İnsanı ruhen ve bedenen olgunlaştırma amacına yönelik olan ibadetler, bu yönüyle bizatihi İslam terbiyesinin/eğitiminin temelini teşkil eder. Yaratan ve yaratılanlarla münasebetlerin içeriği, şekli ve dozu bu terbiyenin özümsenmesiyle mümkündür.
Yüce Allah´ın zat, sıfat, mülk ve tasarrufunda yegâne üstün otorite olduğunu kabul ederek bu otoritenin bütün hükümlerine ve kararlarına saygı göstermeyi taahhüt etmektir. İlahi mülkün bir parçası oluşunun şuuruyla sahibini ve sayısız nimetleri ikram eden Allah´ı tanıyarak hiç değilse ona şükretmeye söz vermektir. Kelime-i Tevhid (la İlahe İllallah Muhammedun Resulüllah) ile anlatılmak istenen de budur. Nitekim Allah Resulü (sav); la İlahe İllallah diyen cennete girer buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir. Allah, varlığı zatının kesin gereği (muktezası) olan vacip, yüce/aşkın/müteal, ezeli ve ebedi olan yegâne yaratıcıdır. İslam bilginleri Allah´ın varlığını ve birliğini bir takım akli delillerle ispat etmişlerdir.
Allah´ın varlığını ve birliğini ispat eden dört delil şöyledir:
1-İnsanlar, doğuştan ve yaratılışları gereği, yani fıtri olarak Allah inancına sahiptirler. Tarih boyunca insan toplulukları hiçbir zorlama olmadan doğal olarak Allah´ın varlığını anlamış ve kabul etmişlerdir. Sırf inat olsun diye Tanrıya inanmadıklarını söyleyenler bile mahiyetini bilmedikleri olağanüstü bir gücün varlığından bahsetmişlerdir. İnsanoğlunda var olan tabii Allah inancı, bir yaratıcının mevcudiyetine işaret eden en önemli delillerdendir.
2-Dikkat ettiğimizde, bu âlemdeki varlıkların sonradan yaratıldıklarını aklımızla anlarız. İlmen tespit edilmiştir ki; bir varlığı, bir başka varlığın sebebi olarak gösterip bu mantıkla her şeyi geçmişe doğru sonu olmayan sebepler halkasıyla izah etmek yanlıştır. Bir başka ifadeyle, teselsül batıldır. Çünkü ne kadar geriye gidersek gidelim bir ilk sebebe ihtiyaç duyulacaktır. İşte bu ilk sebep, yegâne yaratıcı olan Allah´tan başkası değildir.
3-Bu âlemdeki her şey sonradan var olduğuna göre, hemen anlarız ki; bütün varlıklar nasıl meydana gelmişlerse, varlık âlemine hiç çıkmamaları da mümkündü. Ezelden beri var olmayan şeylerin, bir gün gelip de var olmaları zorunlu olamaz. O halde onların varlığını yokluğuna tercih eden bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. İşte o yaratıcı ezelî olan Allah´tır.
4-Kendimize, çevremize, dünyaya ve evrene baktığımızda büyük bir nizam ve intizam görürüz. Gördüğümüz eşsiz düzen ve ahengin bir takım tesadüfler sonucunda meydana gelmiş olması kesinlikle mümkün değildir. O halde bütün bu nizam ve intizamı bilerek yaratan bir güce ihtiyaç vardır. İşte o eşsiz güç, Allah´tır. Sadece bu son maddedeki ana fikri detaylarıyla izah etmek için yüzlerce kitap yazılmıştır. Biz sadece bir örnek verelim:
Düzenli olayların bir tesadüf eseri olarak art arda sıralanmaları çok zordur. Art arda gelen düzenli olayların sayısı arttıkça, bu iş zor olmaktan çıkıp imkânsızlaşır. Birbirini destekleyen on tesadüfün peş peşe gelmesinin on milyarda bir ihtimal olduğu hesaplanmıştır. Bundan sonraki her ihtimal için, bir sıfır daha eklemek gerekir. Oysa evrenin ve evrendeki varlıkların mevcut düzenleriyle var olmaları için milyonlarca hatta trilyonlarca/katirliyonlarca tesadüfün düzenli olarak art arda sıralanması gerekir. Bunun gerçekleşme ihtimalinin matematik dilindeki ifadesi ise sıfırdır.
Gerçek huzur ve mutluluğun kaynağı Allah ve Peygamber sevgisidir. Bu durum Müslümana has bir özelliktir. Yani tabii olan Allah ve Peygamber sevgisi sadece Müslümanlarda mevcuttur. Zira Allah´a ve onun evrensel Nebisi Hz Muhammed Mustafa (sav) efendimize gönülden bağlılığını davranışlarıyla ortaya sergileyen Müslüman, bu bağlılığın kesintiye uğramaması için tüm gücünü kullanır. Yüce Allah´ın emirlerini yerine getirmede hata etmemeye çalışır. Yaratıcının daima kendisinden razı olmasını arzu eder. İşte bir Müslümanın gönülden Allah´ı sevmesi, ona olan itaatin gücünü göstermektedir. Kişi kulluk görevlerini ifa ederken Mevla´sıyla kurduğu irtibat sonucunda manevi zevk alır. Bu durum onun huzur ve mutluluğunu sağlar. Peygamber sevgisi de aynı şekilde Müminin hayattan tat almasına vesile olur.
Peygamberimiz (sav) efendimizi seviyor olmak, onun sünnetini ihya etmekle mümkündür. Söz ve öğütlerini öğrenip yaşamak, bu cümledendir. Allah ve Peygamber sevgisi sadece söylemle değil, Allah´ın ismi anıldığında kalplerin titremesi gerekir. Bir heyecan ve ilahi aşk meydana gelmesi lazım gelir. Peygamberimizin ismi anıldığında kalplerde meydana gelen muhabbetin tezahürü olarak ona, Salatü selam okumak ( Allahümme salli ala Muhammedin ve ala eli Muhammed) gerekir.
Yüce Allah Kur´anında şöyle buyurmaktadır. “ De ki: Eğer Allah´ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Ali İmran, 31. Allah´ı sevebilmenin yolu Peygamberimiz (sav) efendimize tabi olmaktan geçmektedir. Bir başka ifadeyle evrensel Nebi efendimize tabi olmadan, onun Allah´ın elçisi olduğuna iman etmeden, ona olan sevgi ve saygımızı davranışlarımızla tezahür ettirmeden Yüce Mevla´mızı seviyor olamayız.. Bu bakımdan efendimizi sevmek Allah´ı sevmek, onu memnun kılmak Allah´ı memnun kılmaktır. Efendimizi gücendirmek Allah´ı gücendirmektir.
Allah ve Peygamber sevgisinin var olduğu her yerde, huzur ve güven vardır, Allah ve Peygamber sevgisinin olduğu yerlerde birlik ve beraberlik, kardeşlik, paylaşım, dertlere çözüm, sevinçlere ortak olmak vardır. Allah´ı ve elçisini sevenler, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek zorundadırlar. Böyle olunca da, kalplerinde zerre miktarı Allah ve Peygamber sevgisi olanlar, insanlara zarar değil fayda sağlarlar. Zira Peygamberimiz (sav) efendimiz,” insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır,” buyurmuştur. (Buhari,Mağazi,35.)
Bu gün İslam beldelerinde meydana gelen Müslümanlıkla bağdaşmayan bütün olayların tabanında Allah ve Peygamber sevgisinin gerçek manada olmadığı görülmektedir. Allah´ı ve peygamberi seven kişi, vicdandan, merhametten, hoşgörüden yoksun olamaz. Etrafındakilerin canlarına, mallarına, iffetlerine zarar veremez. Kendisi için sevdiğini, diğer kardeşleri için de sever. Allah ve peygamber sevgisine sahip olanlar bilirler ki, sevdiklerinin hoşlanmayacağı söylem ve eylemlerde bulunduklarında sevginin bir hükmü kalmaz. Darılma, gücenme, kızma olur. Bu durum kişiyi yeisse, karamsarlığa iter. Hayattan manen zevk alamaz, huzursuzluk başlar. Böyle bir duruma düşmemek için kalplerimizde sevgilerini taşıdığımız Allah ve Resulünün gösterdiği hak sahada yaşamaya devam etmeliyiz.
Yüce Allah, Kur´an´ında: De ki: ”Allah´a ve Peygamber´e itaat edin. Eğer yüz çevirilerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez” buyurmuştur. Ali İmran, 32. Allah´ı seviyor olmak, ancak Allah ve Resulüne itaat etmekle mümkündür. Bu hal Yüce Yaratıcıya ve onun evrensel Nebisine iman etmekle başlar. Bizler inancımızın gereği olarak Mevla´mızın emir ve tavsiyelerini yerine getirerek, Peygamberimiz (sav) efendimizin sünnetini ihya ile yaşantımızı idame ettiriyoruz. Böylece Allah ve peygamber sevgisini gönlümüz ve hayatımızla buluşturarak, dünya ve ahiretimizi mutlu kılıyoruz. Yüce Mevla´mızın ve Peygamberimiz (sav) efendimizin bizlerden beklediği de bu olsa gerek.
O halde söylenecek son söz kelime-i tevhittir: : “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah. (Allah´tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed, Allah´ın Resulüdür.)” Burada Peygamberimizin“La ilahe illallah diyen cennete girer.” hadisinin anlamını tam olarak anlayabilmek için bu konuda rivayet edilen hadis-i şeriflerden üç tanesini de aktaralım:
1-“La ilahe illallah deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (yani iman) bulunan kimse Cehennemden çıkacaktır. La ilahe illallah deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır (yani iman) bulunan kimse Cehennemden çıkacaktır. La ilahe illallahdeyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır (yani iman) bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.” (Tecrit c:1, 41. hadis)
2-“Kimin (hayatta söylediği) en son sözü la ilahe illallah olursa cennete gider.” (Davud-Cenâiz 20)
3-“Bana Cebrail (a.s.) gelerek; “Ümmetinden kim Allah´a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer.” müjdesini verdi.” (Prof. İ. Canan Kütüb-ü Sitte c:1 s:35)
Bu üç hadis birlikte okunduğunda konunun yanlış anlaşılma tehlikesi ortadan kalkar.La ilahe illallah (Allah´tan başka tanrı yoktur) ibaresi kelime-i tevhit olarak ifade edilir.Dini konuları incelemiş olanlar bilirler ki; kelime-i tevhit, kelime-i şahadetin özetidir.
Kelime-i şahadet ise imanın altı şartını özetler. Yani Allah´tan başka tanrı olmadığını söyleyen, aslında Hz. Muhammed (s.a.v.)´in Allah´ın kulu ve elçisi olduğunu da kasteder.Hz. Muhammed´e inanan ise, başta Kur´an-ı Kerim olmak üzere onun getirdiklerine de inanır. Böylece icmali olarak bütün dini esasları kabul etmiş olur. Değilse Hz. Muhammed (s.a.v.)´in; la ilahe illallah dedikten sonra, bana inanmazsanız da olur, anlamında konuşmuş olması mümkün değildir. Böyle düşünen, mantığını zorlamış ve meseleyi saptırmış olur.
Zaten naklettiğimiz son hadiste Cebrail´in Hz Peygambere “Ümmetinden kim Allah´a herhangi bir şeyi ortak koşmadan ölürse, cennete girer” derken zikrettiği “ümmetinden” kelimesi yanlış anlamalara, açık bir şekilde engel olmaktadır.
Bu bilgiler diğer İslami nas´larla birleştirildiği zaman şu sonuca ulaşılır:
İman üzere ahiret´e göç eden kişi eğer günahsız ise veya günahları bağışlanmışsa cennete girer. Günahları bağışlanmayan mü´min ise, cehenneme girerek kendisi için takdir edilen cezayı çeker; cezasını tamamladıktan sonra cennete gönderilir.
Şekli ve zamanı belli olan namaz, oruç, zekat ve hac; ve belli bir zamana bağlı olmayan bu ibadetlerin nafileleri hep Allah´a verilen sözün bir göstergesi, gönülde bulunanın dilde duaya dönüşerek davranışlara aksetmesidir.