Değerli okurlarım, bu gün sizlere bir menkıbe ile merhaba demek istedim. Birazdan okuyacağınız bu menkıbeden önce sizlere bir kaç özlü söz ile merhaba diyelim:
“Sabreden Derviş Muradına Ermiş!”
“Sabrı bir merkebe yüklemişler, daha var mı demiş!”
“Sabrı bir insana yüklemişler, bu yükü kaldıramam demiş!”
“SABIR HER DERDİN İLACI!”
“Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş!”
Bütün bu özlü sözler sabrın önemini bizlere anlatmakta. Üstelik sabırla ilgi Yüce kitabımız Kuran’ı Kerimde 15 ayette direk olarak geçmektedir. Bunlardan en önemlisi ise şudur: “Allah (CC) sabredenlerle beraberdir.” Ayetidir.
Şimdi geçelim bu günkü menkıbemize:
Anadoluda bir yerde, temiz kalpli saf bir bostancı varmış. Yıllarca birkaç dönümlük bostanına sebze eker kıt kanaat onunla geçinirmiş. Ancak her defasında tam randımanlı ürün alamaz, çabaları heba olurmuş. Son ektiği üründe tümüyle zayi olunca bostanın kenarına oturup kara, kara düşünürken, elinde asası ile aksakallı bir yaşlı bostancının yanına varıp bostancıya:
“Selamünaleyküm bostancı! Ne bu halin ne kara, kara düşünürsün öyle?” diye sormuş. Bostancı elinde bir demet sebzeyi gösterip:
“Baksana pirim şu sebzenin haline! Yıllardır şu toprağa bakarım gübresini suyunu eksik etmem. Yabani otları tek, tek ellerimle yolar, bir ana çocuğuna nasıl bakarsa öyle bakarım! İşte onca emeğin karşılığı bu!” derviş bostancının sırtını sıvazlayıp:
“Üzülme be oğul, sabret! Seneye bu ürünün iki katını kazanırsın!” diyip oradan ayrılır. Bir sonra ki sene pir yine o bostancının yanından geçerken bostancının yine düşünür bulur:
“Hayırdır bostancı yine ne derdin var?” der bostancı iyice dolmuştur:
“Sen bana geçen yıl sabret dedin. Önümüzdeki yıl iyi ürün alırsın dedin. Ama yine durum değişmedi. Her yıl ayrı bir felaket başımda dolanıyor. Bir yıl ya kurak geçiyor, ürün kuruyor, diğer yıl ayaz vurup çürüyor, bir başka yıl sel alıp götürüyor, başka yıl haşereler perişan ediyor. Ben ne yapayım? Şaşırdım pirim!” der. Derviş gülerek bostancının yine sırtını sıvazlayıp:
“Oğul, Sabır etmeyi hala öğrenememişsin! Sen hep bostanın üzeri ile uğraşmışsın, eee bir de altıyla uğraş bakalım!” der ve bostancının yanından ayrılır. Bostancı elindeki çürümüş sebzeleri yere fırlatıp:
“Toprağın üstüyle uğraşmışım! Toprağın altına sebze mi ekilir?” diyip, kızgınlıkla toprağı derin, derin kazmaya başlar, bir yere gelip kazmayı sallar kazma bir şeye takılır, çeker, kazmayı çıkaramaz. Yüklenir kazmanın ucu bir küpün kulpuna takılıdır. Küpü dışarı çıkarır ağzı bir ceylan derisi ile kapalıdır. Deriyi çakısı ile keser, gözlerine inanamaz:
“Aman Allah’ım! Bunun içi çil, çil altın ile dolu!” Diyip yere çömelerek ellerini havaya kaldırıp:
“Şükürler olsun Allah’ım sonunda zengin oldum!” der.
Sabrın ne kadar önemli bir şey olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Bilmeyiz çünkü sabırsızlık insanların başına çok işler açar. Trafik kazaları, Cinayetler, isyankârlık ve her türlü kötülüklerin sebebidir sabırsızlık.
Özellikle trafikte kural kaide tanımayanlar! Yayaları, bisikletlileri sinek gibi görüp aldırmayanlar. Ne oluyor bizlere? Nerede sabır? Nerede insanlık? Nerede hoşgörü? Nerede? Nerede?
Yüce Rabbim bir musibet verdiğinde bundan ders çıkarmamız gerekirken, bizler maalesef bir birimizi yiyor, sonra oturup düşünüyoruz. Oysa düşünürken, ben nerede yanlış yaptım diyerek bir daha bu hataları tekrarlamamamız gerekir.
Sabır her derdin devasıdır! Yukarıda da belirttiğimiz özlü söz misali; boşuna söylenmemiş: “Sabreden Derviş Muradına Ermiş!” diye. Sabredenlerin kitabında karamsarlığa, umutsuzluğa, isyana yer yoktur. İyi de o zaman nedir bu sabırsızlık? Ne bu acele? Talandan mal kaçırmak gibi ne dir bu koşuşturmalar? Biraz kendimize gelelim ve: “Sabır ek tarlana topla selamet ürününü!”