Bilindiği gibi yüce dinimiz İslâmiyet ilme, öğrenme-ye ve öğretmeye büyük önem vermekte, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacaklarını bildirmektedir. Hz. Ali (r.a.) ashabın en âlimlerinden biri idi. Onun için ilim beldesinin kapısı olarak bilinir.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Ben ilmin/ hikmetin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlim isteyen kimse bu kapıdan gelsin” buyurmuştur. (Tirmizi, Menâkıb, 20; Hakim, Müstedrek, H.No: 4612, 4613, 4614; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, H.No: 10898)

Peygamber Efendimiz genel olarak ümmetini ilim öğrenmeye teşvik ettiği gibi özel olarak da Hz. Ali’yi ilme teşvik etmiştir. Bir Hadis-i Şeriflerinde Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Ali, tevhidi muhafaza et, çünkü o benim sermayemdir. Amele sarıl, çünkü o benim mesleğimdir. Namazı dosdoğru kıl, çünkü o benim gözümün nurudur. Allah’ı zikret, çünkü o benim kalp gözümdür. İlmi kullan, çünkü o benim mirasımdır.” (Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, trc. Suat Yıldırım ve dğr.), II, 297).

Başka bir Hadis-i Şeriflerinde de: “Ey Ali! İnsanlar Allah’a çeşitli iyiliklerle yaklaşır. Sen O’na aklın hikmetiyle yaklaş ki, derecen itibariyle onları ge-çer, insanlara ve Allah’a daha yakın olursun.” (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi (Heyet), İst. 1986, I, 295) buyurmuştur.

Bir kısım âlimler Hadis-i Şerifi: “Rasûlullah, Hz. Ali’nin servetinin ilim ve aklı olduğunu ve bu ilmiy-le cahilleri eğitip halkın müşkillerini çözmek suretiyle Allah’a yaklaşacağını, Allah ve insanlar katın- da sevileceği…” (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I, 295) şeklinde açıklamışlardır.

Hz. Ali, Peygamber Efendimizin ashabı içerisinde ilmi ile temayüz edenlerin başında geldiğinden, âlimler içerisinde zirvede olduğunda hiç kuşku yoktur. Çünkü o, küçük yaştan itibaren Peygamber Efendimizin himayesinde, terbiyesinde ve rahle-i tedrisinde yetişmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.)’e peygamberlik gelince de he-men Müslüman olmuştur ki, o zaman henüz on yaşın-da idi. Buna göre Hz. Ali Nübüvvet evinde yetişmiş, daha sonra da Hz. Fatıma validemizle evlenerek Efendimize damat olmuştur, böylece Efendimizin ilim ve feyzinden çok istifade etme imkânı bulmuştur.

Hz. Ali Mekke’de okuma yazma bilen az sayıda kimselerden biri idi. Bunun için Efendimiz’in vahiy katipleri içerisinde yer almaktadır. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in hayatında Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberleyenlerden biri idi. Bu yönüyle de Allah’ın kitabını yazma, öğrenme, anlama ve amel etme hususunda ashabın en önde gelenlerinden idi. İbn Sa’d Peygamber Efendimiz’in vefatını müteakip Hz. Ali’nin altı ay kadar inzivaya çekildiğini, bu müddet içerisinde Kur’an-ı Kerim’i iniş sırasına göre tertip ettiğini belirtir. Hz. Ali ayetlerin nerede ve ne zaman indiğini bilirdi. Nitekim o, insanlara hitabederek: “Bana sorunuz. Allah’a yemin ederim ki, bana hangi şeyden sorsanız mutlaka size cevap veririm. Bana Allah’ın kitabından sorunuz. Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın kitabında inen her ayetin gece mi, gündüz mü, dağda mı, ovada mı indiğini biliyorum.” (Süyûtî, elİtkan, II, 1227) demiştir. Başka bir rivayette de Hz. Ali şöyle demiştir: “Vallahi ben her ayetin ne hakkında ve nerede indiğini biliyorum. Şüphesiz Rabbim bana akleden bir kalp ve bilmediğini soran bir lisan vermiştir.” (Süyûtî, el-İtkan, II, 1227)

Taberî ve İbn Kesir tefsiri gibi muteber tefsir kitapla-rında, Hz. Ali’den muhtelif ayetlerin tefsiri ile ilgili rivayetler vardır. Peygamber Efendimiz Hz. Ali’yi çok se- ver, güzel ahlâkını ve ilmini takdir ederdi. Kızı Fatıma validemizi onunla evlendirirken: “Kızım, kocan insan-ların en önce Müslüman olanı ve en çok ilmi olanıdır.” demişti. (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 295)

Yine sahabe-i kiramın en âlimlerinden biri olan Abdullah b. Abbas (r.a.)’a Hz. Ali’nin ilmi sorulunca: “Ben onun ilim denizinden ancak bir damlayım” diye cevap vermiştir. (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 295) Bunların her ikisi de Peygamber Efendimiz’in amcasının oğludur. Abdullah, amcası Abbas’ın oğlu, Hz. Ali de amcası Ebû Talib’in oğludur. Peygamber Efendimiz bunların her ikisi için de dua etmiştir. Ab-bas için: “Allahım! Ona Kitabı öğret ve dinde derin anlayış sahibi kıl.” (İbn Sa’d, Tabakât, II, 365) diye, Hz. Ali için de: “Allahım! Onun kalbine hidayet eyle, dilini hakkı söyletmekte sabit kıl ve ona doğruyu bildir.” diye dua etmiştir. (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 295; İbn Sa’d, Tabakât, II, 337)

Hz. Ali şöyle anlatır: Resûlüllah (s.a.s.) beni Yemen’e kadı olarak göndermek istedi.

Ben:

“-Yâ Rasûlallah! Beni bir kavme kadı olarak gönderiyorsun, onlar problemlerini bana getirecekler. Oysa benim kadâ/ yargı hususunda bilgim yok” dedim.

Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.):

“- Allah senin kalbine doğruyu gösterecek ve dilini hakkı söyletmede sabit kılacak. İki hasım ge-lip de önüne oturunca hemen birinin anlattıklarına bakarak hükmünü verme, diğerini de dinle, sonra hükmünü ver. Bu, doğru hüküm vermen için daha uygundur” buyurdu. Artık ben de böyle hüküm vermeye devam ettim, hüküm verme hususunda hiç şüpheye düşmedim.” (İbn Sa’d, Tabakât, II, 237).

Bu sebeple Hz. Ali hukuki meseleleri halletme hususunda insanların en iyi hüküm vereni olmuştur. Hatta hukuki zor konular için insanların dilinde Hz. Ali kastedilerek: “Ebu Hasen’in bile çözemeyeceği bir dava” sözü darbı mesel olmuştur.

Peygamber Efendimiz Hz. Ali’nin bu yönüne temas ederek: “Ümmetimin en iyi hüküm vereni Ali b. Ebû Talip’dir.” (İbn Abdi’l-Berr, el-İstîâb) buyurmuştur.

Hz. Ömer de: “Ali en iyi hüküm verenimiz, Übey b. Ka’b da en iyi Kur’an okuyanımızdır” (İbn Sa’d, Tabakât, II, 340) demiştir.

Ahmed b. Hanbel de: “Rasûlullah (s.a.s.)’ın ashabından Hz. Ali’ye verilen ilim kadar kimseye ilim verilmemiştir.” (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, II, 406) demiştir.

Hiç şüphesiz ilmin değerini en iyi âlim bilir. Bu bakımdan Hz. Ali ilmin değerini en iyi bilenlerden biri idi. O şöyle derdi: “İlim sahibinin kıymet ve meziyetini ancak ilim sahibi bilir.” (Maverdi, Maddî ve Manevî Yüce Hedefler (trc. Bergamalı Cevdet Efendi), MEB. Yayınları, 1997, s 176)

Hz. Ali ilimle malı mukayese ederek ilmin üstünlüğünü şöyle ortaya koyar: “İlim maldan daha kıymetlidir. Çünkü ilim peygamberlerin mirasıdır. Mal ise Karun, Şeddad ve Firavun’ların mirasıdır. Malı sen korursun, halbuki ilim seni korur. Mal sahibinin düşmanı olur, ilim sahibinin ise dostu çok olur. Mal harcandıkça noksanlaşır, ilim ise sarfedildikçe artar. Mal sahibi kıyamet gününde hesaba çekilir, ilim sahibi ise kıyamet gününde insanlara şefaat eder. Mal kalbi katılaştırır, ilim ise kalbi nurlandırır.” (Muhammed b. Ebû Bekr, Şerhu Hadis-i Erbeîn, s.5-6).

Benzer bir rivayette yine Hz. Ali’nin şöyle dediği nakledilmiştir. “İlim maldan hayırlıdır. İlim seni koruduğu halde sen malı korumaya mecbursun. İlim hakim, mal ise mahkumdur. Hazine ve mal bekçileri öldü gitti. İlim bekçilerinin cesetleri yok olsa da, şahısları iman sahiplerinin ihtiram köşesinde durmaktadır.” (Maverdi, age.,123).