Gelin tarihin derinliklerine giderek bu savaşın bazı sahnelerini birlikte izleyelim.

A) Seyit onbaşının, Çanakkale deniz savaşları esnasında vinci bozulan topun 276 kg.lık mermisini tek başına kaldırarak topa yerleştirmesi ve sonra sağ kalan arkadaşıyla birlikte ateşlediği topu “OCE-AN” adlı İngiliz zırhlısına isabet ettirmesi manevi yardımın dışında başka bir şeyle izah edilemez. İsabet alan gemi, sürüklenerek Nusret’in yerleştirdiği mayınlara çarpıp batacak ve bu durum savaşın seyrini değiştirmiştir. Akşama doğru Mevki Komutanı Cevat Paşa, Koca Seyid’in bataryasına geldi ve bu isimsiz kahramanı kutladı. Cevat paşa resminin çekilmesini istedi. Seyid ne kadar zorlandıysa da o mermiyi sırtlanamadı. Bunun üzerine tahtadan bir mermi yapıldı. Koca Seyid o mermiyi sırtına alarak fotoğrafçının karşısında fotoğraf çekindi.

Pek çok isimsiz kahraman gibi koca Seyid de Balıkesir’in Havran ilçesine bağlı Çamlık (eski ad Manastır’dır) köyüne döndü. Hamallık yaparak geçinmeye çalıştı. Bu sıralarda üşüttü ve verem hastalığına yakalandı. 1889 yılında dünyaya gelen ve adı tarihe altın harflerle geçen kahraman yakalandığı veremden kurtulamayarak 1939 yılında Balıkesir’in Edremit ilçesinde  sessiz sedasız dünya misafirhanesinden ayrıldı. Kabri ise Havran ilçesinde bulunmaktadır.

Seyid Onbaşı’nın tabyasında yaşanan bir başka güzellik daha var. Müstahkem Mevki Kumantdanı Cevat paşa, savaşın en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten asla çekinmiyor, hem mevcut durumu kontrol ediyor, hem de Mehmetçiklere moral veriyordu.

İşte o gün, en çok çalışan ve en çok hasara uğrayan Mecidiye Tabyası da paşayı misafir etmişti. Tabii bu kısa ziyarete ancak “hüzün ziyareti” denebilirdi. Çünkü tabyanın cephaneliği berhava olmuş, her şey birbirine karışmış ve alt üst olmuş-tu. Daha da hazini, şehitlerin toza toprağa bulanmış haiydi…

Cevat Paşa İstihkamın yıkıntıları arasında dolaşırken, bir ağaç altında uzanmış olan askerin hali dikkatini çekti. Yaklaştı ve dikkatlice baktı, Mehmetçik yaşıyordu. Cevat Paşa, nemli gözlerle ve titreyen sesiyle haline bakarak: “Neyin var evladım” dedi. Mehmetçik, birden ayağa fırladı ve hazırola geçti. Ancak gözleri paşadan tarafa değil, başka tarafa bakıyordu.

Cevat Paşa, nemli gözlerle ve titreyen sesiyle sordu: “Gözlerine bir şey mi oldu, oğlum?” Bu soru üzerine Mehmetçik biraz daha canlandı, iyice toklaşan sesiyle şu cevabı verdi: “Üzülmeyin kumandanım, benim gözlerim göreceğini gördü” dedi.

O güzel insan, batan düşman gemilerini gördükten ve zafere giden yolun açıldığını anladıktan sonra gözleri görmese de buna razı olduğunu gösteriyordu. Gözlerini ışığını Allah, Peygamber, Millet ve Vatan uğruna feda etmeye dünden razı olan bu anlayışın temelinde hangi bir inanç ve nasıl bir ruh vardır?

Fedakârlığın bu derecesi, vatan aşkının bunca yükselişi nasıl olabiliyor? Bu ruh hali tahlil edilmeli ve yeniden yakalamanın yolları aranmalı ve araştırılmalıdır. Bu fedakarlık örneklerinden birisi de Şükrü Naili Paşa’nın anılarında saklı bulunmaktadır. Şükrü Naili Paşa bir hatırasını şöyle anlatmaktadır;

Düşman, Çanakkale’de ileriye hatta keçideresenin karşısına makineli tüfeklerini kurmuş, durmaksızın bu dereyi ateş altına alıyor ve her gün bizden ononbeş kişiyi şehit ediyordu. Bir gün teftişe gittiğim sırada, tabii o dereden geçmek icabetti. Dere başına gelince, Alay kuman- danı bana:

“Burası adeta sırat köprüsüdür. Evvela ben geçeyim, sonra siz…” dedi ve kırk adım kadarlık bu mesafeyi hızla koşarak geçti. Ben de arkama dönüp baktım ki, bir Mehmetçik… Elinde bakraçlarla ateşe hiç aldırış etmeden ağır ağır geliyor.

“Koş vurulacaksın…koş!” diye bağırdım.

Sanki sesimi hiç işitmemiş gibi hiç istifini bozmadı. Nihayet yanıma yaklaşınca niçin koşmadığını sordum. Ne cevap ver-se beğenirsiniz?

Bakınız ne dedi:

“Koşsam bakraçlardaki bakla çorbası dökülür, arkadaşlarım aç kalırlar. Düşmandan korkulmaz kumandanım!” dedi.

Binbaşı Mahmut Sabri, birliğine yeni katılan genç bir delikanlının saçlarının kınalı olduğunu görünce sordu:

-Saçlarına niye kına yaktın?

-Anam yaktı kumandanım.

-Niçin?

-Bilmiyorum, mektup yazar öğrenirim kumandanım.

Kınalı Murat lakaplı bu delikanlı köyüne mektup yazıyor ve anasına bu kınanın sebebini soruyor. Gelen cevap çok enteresandır: “Gözümün nuru Murad’ım, komutanına söyle, sen bizim İsmail’imizsin. Seni biz Allah yoluna, vatan yoluna kurban gönderdik. Nasıl ki, kurbanlıklar kınalanıyorsa, ben de senin saçlarını kınaladım.”

Teğmen Hüsamettin girdiği siperde çevreyi kollarken, Ömer Çavuş’un acılı sesini duydu. Ömer Çavuş’un bileği parçalanmış sadece derisi tutuyor ve sallanıyordu. Hemen sallanan bileğini komutanına uzattı ve:

-Şunu kesiver kumandanım! dedi

Teğmen Hüsamettin sallanan kolu kasatura ile kesti ve:

-Çavuş Allah vücuduna sağlık versin! dedi.

-Çavuş, sağolun kumandanım dedi.

Derhal sargı yerine götürülen Çavuş’ un kolu sarıldı, bir süre sonra cepheye yeniden döndü ve savaşmaya devam etti.

B) Üryanizade Ali Vahit Efendinin ‘Hatıraları’nda anlattığına göre; Osmanlı Devletinin sınırları içinde bulunan Suriye, Filistin ve Lübnan’dan gelen bir heyet, Çanak-kale savaşı sonrası bazı gazetecilerle birlikte Üryanizade Ali Vahit Efendi’nin rehberliğinde Çanakkale cephesine giderler. Heyet, kumandanlarla görüşüp tebrik ve teşekkürlerini sunar. Heyet sözcüsü kumandanlara: “Siz Allah için burada çok büyük bir gayret ortaya koydunuz, çok önemli başarılar elde ettiniz” deyince, komutanlar bu övgüleri hiç önemsemez, Çanakkale savaşlarına Yarbay rütbesi ile girip iki yılda gösterdiği başarılar nedeniyle tuğgeneralliğe yükselen Gazi Mustafa Kemal Paşa misafir gruba şöyle der:

“Efendiler siz ne diyorsunuz? Biz burada olağanüstü haller gördük. Hari-kalar seyrettik. Bu böyleyken kendimi-ze nasıl bir kıymet verebiliriz? Biz burada öyle hadiselere şahit olduk ki, bunlar ancak Allah-ü Teâlâ`nın korumasıdır. Başka bir şey değildir. Öyle hadiseler oldu ki buna akıl da fen de bir şey diyemez! Bir gün düşman çıkarma yapacak! Çıkarma öncesinde çok yoğun bombardıman oldu. Bir mevkii bombalamaya başladılar. Yüz binlerce mermi attılar. Taş üstünde taş kalmadı, hava-da koklanacak hava kalmadı. Kıyıda siper hattımızdaki askerlerimizin sağ çıkması mümkün değil. Biz askerlerimizin şehit olduğunu ve oradan kalkan toprağın altına gömüldüklerini düşündük. Düşman da aynı kanaate vararak çıkar-maya başladı. Zamanı gelince önümüz-de bir `Allah Allah` nidası koptu. Bütün siper hattı hücuma kalktı. Şaşılacak şey! Sanki Sûr-i İsrafil’e karşı ölüler dirilip kalkmışlardı!    Adeta melekler kanatlarını germiş ve onları saklayan Allah saklamış! O kadar atış, o kadar kıyamet onlara tesir etmemiş! İşte düşman bu harika karşısında şaştı kaldı. Akıl da fen de burada mahcup oldu!".

 C) Çanakkale gazilerinden biri, Çanakkale Savaşında yaşanan fevkalâde olaylardan ve gerçekleşen yüzlerce ilahi yardımdan birini şöyle anlatır:

“Bir cephede ciddi bir çarpışma esnasında asker zor durumda kalmış, düşman başarılı olmuştur. Askerimiz cepheden geriye savrulurken, cephenin gerilerinden bir komutan, bir anda haykırarak, `Yetiş ya Muhammed. Kitabın gidiyor` diye ön plana çıkmıştır.` Bunun üzerine bize de bir şevk geldi. Onun peşinden biz de akmaya başladık ve düşmanı kovaladık. Cepheyi yeniden ele geçirdik.”

D) Sömürge ülkelerdeki Müslümanlar Kandırıldı! Çanakkale savaşında, özellikle İngiltere, sömürgesi altındaki ülkeler- den paralı veya gönüllü asker toplayıp bura-ya getirmiştir. Aralarında Müslüman olanlar da vardır. Hindistan, Mısır, Cezayir gibi ülkelerden gelen Müslümanlar... Ama o askerleri, Osmanlı’ya karşı savaşa ikna edebilmek için, “Halifeyi kurtarmaya gidiyoruz, Halife zor durumda!” diye yalan bilgilerle kandırmışlardır.                   Devamı yarın….