Sosyal yardımlaşma Kur’an ve Sünnet’in önem verdiği bir konudur. “Komşusu aç iken, Mü’minin tok dolaşması yakışık almaz” (Ahmed b. Hanbel,I, 55) anlamındaki hadis, sosyal dayanışma duygusunu en çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermektedir. Diğer taraftan bu konuda ilgisiz kalan Mü’minler de uyarılmaktadır. Küçülen dünyamızda açların yardımına koşmak, her olgun ve imkânı olan mü’minin temek görevlerinden biridir, iman olgunluğunu alametidir. Bu itibarla Hz. Peygamberin buyuduğu, “Bir mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle halkı Allah’ın korumasından çıkar.” (Ahmed b. Hanbel,II, 33) anlamındaki Hadis hiçbir zaman hatırdan çıkarılmama- lıdır. Oruç, fakirlere karşı yardım duygusunu geliştirir. Ramazan ayı boyunca aç ve susuz kalan insan, yüce Allah’ın ihsan ettiği sayısız nimetlerin kadrini bilir, O’na şükreder, açlığın ne demek olduğunu anlamak suretiyle de bunu devamlı tadan fakirlere yardım ellerini uzatır. Dolayısıyla mü’min, imanından kaynaklanan hassasiyet ile çevresinde ihtiyaç sahiplerini araştırıp onların dertlerine derman olmaya çalışmalıdır. Şu gerçeği hiçbir zaman unutmamamız gerekir ki, mal da mülk de Allah’ındır. Allah, kullarını bunlarla imtihan eder. İşte Ramazan, yardım- laşmanın, dayanışmanın, yaraları sarmanın, ihtiyaç içerisinde olanların dertleri ile dertlenmenin zirveye çıktığı bir aydır. İnsanlardan bir kısmı, dünya hayatında her türlü zenginlik, bolluk ve konfor içinde yüzerken, diğer bir kısmı da binbir türlü mahrumiyet ve sıkıntı içinde çileli ömürlerini doldurmaya çalışırlar. Mesele derinliğine düşünüldüğü zaman, bu noktanın altında derin hikmetlerin yattığı görülür. Müslüman olmak, Allah’ın lutfu ve ikramıdır bize. Cenab-ı Hak’kın bizi yaratması, büyütmesi ve hayatımızı devam ettirebilecek kadar rızık takdir etmesi O’nun lutfudur. Çünkü O, hiçbir zaman bunları yapmaya mecbur değildir. Bizi insan olarak dünya-ya getirmesi, hele hele müslüman olarak yaratması, bizlerin iyiliğini istemiş olmasının sonucudur. Bundan başka rızık taksimi yaparken, falan kimseye çok, filan kimseye az vermesi, sadece kendi iradesinin sonucudur. İnsan ya fakir olarak doğar, ya da zengin iken, bir kaza veya afet sonucu, malını mülkünü kaybetmek suretiyle fakirleşebilir. Böyle durumlarda Allah’ın müslümandan istediği tek şey sabırdır. Sabrın en makbulü ve Allah katında en sevimlisi fakirlerin, darda ve sıkıntıda olanların gösterdiği sabırdır. Fakirlik, yokluk ve sıkıntılara sabretmenin karşılığı cennettir. Dünya hayatı, ahiret hayatının uzunluğu yanın-da çok kısadır. Geçici olan dünya zenginliğinin kabirden sonraya faydası yoksa mahşerde sıkıntıya sebep olacaksa, sıratı müstakimden geçerken cehenneme düşmeye vesile olacaksa ve insanı Allah’ın rızasından uzaklaştıracak, cennetinden mahrum edecekse, böyle bir zenginlik bizim için hüsrandır. İnsan, dünyada 3-5 gün rahat yaşayacağım diye helal-haram demeden kazandığı, başkalarının hakkını yiyerek biriktirdiği paranın o zaman ne kıymeti kalır. Nedense zamanımızda bazı zenginler, fakirleşeceğiz diye kimseye bir yardım etmek istememektedirler. Allah kitabında; “Öyleyse yetimi sa- kın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duha;8-9) buyuruyor. Rabbimiz bu ayetiyle fakirlerin himaye edilmesini öğütlüyor. Hz. Ebubekir (ra)’ın bir yetimle ilgili münasebeti sebebiyle Maun suresi nazil olmuştu. Yetim bir ço-cuk, Ebu Cehil zengin bir insan diye, ona gitmiş, sırtına giyecek elbise istemişti. Ebu Cehil o çocuğun ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi, onu azarlayıp, kovmuştu. Bu defa aynı çocuk, Hz. Peygamberimi-ze gelerek, kendisine yardım olunmasını istemişti. Fakat Allah Resulünün elinde ve evinde gelen bu yetim çocuğa verebileceği hiçbir şeyi kalmamıştı. Ebu Cehil’in kovduğu yetime sahip çıkmak gerekirdi. O’da bu yetimi, Hz. Ebubekir’e gönderdi. “Git yavrum, Ebu Bekir’e benim selamımı söyle se-nin ihtiyacını karşılasın” dedi. Çocuk bu kez üçüncü kapıya gelmişti. Fakat takdiri ilahi, o esnada her şeyini dağıtan Ebu Bekir’de de hiçbir şey kalmamıştı. O her şeyini fakir ve yoksullara dağıtmıştı. Ebu Cehil’in sokağa attığı, Allah Resulünün kendisi-ne gönderdiği yetimi nasıl geri çevirirdi. Bir an düşündü, “tamam buldum” dedi. Hemen üzerinde bulunan elbiseyi çıkardı ve o yetim çocuğa verdi. “Al yavrum bunu kendine göre ayarla, giy. Baş-ka verebileceğim bir şeyim yok” dedi. Yetim sevindi, oradan ayrıldı ama Ebu Bekir çıplak kalmıştı. Etrafına bakındı, bir hasır parçası gördü, hemen onu vücuduna sardı. Bu esnada namaz vakti geldi. “Namazı bu şekilde nasıl kılarım” diye üzüntüyle, telaşla çırpınırken, tam esnada Cibril-i Emin gelip, Allah resulünün karşısına çıkıyor. “Allah sana se-lam ediyor ey Allah’ın Resulü! Arşın bütün melekleri feryad ediyorlar. Hz. Ebu Bekir sırtındaki son elbiseyi bir fakire verdi. Kendisi perişan kal-dı. Çabuk onun ihtiyacını karşılayın, yer gök inli-yor” dediler ve arkasından Maun suresi nazil oldu. “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez” Burada Ebu Cehil’in o yetimi azarlaması anlatılıyor. Kendisi yardım etmediği gibi, başkalarını da bu yardıma teşvik etmeyen Ebu Cehil ne kötü bir adamdır, deni-liyor. Ve peşinden başka bir uyarı geliyor; “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Hayra da mani olurlar.” (Maun;1-7). Namaz kıldıkları halde fakire acımayanlar, na-maz kıldıkları halde hile yapanlar, namaz kıldıkları halde her kötülüğü yapan insanların vay haline, onlara yazıklar olsun. Çünkü onlar namazın insanı na-sıl kötülükten alıkoyması gerektiğini bilmiyorlar. Kıldığımız namazların gayesini şu Kuran ayeti açıklıyor; “Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetle- rin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut;45). Hakkı verilerek kılınan namaz, sahibini ulvileştirir. İyiliğe sevk etmeyen ve kötülükten alıkoymayan bir namaz ise insanın sırtında taşıdığı bir vebaldir. Yani Hem namaz kılıyor, hem kötülük yapıyorsanız. Hem namaz kılıyor hem yalancılık yapıyorsanız. Hem namaz kılıyor hem de zalimin yanındaysanız. Bilin ki bu kıldığınız namaz değildir. Günümüzde öyle zenginlerimiz var ki; normal iktisadi ölçüler içerisinde, yedi göbek sülalesini besle-yecek kadar zengin ve mal mülk sahibi olmasına rağmen, yine de dini ve hayri kuruluşlara, muhtaç durumda olan fakir akrabalarına, yoksullara ve yetimlere yardım elini uzatmaktan çekinmekte, fakirle-şirim korkusu yaşamaktadırlar. Böyle kişiler gerçek- ten fakir kişilerdir. Çünkü bu ömür bitince, malları paylaşılacak, kendisi öbür tarafta büsbütün fakir kalacaktır. Ve orada yeniden zengin olma şansı da bulunmayacaktır. Öyle insanlarımız vardır ki, altında lüks arabalar, boğazda ve yazlıklarda güzel villalar, senedi sepeti yerinde, tatlı bir hayat içerisinde yüzüp giderler. Allah’ü Teala; “buna aldanmayınız” buyuruyor. İçinde bulunduğunuz bu tatlı hayat her zaman bu şekilde devam etmez. Mahşer gününü, hesap gününü unutup, kendi arzularını yaşamaya başladıkları zaman, varlığın ve şöhretin imkanlarını onlara sunarız. Onlar bu şatafatlı hayata kendilerini kaptırırlar. Tam bu esnada onlara bir azap, bir felaket ge-lir. Bütün neşeleri söner, bütün ümitleri biter. Bu gi- dişe aldanmamak lazımdır. Bu bir isditraçtır. Bir yanıltmadır. Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları za-man onları ansızın yakaladık. Birden bire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” (Enam;44) Devamı var