediye Sorumluları? Her ferdin ardına bir çöpçü koyabilse dahi, bu maganda ruhlu insanlarımızla baş edebileceğini hiç sanmıyorum…

Neden?

Çünkü: Bu tip kural dışı, anti ahlaki işlere yönelen-lerin ortak kabulü: Yaptıkları her şeyi özgürlük ve demokratik hak olarak görmesinden kaynaklanıyor… Aldıkları eğitim gereği tabii…  

Oysa:

Ne özgürlükler ne de demokratik haklar: Hiçbir zaman kişinin keyfi davranışıyla özdeş olamaz. Senin özgürlük sınırında benimkisi biter…

Böyle olursa ancak yaşam huzurlu, ilişkiler uygarca olur…

Her neyse bunları geçelim…

Neredeyse Bir Aya varan bir zaman diliminde İstanbul Taksim Gezi Parkına ilişkin eylemler yapılmak-ta; duyarlı bir gurubun Büyük Şehir Belediyesince başlatılan ve hükümetçe de desteklenen bir yatırım planına karşı protesto hareketi sergilenmektedir.

Bu gösterilerde, fırsatı ganimet bilen art niyetli guruplarca, özgürlüklere ve kamu malına yönelik tahripkar girişimler olmuşsa da, bu ve benzeri kural dışılıklar kısa sürede engellenerek, eylem asıl amacına çekilmiştir…

Yurdun her yerine yayılan ve tüm dünyaca da ilgi çeken ve desteklenen bu özgür karşı duruş eyleminden iktidar alınmamalı, muhalefetler de kendilerine paye çıkarmamalıdır.

Bu eylemler, toplumun evrimleşmesine yöneliktir.

Burada:

Her türlü baskıcı yöntemlerden uzak, karşılıklı saygı ve sevgi içeren, özgür düşüncenin engellenmediği, kendi kendine yetebilen tam bağımsız bir Türkiye için günlerdir mücadele verilmektedir…

Hiç hareketsiz Sekiz saat ayakta dikilebiliyor, tazyikli suyun sillesini bir kırbaç gibi vücudunda hissede-biliyor, ölüme meydan okurcasına TOMA ların önüne yatabiliyor, biber gazının ölümcül zehrini, ta ciğerlerinin derinliklerine doldurabiliyor ve gece gündüz tüm zorluklara göğüs gererek, taviz vermeden meydanları terk etmiyorsa ve bunları polisin hedef şaşmaz cop darbelerine karşın yapabiliyorsa:

Hepimiz düşünüp sorgulamalıyız:

Neden, niçin, ne uğruna?

Evet! Bu toplumun ataları ta 1919’da büyük bir evrim geçirmiş, doğrulup ayağa kalkmış; emperyalizmin her türlüsünü red etmiş, vatan topraklarından sürüp çıkarmış, hilafet geleneğini yırtıp atarak, monarşiyi tarihe gömmüş ve 1923 yılında da tam bağım-sız Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur…

İkinci evrim tek parti döneminden çok partili döneme geçiş sürecinde yaşanmış, 14 Mayıs 1950’de iktidarın el değiştirip, DP’ye (Demokrat Parti) geçmesiyle kendini göstermiştir. Bu evrimleşme hareketi demokrasinin filizlenmesine büyük katkı sağlamıştır…

Üçüncü evrim ise:

1960’da Demokrat Parti yönetimine karşı, bu günkü gibi çoğunluğunu üniversite gençliğinin oluşturdu-ğu İstanbul olaylarıyla başlamış, Ankara’ya sıçramış, Ordunun aktif desteğiyle de; keyfi, despotik ve faşizan yönetime dur denilmiştir…

Bu günlerde, Dördüncü evrimin eşiğindeyiz…

Çünkü: Ülkeyi yöneten (DİKKAT İSTERİM! Yönetenler değil, yöneten diyorum…) Milli İradeyi, tek adamlığı için payanda olarak kullanmakta ve ülkenin geleceğini sonu belirsiz bir boşluğa doğru iteklemektedir…

Sorun Taksim Parkındaki Üç Beş ağaç değildir. Sorun Türkiye’nin geleceğidir. Kindarlıkla, ihtirasla, öfkeyle, bağırım, çağırmakla bir yere varılamayacağı geçmişte örneklenmiştir.

Dileğim:

Bu son evrimleşme hareketi; ülke bütünlüğüne zarar vermeden bizleri aydınlığa kavuşturur.