Yüce Rabbimiz dinimizi bize kitabı üzerinden anlatmaktadır. Dinimizin bizlere sunulduğu kitap hak bir kitaptır. İçindeki din halistir. Bu dinin tabileri olan bizler dinin özünü bozmadan, halis bir şekilde , hurafe ve bid´atlerle kirletmeden, bozmadan , montajlamadan, tahrif etmeden , gönlümüzde iman haline getirmemiz gerekiyor. Yani din halis olmalı, dindar muhlis olmalı ve bu şeklide hayatımızı istikamet üzere sürdürdüğümüzde muhlas kullardan olalım. O muhlas kullar ki , şeytanlar onlara musallat olamaz. (Hicr,40)
* Nasih olmak; şefkatli, merhametli, samimi ,içten,hasbi olmayı ifade eder.
‘Nasih´ olmanın müşahhas hali; Hz. Musa Aleyhisselam´ın annesine kavuştuğunda yaşadığı hali ifade ediyor.
Herkesin malumudur ki, Firavn İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürüyor, kızlarını serbest bırakıyordu. Hz. Musa Aleyhisselam´ın annesi Musa peygamberi doğurduğunda Yüce Rabbimiz, onu Nil nehrine atmasını ona ilham etti. Annesi, Musa´yı bir sandukaya konup nehre attı. Yüce Rabbimiz, kundaktaki çocuk Musa´ya bir sevimlilik vermişti. Bu verilen sevgi, Musa´yı Firavn nezdinde öldürülmesi gereken biri değil, sevilmesi, karnı doyurulması ve sahiplenilmesi gereken biri pozisyonuna soktu. “Biz daha önce ona, süt verenlerin sütünü emmeyi harâm etmiştik. Hiçbir kadının sütünü emmiyordu. Fir´avn ve âilesi, çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içinde idiler. Kızkardeşi uzaktan durumu görünce sokuldu: "Sizin için onun bakımını üstlenecek ve onu güzelce eğitecek,samimi,hasbi, şefkatli merhametli (nasih ) bir âileyi göstereyim mi?" dedi.” (Kasas,12) Bu mübarek ayette yer alan Nasih kelimesi; anne-çocuk ilişkisi bağlamında gelmiştir ki bu anlamı ile çok büyük bir şefkati ,içtenliği, hasbiliği ifade etmektedir.
Yüce Rabbimiz, Hud Peygamberin dilinden elçilerin iki özelliğini öne çıkarıyor: “Size Rabbimin mesajlarını duyuruyorum ve ben sizin için emin ve samimiyim” (Araf,68) Din adamlarının en önemli iki özelliği öne çıkmış oluyor: Güvenirlik ve samimiyet.
* Samimiyet testine ihtiyaç var…!
Peki kime karşı samimiyet…..
I-Yüce Allah´a karşı samimiyet...( Sadık iman, şirk´ten arınma , infak ve cehd)
II- Sevgili Peygamberimize karşı samimiyet...( kulluk modeli , hakikati beyan, Muhammedi şefkat, rahmet...)
III-Yüce Kur´an´a kaşı samimiyet...(Hakkı ile okumak, bilmek,anlamak,yaşamak..., Kur´an ile yakın dostluk, onu şefaatçi bilmek, hayat rehberi)
IV- İnsan ilişkilerinde samimiyet...( ayna vazifesi, beklentisiz,harbilik ,sahicilik,mahluka şefkat merhamet, ötekileştirmeme, kardeşine dua)
a) İdarecilerimize karşı samimiyet...( samimi, beklentisiz,istişare,hakikate sevk,yağcılıktan uzak..)
b )Birbirimize kaşı samimiyet..(ayna vazifesi, kardeşlik hukuku...)
1- Birbirimize güveniyor muyuz?
2- Kefil olabilir miyiz?
3- Borç para verebilir miyiz?
4-Emanet verebilir miyiz?
5-Menfaatimize aykırı bir şey olsa yine samimi olabilir miyiz?
6- Grup veya meşrep taassubu mu , ümmet bilinci mi?
7- Kardeş miyiz? (Ziyaret başta olmak üzere diğer insani ve islâmi ilişkiler...
Canlı türlerinin en değerlisi olan insan için doğumla başlayan hayat, şekil değişikliğiyle ebediyete akıp gider. Vahiy, insanoğlunun ruh ve beden birlikteliğini dengelemek için bir takım hayati ilkeler belirlemiştir. Dünya hayatında bunlara uymayı, dünya ve âhiret huzuru için gerekli görmüş, dünya ve içindekilerin, hedeflenen mutluluğun elde edilmesi için sermaye olarak kullanılmasını emretmiş, onların süsünün çekiciliğe yol açmasından uzak durulmasını tembihlemiştir. İnsanın, mensubu olduğu dünyaya doğal ilişkiyle bağlanması, varlığını sürdürebilmesi için zorunludur. Kulluğun icrası, hayatın devamını ve istikrarını, müreffeh bir yaşam da dünya nimetlerinden faydalanmayı, dünyevi metaı, uhrevi çıkar ve menfaat için değerlendirmeyi gerektirir.
İnsan doğasındaki dünya eğilimi, farklı nimetlerde somutlaşarak çekici kılınan nefsanî arzulara ve zevklere düşkünlüğün sebebidir. Dünya hayatının geçimliği olmakla birlikte âhiret yurdunun da kazanç vesilesi olan kadınlar, çocuklar, her çeşit para, en iyi binekler, hayvan sürüleri, ekinler ve daha nicesi, ilahi lütuf ve ikramlara vesile kılınması yönüyle Allah Teâlâ´nın çekici kıldığı birer nimet; yıkıma ve her fenalığa sebebiyet vermesi yönüyle de şeytanın ve beşer unsurunun süslediği birer mahzur olurlar. Zira pervasızca kullanılarak pespaye hayatın unsuruna dönüştürülen dünya nimetleri, Kur´an´ın ilkesel ikazları ve öğütleri dikkate alınarak Allah katında varılacak güzel yerin aranması için vasıta olurlar. İştah çekici şeylere olan hâkimiyet duygusu, yönetme arzusunu tatmin eden makam ve mevki, göz önünde bulunma arzusu; bunların sahibi olan Allah sevgisini gölgede bırakmamalıdır. Ona ulaşmada ihtiyacı gidermeli, Onun sevgisini elde etmede tevessül edilen sebep olmalıdır. Müminin ilk vasfı da Allah´ı her şeyden daha çok sevmektir. Ondan başkasını onu sever gibi sevmek; iman zafiyeti ve yıkım, Allah´ın sevgisinden, hoşnutluğundan ve bağışlamasından mahrumiyettir.
Dünyanın çekiciliğine kapılarak ona yakın ilgi duyma ve bağlılık gösterme; dinin öngördüğü yaşam şekline, eşya ve olaylara yaklaşım biçimine aykırı bir durumdur. Zira son derece zor bir görevle imtihan edilmekte olan insanın başarılı olabilmesi, bir disiplin dâhilinde bu imtihanın kurallarını belirleyen dinin rehberliğine müracaat etmekle mümkün olabilir. Kur´an, âhiret yurdunun dünya hayatındayken emre amade imkânlarla elde edilmesini istemekle, maişet işlerini değersiz ve gereksiz addederek dünyayı tamamen ihmal etmeyi de doğru bulmaz. Dünya hayatını meşru zemin üzerine oturtarak bütün işleri yaratanın hoşnutluğunu kazanmak için yapmayı, dünyayı âhiretin tarlası sayarak her iyinin, verimli ürünler misali misliyle karşılık bulmasına vesile kılmayı telkin eder. Allah´ın verdiği nimetlerden imkân dâhilinde bağışlamayı, tasarrufta bulunduğu imkânların sahibine şükran borcu; eldeki mülkü biriktirmeyi, ona karşı aşırı sevgi ve iştah beslemeyi, mülkün sahibine ihanet ve yeryüzünde Allah´ın asla sevmediği bozgunculuk sayar.
Hayat tarzının öncelikleri ve belirleyicileri, salt dünya hayatını ve onunla ilgili ikbal kaygılarını, toplumsal hayatın vazgeçilmezleri olan makam ve mevkii ilgilendiriyor; kulluğa, âhiret hayatına ve oradaki hesaba taalluk etmiyorsa dünya ve ahiret dengesi dünyadan yana ahirete karşı bozulmuş, adalet ve hakkaniyete riayetin, sabır ve tahammülün gerekçesi ortadan kalkmış, birçok boyutuyla insanın hüsranına sebebiyet veren dünyevileşme zuhur etmiş demektir. Bu yüzden Kur´ân, ahireti unutturan ve gölgede bırakan dünya sevgisini küfür alameti sayar.
Kur´an, ebedi âlemin mutluluğunu elde etmeye aracı kılınmayan dünya hayatını; insanı faydalı olan işinden alıkoyan ve vaktini öldürmekten başka bir işe yaramayan eğlence, erdem kazandırmayan davranışın ifadesi olan gösterişten, mal ve evlatta çokluk yarışından, gurur ve kibirden ibaret saymış, yağmurdan sonra ortaya çıkan ürünün yeşerip güçlenmesine bilahare sararıp çöpe dönüşmesine benzetmiş, böylesi bir hayatın sonunun, müşkül bir ıstıraba dönüşeceğini haber vermiştir. Âhireti unutturan makam tutkusu ile mala ve paraya olan düşkünlük, ihtirasları özendiren bir çekicilikle dini hayatı törpüler durur. Dinden bağımsız yaşamın hâkim kılındığı hayat budur.
Âhiret hayatını kazanma isteğini engelleyen dünya zevklerine aldanmadan söz ve eylemde Allah Teâlâ´nın hoşnutluğunu ve âhiret kazancını dikkate almak, azapla cezalandırılmanın gerekçelerini terketmek, günahları yok eden, sıkıntı ve meşakkati unutturan, tasvirden azade mağfiret ve her türlü hazzın fevkinde bulunan hoşnutlukla ödüllendirilmenin gereğini yapmak, nihai hedef itibariyle de teslimiyeti esas alarak şükreden kul olma bilincini yakalamakla; dünyaya da âhirete de gerekli ve yeterli iltifat gösterilmiş, denge sağlanmış olur.
Dünyayı ahiretin karşıtı olarak değerlendirmek, dinin dünyadan müstakil düşünülmesini savunan seküler hayat anlayışının ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Bu da ruhta oluşan boşluğun başka şeylerle doldurulmasına, ailevi ve toplumsal sorunların kitleleri meşgul etmesine neden olur. Oysa dünya işlerinin yürütülmesinde yaratılış gayesine uygun bütün söz ve davranışlar kulluk kapsamında değerlendirilirken bu gayenin gözetilmediği yaşam anlayışında dünya kaygıları belirmeye başlar. Vahyin ışığında birbirine zıtmış gibi algılanan din ve dünyanın girift bir ilişkiyle insan yaşamında bulunma zorunluluğu, pratikte birbirinden ayrı bulunmalarına imkân tanımaz. Zira dinin ve dünyanın yaratıcısı da sahibi de birdir. Dolayısıyla evrende tek bir müessir ve hâkim güç vardır. O da Allah Teâlâ´dır. Dünyanın dinin ölçülerine göre şekillendirilmesi ise Yüce Yaratanın isteğidir. Bu nedenle kendiliğinde kulluk görevini yerine getirmekte olan dünya, insanın emrinde de dini destekleyen bir unsur olmalıdır.
Hz. peygamber (sav)´in bıraktığı Kur´ân ve Sünnet mirası, dünyanın Allah´tan uzaklaştıran çekiciliğini aşağılamakta, insanı aldatan boyutundan kurtuluşun çarelerini etraflıca haber vermektedir. İnsana düşen; kitap ve sünnetin hayat ölçülerini yerinden öğrenerek muhtemel tehlikelerden korunmaktır. Bir taraftan dünya mülkünün çağrısı diğer taraftan bunun çirkinliğini ifade eden dinin öğretileri, insanı mukadder bir gerilime sürükler gibi görünse de aslında bu durum nefisle mücadelenin imtihan halidir. Bu imtihandan başarıyla çıkabilmenin sırrı ise dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret, âhiret yurdunun gerçek hayat olduğunun bilincine varmak ve Allah katındaki makamın yükseltilmesine çaba harcamaktır.
Yüce Rabbimiz bizlere iman, ibadet, ahlak, din, dünya, ahiret ve toplumsal ilişkilerimizde iyi niyet, hasbi, içten, dürüst ve samimi olmayı nasip eylesin…
Dualarda buluşmak dileğiyle…