Evet, değerli okurlarım insanoğlu ne yaparsa yapsın gelişen bir olayı asla geri çeviremez ve istediği gibi o olaya yön veremez.

Hemen her yazımda bazı hikâyeler ve kısalarla sizlere sunduğum yazılarımda gerek insanoğlunun anlamak istemediği veya kulak arkası yaptığı olaylardan ders alması yerine, sanki yaşadığı olayın sıradan bir olay olduğunu vurgulayarak yaşadığı çapraşık ve umursamaz hayatının sonunda bu tatlı uykudan uyanıp pişmanlık duyması gibi.

Ve gerekse tamahkârlık ile kibirlenip kendini dev aynasında görmesi, insanları ve ihtiyacı olanlara tepeden bakması gibi konuları işledik ve Allah nasip ederse bu konuları işlemeye de devam edeceğim.

Ancak bu günkü konum biraz daha farklı konu; hani Allah’ın biz kullarına bir emri var ya:

“Kulum sen tedbirini al! Takdiri de bana bırak!”

Bu günde sizlere önce bir hikâye ile başlayıp sonunda bununla ilgi kısa bir yorum yapmak istedim.

Belki birçoğumuz İstanbul’da ki kız kulesinin bir çok hikâyesi vardır bunlardan en çarpıcı olanı ise hepimizin bildiği olan, Doğu Roma imparatorunun kızının hikâyesidir. Ben kısaca bu hikâyeye değinmek istedim.

Doğu Roma İmparatoru biricik kızını çok severmiş. Kızı için sarayda onun istediği her şeyi sil baştan yaptırıp onun istekleri doğrultusunda hareket etmesini sağlamak amacıyla saraydaki hemen tüm hizmetkârları onun emrine vermiş.

Günler geçmiş, aylar geçmiş. Prenses ele avuca sığmaz on yedi yaşında çıtı pıtı bir kız olmuş. Babasının her istediğini yapmasından dolayı da hayli şımarık olması da cabasıdır. Günleri hayli güzel geçen prensesi gözü gibi bakan kral onun hastalanmasına bile tahammül edemezmiş. Kızını mutlu etmek için onun isteği doğrultusunda ülkede ne kadar köçek sihirbaz ve falcı varsa saraya davet edilmiş. Herkes hünerlerini sunmaya başlamış içlerinden biri prensese yaklaşarak onun el falına bakmak istemiş. Kral buna itiraz ederek:

“Falcı, Prensese yaklaşmadan bak falına!” demesin rağmen Prenses babasına rica ederek falcıya elini uzatıp falına bakmasını söylemiş.

Falcı güzel presesin avuç içine baktıktan sonra yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde krala dönerek:

“Kudretli imparatorum sevgili kızını bir yılan sokarak öldürecek. Prensesin avucun da bunu gördüm. “ diyince kral yerinden fırlayarak falcıyı zindana atmasını emreder ve kendiside hemen bir çare araması için yanındaki şövalyelere:

“Kızımı nasıl korumam gerekir değerli şövalyelerim? Çabuk bir çareler arayın ve ben de hemen ne gerekiyorsa yapayım!” der.

Şövalyeler günlerce düşünüp sonunda İmparator’un huzuruna çıkıp, her türlü tehlikelerden uzak olan yer denizdir. Ona denizin ortasında bir kule yaptırın. Derler.

 İmparator hemen denizin ortasına bu günkü kız kulesini inşaa ettirip kızını oraya yerleştirmiş. Kuleye zaman, zaman kayıkla erzak getirilirmiş.

Yine bir gün kayıkla erzak getirilirken kayığa zehirli bir yılan girmiştir. Erzakların arasında sepette bulunan üzümün altına kıvrılan yılan erzaklarla beraber kuleye girmiş ve prensesi zehirleyerek ölümüne sebep olmuştur. Evet, işte yazımın başlığında belirttiğim gibi:

“Olacakla öleceğin önüne geçilmez. Bu anlattığım “Kız Kulesi hikâyesi” buna en güzel örnektir.

Bizler her ne kadar tedbirli davransak ta olacak olan olayları asla engelleyemeyiz. Neticede takdir Yüce Allah’ındır. Öyleyse kendimizi her olaya ve her şeye hazırlıklı olmamız gerekir. Ancak belirttiğim gibi tedbiri de elden bırakmamak gerektiğini de unutmayalım.

Çok güzel bir özlü sözü de burada sizlere hatırlatmak isterim:

“Tedbirsiz tuvalete çıkan yana, yana taş arar!”

Esen kalın…