Dünya O’nun (s.a.s.) dirilten nefesiyle, insanlığı sükût ettiren vahşiliklerden kurtuldu. O’nun (s.a.s.) ışığı asırlar ötesinden gelmesine rağmen bugün de gücünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Aksine zaman yaşlandıkça onun mesajı sürekli gençleşti. Nice pas tutmuş sineler onun (s.a.s.) aydınlık mesajı ile parladı ve parlamaya devam ediyor. İnsanlık bugün her zamankinden daha fazla onun hayat veren soluklarına muhtaç. Ümit ediyoruz ki insanlık son bir kere daha Hz. Muhammed (s.a.s.) çizgisine gelecektir.

 

Hz. Âdem (a.s.) ile başlayan nurlu nübüvvet halkası da Efendiler Efendisi (s.a.s.) ile en zirveye ulaşmıştır. Nasıl ki; bir ağacın en mükemmel kısmı ve bütün faaliyetlerinin neticesi, onun meyvesidir; nübüvvet ağacının en güzel ve mükemmel meyvesi de Hz. Muhammed’dir (s.a.s.). İşte böyle bir Peygamberi bütünüyle anlamak ve anlatmak bizim boyumuzu aşan bir iştir. On dört asırdan beri seçkin ilim adamları tarafından bu mevzuda sayısız eserler telif edilerek, Hz. Muhammed (s.a.s.) hakikati anlaşılmaya çalışılmıştır.

 

Pek çok hususta olduğu gibi Efendiler Efendisi (s.a.s.) merhamet mevzusunda da zirvededir. Zira o (s.a.s.) rahmet Peygamberidir. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de “Ey Muhammed! Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.) buyurur.

 

Dikkat edilirse Allah (c.c.) Peygamberimizi hoşgörü ve müsamahayı kapsayan “rahmet” ile zikreder. Bunun gibi Kur’an-ı Kerim’de daha birçok ayet O (s.a.s.) nun şefkat ve merhametine vurgu yapar.

 

Bu ayetlerden birinde Allah (c.c.); “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, si-zin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.) buyurur. Efendimiz (s.a.s.) hoşgörü ve müsamahasını pratik hayatında yaşamıştır. Yoksa bugün sözde hümanistlerde olduğu gibi bu söylenenler teoride kalmamış, bizatihi ne söyle-di ise evvela yaşamıştır. Kendisi ağır ve zor olanı yaşıyor, fakat insanlara hafif olanı tavsiye ederek samimi- yet ve ihlasın ulaşılmaz zirvelerinde dolaşıyordu.

 

Uhut muharebesi sırasında Allah Rasulü’nün (s.a.s.) canı kadar sevdiği amcası ve süt kardeşi Hz. Hamza (r.a.) şehit edilmiş; şehit edilmenin de ötesinde vücudu parça parça edilmişti. Yine halasının oğlu Abdullah b. Cahş (r.a.) da eziyetle şehit edilmişti. Hatta O’nun mübarek başı yarılmış, dişleri kırılmış, vücudu kan revan içinde kalmıştı. Düşmanlarının, gayz ve öfke ile üzerine çullandığı ve bütün gayretleriyle O’nu öldürmek istedikleri bu hengâmede, o (s.a.s.) Yüceler Yüce-si insan, kanı yere akarsa Allah (c.c.) onları mahveder endişesiyle: “Allah’ım kavmimi bağışla; çünkü onlar (beni) bilmiyorlar!” demektedir. Bu ne büyük şefkat anlayışıdır ki, onu öldürmek isteyenlere o, dua dua yalvarmakta, kem söz ve bedduaya yüreğini kapatmaktadır.

 

Biz İslamiyeti, İslam Peygamberinin anladığı şekilde anlayabilirsek ancak o zaman dinimizi doğru bir şekilde anlamış olacağız. Doğru anlaşılan bir din ancak, doğru temsil edilir. Dinimizi doğru temsil ettiğimiz takdirde, insanlık İslam’ın evrensel mesajını hakkıyla anlayacak ve kim bilir bu mesaja gönül vererek aynı halkanın zincirlerini teşkil etme şansını yakalayacaklardır.

 

Biz, “En güzel örnek” olan hidayet rehberine (s.a.s.) uyma gayreti içerisinde bulunmalı ve ondan faklı düşünmeyi ve yaşamayı aklımıza dahi getirmemeliyiz. Zira onun bakışı ile eşya ve hadiselere bakanlar en çirkin gibi görünen şeylerde bile nice güzelliklerin bulunduğunu fark edeceklerdir.

 

Bir saadet güneşi olarak doğan Allah’ın en sevgili kulu, son ve en büyük Peygamber Hz. Muhammed (sav)’in kalplere yerleştirdiği iman sayesinde; yanlış inançlar silindi, cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi gel-di. Gerçek anlamda islâm kardeşliği kuruldu. Kadın, ailede ve toplumda layık olduğu değere kavuştu.

 

Sevgili Peygamberimiz son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’i tebliğ ederek insanlara, dünyada ve ahrette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Öğrettiği ve gösterdiği ahlak ilkelerini önce kendisi yaparak bizler için en güzel ahlak örneği oldu. Peygamberimizin kalbi şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile dolu idi. Sosyal adaleti sadece sözle değil, davranışları ile de göstermiş ve insanlığa örnek olmuştur.

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bütün hayatı boyunca, bizlere Yüce Allah’a iman edip, O’nu içtenlikle sevmeyi, O’na bağlanarak ibadetlerle hayatımızı anlamlı kılmayı tavsiye etmiştir. O, dürüstlüğü, emaneti korumayı, zayıf ve muhtaçlara yardım etmeyi, yetim ve kimsesiz çocuklara kol kanat germeyi, komşuluk ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi, kimseyi kırmamayı, iyilikte yarışmayı, yararlı insan olmayı birçok güzellikleri bizlere öğütlemiştir. O’nun hayatını inceleyen kimse, hayatının baştan sona bu örneklerle dolu olduğunu görecektir.

Şefkat ve merhamet Peygamberi olan Efendimiz (s.a.v)’in kendisinden söz ederken: “Ben lanet edici olarak gönderilmedim, sadece rahmet olarak gönderildim” (Müslim, Birr,87) buyurması bunu en güzel şekilde ifade etmektedir. Bu nedenle sevgili Peygamberimiz düşmanları da dahil olmak üzere hiç kimseye beddua etmemiş, onların hidayet bulmalarını ve kurtuluşlarını istemiştir. O, insanlığın yaratılış gayesini unuttuğu, insani değerlerden uzaklaştığı, cehalet ve zulüm karanlığının ortalığı kapladığı bir dönemde Mekke ufkundan kâinata bir ışık gibi doğmuştur. Yüce Rabbimiz onun için başka bir ayeti kerimede; “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 45-46) buyurmaktadır. O, yirmi üç yıllık Peygamberlik hayatının on üç yılını Mekke’de, on yılını da Medine’de geçirdi. İnsanlığın mutluluğu için çok çalıştı ve tüm engelleri aşarak başarıya ulaştı. Son Peygamber olarak görevini hakkıyla yerine getirdi. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) yirmi üç yıllık bir  çalışmadan sonra, şartların ağırlığına rağmen “Şefkatli, adaletli, çalışkan ve hür düşünceli bir toplum” meydana getirdi. Dehşetli bir anarşi ortamından, kan davalarından insanları uzaklaştırıp, kısa zamanda kalplere yerleşerek, gönülleri coşturdu. O vefat ettiği zaman, Arabistan yarımadasının bir ucundan diğer ucuna seyyahlar, ticaret kervanları, kadın-erkek herkes emniyet içerisinde gidip geliyor, yollarda Allah korkusundan başka bir korku hisse- dilmiyordu.

Çünkü; Resulü Ekrem (sav) yeni bir nesil oluşturmuştu. “Ashab” denilen bu kişiler, aralarında ideal birliği olan mürşid bir toplum  idi. Onlar, terbiye metoduyla donatılmış, Peygamberin eğitiminden geçmişlerdi. Hayatını ümmetine adayan, Mirac’da Rabbinden sadece af ve mağfiretimizi dileyen, kıyamet gününde de bize şefaatçi olacağını müjdeleyen sevgili peygamberimize bol bol salat-ü selâm getirmek, ve onun yolundan ayrılmamak, onun sevgisine kavuşmamıza yol açacaktır. Binlerce salat ve selâm, doğuşu ile kandiller gibi dünyamızı aydınlatan sevgili peygamberimize olsun.  Ayrıca Resulüllah’ı sevmek suretiyle yüce Rabbimizin  razı olduğu kul olma şansını da  yakalamış oluruz.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) hoşgörü ve müsamahası sadece Müslüman olanlara münhasır değildir. Gayrimüslimler de onun hoşgörüsünden nasibini almışlardır. Bir gün bir Yahudi cenazesi, önünden geçer-ken ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine sahabi sormuştu: “Ya Rasulallah o geçen cenaze bir Yahudiye aitti.” rahmet Peygamberi (s.a.s.) bunun üzerine “Ama o bir insandı” diye cevap vermişti. Hayvanlara dahi hoşgörü ve merhamet gösteren bir zat insanlara göstermez miydi? Elbette gösterirdi…

Bu minval üzere misalleri çoğaltmak mümkündür. Her şeyden önce şunu ifade etmeliyim ki, insanların sayısı adedince farklı düşünceler olabilir. Esasen “farklı düşünce ve anlayışlar, farklı yaradılışın neticesidir.” Bu nedenle hoşgörü, insani bir vasıftır ve insanlık bugün Muhammedi hoşgörüye her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır. Hoşgörü ve müsa- mahanın olmadığı bir toplumda kardeşlik, sevgi ve barıştan söz etmek mümkün değildir. Kâinatın sultanı olan Allah (c.c.) zatını Kur’an-ı Kerim’inde en çok, Rahim (Acıyıp merhamet eden), Gafur (Bağışlayan), Afuv (Affeden), Settar (Ayıpları örten) isimleri ile tanıtıyorsa, yaratılanlara da düşen aynı vasıfları taşıma ve ona göre davranma gayreti olmalıdır.

Affetmesini bilmeyenler elbette affedilmeye layık olamazlar. Allah Rasulü (s.a.s.) her daim “Allah’ım Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle.” şeklinde dua ederlerdi. Evet, insan için en büyük teselli ve ümit kaynağı af, müsamaha, merhamet ve hoşgörüdür. Varlığın başlangıcı merhamet, devamı da merhamet ile olmaktadır.

İnegöl Müftülüğünün organizasyonu ile 12 Nisan 2015 Pazar günü saat 14.00’de Sani Konukoğlu bahçesinde büyük bir coşku ve vatandaşlarımızın katılımıyla açılışı gerçekleşen ve bir çok programlarla icra edilen Kutlu Doğum Haftası dün akşam yine Sani Konukoğlu Camii konferans salonunda yapılan konferans ve ödül töreniyle sona erdi. İnsan sevdiğine benzermiş ya hani; hâlimizin, ahvalimizin, ahlakımızın en sevgiliye benzemesi duası ve tekrar bu güzel gün ve haftalara kavuşmak temennisiyle haftamız hayırlara vesile olsun.

Tüm emeği geçenlerden Allah razı olsun. Ahirete göç edenlere de rahmet et