Fert ve toplum hayatımıza bir çok güzellikler ka-tan Ramazan ayı, yüce kitabımız Kur’an’ın indirilmeye başlandığı bir ay olması sebebiyle, aynı za- manda bir Kur’an ayıdır. Bu ayda gündüzleri oruçla, geceleri de teravih namazıyla manevi iklimimizi zenginleştirirken, Kur’an tilaveti ve içerdiği hükümlerin özümsenmesi ile de ibadet hayatımız apayrı bir atmosfere bürünmektedir. Kur’an-ı okumak ve hükümlerini anlamaya çalış-mak, Müslümanların her zaman için öncelikli görev- lerinden biridir. Ancak şu bir gerçek ki, Müslümanların Kur’an’la en çok meşgul oldukları ay, Ramazan ayıdır. Münferiden yapılan hatimler, evlere ve camilerde okunan mukabeleler bunun canlı örneğini teşkil etmek- tedir. Bu bağlamda Peygamberimizin Cebrâil ile Ramazan ayında karşılıklı olarak Kur’an okuması (mukabele) bu ayın önemini beyan etme açısından ol- duğu kadar, mukabele geleneğinin temelini oluştur-ması bakımından da önem arzetmektedir. Ramazan ayını önemli kılan sebeplerden biri de Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlanmasıdır. “Hz. Peygambere vahiy yoluyla indirilen, Mushaflarda yazılmış, tevâtürle nakledilmiş, tilavetiyle taabbûd (ibadet) olunan mu’ciz kelam” şeklinde tanımlanan Kur’an, Allah tarafından gönderildiğinde şüphe bulunmayan bir kitaptır. O, hak ile batılı ayıran bir söz, Allah’ın sımsıkı sarılınması gereken sağlam bir ipidir. Yüce Allah onu dertler için deva, kalplerin pasını silmek için cila, ders almak için öğüt, hidayet rehberi ve peygamberimizin en büyük mucizesidir. Bütün bu özellileri itibarıyla Kur’an, İslâm dinindeki temel deliller arasında birinci sırayı almaktadır. Peygamberimizin mucizesi olan Kur’an asırlar geçmesine rağmen mucizevi yönünü sürekli muhafaza etmektedir. Arap edeolduğu bir dönemde inmiş olmasına rağmen, müşrikler ona söyleyecek bir söz bulamamışlardır. Kur’an’ın çarpıcı uslûbu, gönülle-re hitap eden derin etkileme gücü ve içeriği ile, o günün Arap edeplerini adeta şaşkına çevirmiştir. Nice müşrikler, Hz. Peygamberin peygamberliğini kabul etmeseler bile, onun tebliğ ettiği Kur’an-ı gizlice dinlemekten kendilerini alamamışlardır. Kur’an-ı Kerim, önemli bir özelliğini şu ifadelerle açıklamaktadır: “Şüphesiz ki bu Kur’an, en doğru yola iletir; iyi işler yapan mü’minlere kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler, ahirete inanmayanlara gelince, onlar için de elemli bir azap hazırlamışızdır.” (İsra, 9-10). Kur’an, okunup anlaşılmak ve gereği ile amel edilmek için gönderilmiştir. Lafzen ve manen Kur’an okuyana büyük sevaplar verilir. Peygamberimiz bu husustaki bir Hadis-i Şeriflerinde “Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa ona bir hasene verilir. Bir haseye de on misli verilir. Ben elif, lâm, mîm bir harf demiyorum; fakat elif bir harf, lâm bir harf, mîm bir harftir.” (Tirmizi, Fedailûl-Kur’an, 16) buyurmuştur. Ancak şunu ifade edelim ki, okunması da ibadet olunan Kur’an’ın asıl gayesi, anlaşılmak ve insanla-rın hayatına yön vermektir. Nitekim Yüce Allah: “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sa’d, 29) buyurmaktadır. Bu sebeple, Kur’an-ı okumanın asıl gayesi, onu anlamaya çalış-mak ve öngördüğü bir Mü’min olmaktır. Rivayet edildiğine göre, Sahabeden Abdullah b. Ömer (r.a), Bakara süresini öğrenmek için sekiz yıl emek vermiştir. (Muvatta, Kur’an, 4) Hz. Ömer’in (r.a) de aynı süreyi oniki yılda öğrendiği nakledilmektedir. (Aydemir, Abdullah, Kur’an’ın faziletleri, İzmir, 1982, s, 62) Tabii bu öğrenmeyi yüzeysel bir öğrenme değil, manasını ve ihtiva ettiği hükümleri derinlemesine öğrenmek şeklinde değerlendirmek gerekir. Nitekim, yaşlandınız ya Resûlullah denildiğinde, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Beni Hûd ve Vakıa süreleri ihtiyarlattı.” (Tirmizi, “Tefsir” 56) demiştir. Çünkü Hûd ve Şûra sürelerinde “Seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd,112; Şûra, 15) buyurulmaktadır. Bu da bize göstermektedir ki, Kur’an-ı okumaktan maksat, Kur’an-ı anlamak ve içerdiği hükümleri derinlemesine tahlil edip hayatımızda uygulamaktır. Kur’an’ın amacı; hangi milletten olursa olsun bü-tün insanları aydınlatmak, yeryüzünde cehalet, sefahat, küfür ve sapık inançlara kapılarak karanlıklar içinde kalan, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen bütün insanları sapıklık ve delaletten, sefahat ve rezaletten kurtarıp iman nuru ile doğru yola sevketmektir. İnsanın Allah ve kâinat ile alakasını temin eden, maddi ve manevi ihtiyaçlarını bildiren Kur’an’dır. Kur’an, bu amaçla cüz’i ve külli kurallar, emir ve yasaklar getirmiştir. Bu kuralların, emir ve yasakların amacı; aklı, canı, malı ve nesli korumak, böylece insanın huzur ve mutluluğunu; kişisel, aile-vi ve sosyal nizamını sağlamak; iyi insan ve iyi bir toplum oluşturmaktır. Kur’an’ın ana konusu, Allah ve insandır. Kur’an, Allah’ı ve insanı tanıtır. Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini, hüküm ve sınırlarını, va’d ve va’idini, iman, ahlak ve ibadet kurallarını, iman edip salih amel işleyenlerin mükafatlarını, inkar ve isyan edenlerin ahiretteki cezalarını, ibret alınması için geçmiş kavimlarin kıssalarını ve ahiret ahvalini anlatır. İnsanın kendisine, Yaratıcısına, insanlara, çevreye ve diğer varlıklara karşı görevlerini bildirir. Kur’an, insanın işlerini ve görevlerini, din işleri ve dünya işleri diye ayırmaz. İnsanın her inanç, söz, fiil ve davranışının hem bu dünya hem de ahiret ile ilgili boyutu vardır. Allah’a, fertlere, topluma, canlılara ve çevreye karşı görevleri insanın hem dünya hem de ahiret mutluluğu içindir. Ferdi görevlerin, topluma, toplumsal görevlerin de ferde etkisi vardır. Kur’an’ın bildirdiği Hak Din; sadece ferdin özel ve aile hayatı ile ilgili değildir. Çünkü insan, tek başına veya ailesi ile birlikte değil, toplum hayatında yaşayan sosyal bir varlıktır. Bunun için Kur’an ve Sünnet; toplu olarak yaşamak durumunda olan insanların; sosyal, ekonomik, ahlaki, idari, hukuki ilişki ve görevleri; inanç, amel, iş söz, fiil ve davranışları ile ilgili temel kurallar getirmiştir. Bu nedenle Kur’an’ı Kerim, her Müslüman tarafından hem lafzıyla ve hem de manasıyla öğrenilmesi gereken bir kitaptır. Hayatımızı nasıl yaşaya- cağımız, neleri yapıp neleri yapmayacağımız onda yazılıdır. Allah Teala bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın an-cak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim,14/52). Diğer bir ayette ise şöyledir: “O, Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulu Muhammed’e apaçık apaçık ayetler indirendir. Şüphe- siz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.” (Hadid, 57/9). Resulullah (s.a.v)’de şöyle buyuruyor: “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmazsınız; Allah’ın kitabı Kur’an’ı Ke-rim ve Resulünün sünneti.” (Buhari, Fedailu’l- Kur’an, 21). Görüldüğü gibi, Müslüman olarak ayak-ta kalabilmenin yolu Kur’an’ı tanımaktan ve onunla amel etmekten geçmektedir. Tabii ki Kur’an’ı tanımak ve onunla amel etmek için her şeyden önce Kur’an’ı Kerimi lafzen ve manen öğrenmemiz gerekmektedir. Dinimizde Kur’an’ı öğrenmenin ve öğretmenin fazileti de çok büyüktür. Resulullah (s.a.v) bu konuda da şöyle buyurmaktadır. “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” (Buhari, Fedailu’l- Kur’an,21). İslam dinini ana hatlar ile öğrenmek ancak Kur’an’ı düzgün okuyup, doğru anlamaya bağlıdır.