Cumartesi gününden devam

Hz. Peygamberimiz (s.a.v); “Fakirler, cennete zenginlerden beş yüz önce girerler.” (Tirmizi, Zühd, 37) buyurmuştur. Peygamberimizin (s.a.v) Hadislerinde hem fakirlere hem de zenginlere yöne-lik övgüler vardır. Bu ve benzeri hadisler, fakirler için müjde ihtiva eden rivayetlerden bazılarıdır. Ancak, konuyla ilgili bir çok rivayette, müjdelenen fakir ve zaenginlerin özellilerinden de bahsedilir. Temel nitelik olarak, sabreden fakirlerle, varlıklı olmanın gereğini yerine getiren dürüst ve şükreden zenginlerin öne geçirildiğini görürüz. Buna göre her fakirin her zenginden daha önce cennete gireceği gibi genel bir hükme varılması söz konusu olamaz. Cennete en son girecek nice fakirler olduğu gibi, cennete ilk girecek olan nice zengin vardır. Çünkü Peygamberimizin (s.av) doğru ve güvenilir tüccarın peygamberler, sıdıklar ve şehitlerle birlikte dirileceğine dair Hadisini (Suyuti, el-Fethu’l-kebir,II/40) ve benzer rivayetleri de hatırdan çıkarmamak gerekir. Bu ve buna benzer rivayetler zenginliği kötülemek ya da fakirliği övmek için değildir. olanların sabır karşılığında sabır karşılığında alacakları mükafatı açıklamak içindir. Çünkü her sözü kendi konusu içinde değerlendirmek gerekir. Nitekim helal yollarla zengin olan ve bu zenginliğinin hakkını veren kimse için söylenecek ifadeler de bu anlamda değerlendi- rilmelidir. Kıyamet gününde fakirlerin hesabının zenginle-re göre daha kolay ve süratli olacağı çeşitli rivayetlerde belirtilir. Çünkü insanlar, bu dünyada sahip oldukları her şeyin hesabını Allah huzurunda verecekler, mal mülk ve zenginlik cinsinden olan varlıklarını nereden ve nasıl kazandıklarından, nereye sarfettiklerinden sorumlu tutulacaklardır. Fakirlerin cennete girişinin zenginlerden beş yüz sene gibi gerçekten çok önemli bir zaman farkıyla önce olacağını göz önüne alarak, dinin fakirliği teşvik ettiği sanılabilir. Oysa burada esas dikkatimizi çekmesi gereken şey, zenginlerin hesabının çok çetin olacağı gerçeğinin kavranılmasıdır. Kaldı ki, ahretteki sene hesabının dünya ile kıyas edilmeyeceği de bir başka gerçektir. Kur’an-I Kerim’de bu konuda şöyle buyurulmaktadır: “Muhakkak ki Rabbinin nezdin-de bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac, 22/47) Peygamberler içinde Hz. Süleyman’a (a.s) verilen zenginlik hiçbir peygambere verilmemiştir, bun-da elbette bir çok hikmetler vardır. Ancak şu da bir gerçektir ki fakirler, zenginlerden önce cennete gire-ceklerdir. Hz. Süleyman da bundan nasibini alacak ve bütün peygamberlerden sonra cennete girecek-tir. Sahabe içindeki duruma gelince; Hz. Peygamberimizin yıldız cemaati içinde Aşere-i Mübeşşere vardı. Onlar, hayatlarında iken, cennetle müjdelen-mişlerdi. Bir gün sevgili peygamberimiz rüya görür. Rüyasında cenneti görür. Bakar ki, bütün arkadaşları, sahabe-i kiram orada. Fakat tetkik edince Abdurrahman bin Avf’ı görmez. Sahabenin en zengini, en takvası, malını mülkünü Allah yolunda harcamış ve cennetle müjdelenmiş o yok. Her tarafı arıyor, yine yok. Arkadaşlarını gönderiyor. Gidiniz onu bulun diyor, yine yok. Birde bakıyorlar ki, Abdurrahman bin Avf, kan ter içinde, yorgun, bitkin ve perişan vaziyette geliyor. Resulüllah’ın önünde düşüyor. Diyor ki; -Yâ Resulâllah! Hesabım o kadar ağır oldu ki, malımın hesabını vermek o kadar çetin geçti ki, sı-rat köprüsünden sürüne sürüne geçtim. Çok korktum, neredeyse cehenneme düşüyordum. Ey Müs- lüman zenginler! Siz bir Abdurrahman bin Avf olamazsınız. Siz onlar kadar yardım da yapamazsınız. Siz onlar kadar yetimlerin, fakirlerin haklarını da savunamazsınız. Mallarınızın üzerinde bir bekçisiniz. Bu bekçiliği iyi yapınız. Çalıştırdığınız iş yerinin vergisini ödemeniz için, muhasebeciniz hesapları kontrol eder, faturaları iş-ler, gelir gider durumunuzu tesbit eder, verginizi ödersiniz. Ancak; Allah’da bir gün fatura isteyecektir. Diyecektir ki, sen doğduğunda çırıl çıplaktın. Sa-na 60-70 yıllık ömür verdim. Bunca mal, mülk ve servet verdim. Bu serveti nereye harcadın, bu ömrü nasıl geçirdin? Göster bakalım faturaları, dök baka-lım hesabını diyecektir. Müslüman hesabı vermeye başlayacak; Bir miktar Okula, bir miktar, camiye, bir miktar fakire, bir miktar yoksul talebelere, bunlarda evime çoluk çocuğuma ya Rabbi. Cenab-ı Hak, meleklerine götürün bu kulumu istirahat ettirin diyecektir. Yine Cenab-ı Hak günahkar kula da soracak; O da saymaya başlayacak, bir miktar içkiye, bir miktar kumara, bir miktar fuhşa, vs.. deyince, Allah, meleklerine alın götürün bunu cehennem ateşi temiz- lesin, buyuracaktır. Zarar eden bir işyerini kurtarmak için bir takım tasarruflara gidilir. Lüzumsuz harcamalardan kaçınılır. Kısacası bizi günaha sokacak her türlü harcamaya paydos demek lazımdır. Her faturanın, her harcamanın altında, Allah ve Resulü bu harcamadan memnundur, diyebilmek gerekir. Hz. Lokman Hekim’in vecizelerinde şöyle bir söz vardır; “Cömert olmayan zengin meyvesiz ağaç gibidir.” Bugün memleketimizde öyle vakıflar kuruyoruz ki, kurar kurmaz hemen muhteşem bina inşaatına başlıyoruz. Vakfın bütün imkanları inşaatlara harca-nıyor. Bütün paralar inşaata gidince, hiçbir sosyal, kültürel, akademik, ilmi veya edebi bir çalışma sergileyemiyoruz. İşte insanımız bu betonlaşma merakından kurtulamıyor. Mesela bir camiyi yapmak için yüzlerce milyar harcıyoruz. Ama O caminin mihrabında, minberinde, kürsüsünde görev yapacak kişiyi yetiştirmek hususunda aynı masrafları yapamı- yoruz. Müslümanlar, yetiştirecekleri genç talebelere burs ve yardımı, ya çok az miktarda yapıyorlar, ya da hiç yapmıyorlar. Birçok kimseler, hayatında iken kimseye bir yardımda bulunmaz, veremez. Fakat elden ayaktan düşüp de, öleceğini anladığı zaman cömert olmaya kalkar. Hasta yatağında, ölüm yolculuğunda bağış-ta bulunmaya başlar. Vasiyet ederek hayır yapmak ister. Aslında yapılması gereken hayır; Can beden-de, irade sende, para kesende iken yapılandır. Çün-kü Hz. Peygamberimiz buyurur ki; “Sadakanın en faziletlisi, sen sıhhatte, mala düşkün, zenginlik emeli ve fakirlik korkusu içinde bulunurken sadaka vermendir.” Can boğaza ulaşıp, daralacağın zamana kadar geciktirme. Sonra o mallar mirasçılara kalır. Onlar istedikleri gibi harcarlar. İnsanlar şekil ve görünüş bakımından birbirlerinden farklı oldukları gibi, rızık yönünden, yani zenginlik ve fakirlik yönünden de birbirlerinden farklıdır. Çünkü Allah verdiği için zengindir. Fakirde, Allah vermediği için fakirdir. İkisi de halleriyle imtihan olmaktadırlar. Dünyaya geldiğimiz günden beri göğsümüzün sol tarafında yumruk büyüklüğünde, sabah akşam, bayram seyran demeden çalışan kalbimizin, ne za-man duracağını bilemiyoruz. Öyleyse vakit erkendir. Sonra yaparım de-mek, aklın ve mantığın sözleri değildir. Etrafımızı, ailemizi, dostlarımızı felaketlerden kurtar- manın çarelerini arayalım. Onları İslâm diniyle tanıştıralım, kaynaştıralım. Cenab-ı Hak, bizleri yaşadığı hayatın hesabı-nı verebilen kullarından eylesin. Birbirini seven, birbiriyle yardımlaşan, birbirinin sıkıntısını gideren, birbirinin derdine ortak olan bahtiyar mü’minlerden olmamızı lutfeylesin...