Tarih boyunca Tevhit mücadelesine öncülük eden peygamberler, insanları yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi toplumsal hayatın vazgeçilmez dinamiklerinden olan beşeri ilişkilerde de eğitime tabi tutmuş, olgunlaştırmaya çalışmışlardır. İnsanların doğuştan eşit olduklarını, Allah nezdinde kadınla erkek arasında da bir ayırımdan söz edilemeyeceğini, üstünlüğün Allah´a bağlılıkta aranması gerektiğini, bunu da ancak Allah´ın bileceğini dile getirmişler, erkek ve kadından müteşekkil insan türünün huzurunu ve ahiret mutluluğunu sağlamak amacıyla her birinin karşılıklı hak ve ödevlerini bildirmişlerdir. Kuşku yok ki, insanlık tarihi kadar eskiye dayanan kadınla erkek arasındaki olumsuz durum, biyolojik farklara rağmen kulluk ekseninde ve hayat kazanımlarında aynı haklara sahip oldukları gerçeğini göz ardı etmekten kaynaklanmaktadır. Son peygamber Hz. Muhammet (sav), hayatı boyunca erkeğin kadın üzerindeki anlamsız tasallut ve tasarrufuyla da mücadele etmiş, kadını mağdur eden aşırılıkların törpülenmesine gayret etmiştir.
İslam Allah´ın yarattığı her insana değer vermeyi, haklarını kollamayı, ona zarar verici söylem ve eylemlerden uzak olunmasını ister. Kadının, cahiliye Arap devrindeki hayatına bakıldığında, İslam geldikten sonra kazandığı insani değerler kendiliğinden görülecektir. Kendilerini yaratan Allah´a teslim olmayan insanların oluşturduğu toplumda kadının hiçbir hakkı ve değeri yoktu. Mal, mülk edinme, ilim tahsil etme; evlenirken eş seçimi ve benzeri konularda söz sahibi değildi. Kadın olmak bu toplumda adeta suç gibiydi. Zira kız çocukları diri, diri gömülüyordu.
Hz. Havva annemiz ile başlayan kadının serencamı, o günden bu güne çok değişik badireler atlatarak geldi. Bir elmanın iki yarısı, bir ayakkabının iki eşi, bir kuşun iki kanadı gibi birbirine eş, ama denk olmayan, diğerini tamamlayan, biri olmadan diğeri nakıs kalan, Erkek ve kadın…
İkisi de eşref-i mahluk, ikisi de vahye muhatap olmuş, ikisine de akıl ve irade verilmiş... Lakin, bir bütünün iki yarısından biri olan kadına insanoğlunun doğumu gibi “analık” gibi büyük bir vazife verilmiş, bundan mütevellid kadın, Allah´ın rahmet sıfatının yeryüzünde temayüz etmiş mümessilidir. Bir bütünün iki yarısı olan, erkeğin eksik taraflarını tamamlayan kadın…
Kadın ve erkek… Hangisinin üstün olduğunu tartışmak abesti ama kadim çağlarda kadın erkek çatışması, üstünlük tartışması yaşandığı gibi, modern çağlarda da hala yaşanmakta, bu yüzden yıllardır “Kavvamün” kelimesi üzerine fikir teatileri, muhalif fikirler çatışıp durmakta.
Antik çağlarda kadına hayvan muamelesi yapıldığını, bir bey ölünce karısını evlatlarına miras olarak bırakıldığını okuyoruz. Hatta ölen kralın eşlerinden birini de öldürüp ona hizmet etsin diye aynı mezara gömdüklerini pek çok tarih vesikalarında okumuşuzdur. Hep ikinci sınıf insan muamelesi gören kadın, İslam ile hak ettiği kimliğe, kişiliğe kavuştu. “Tarağın dişleri gibi eşitsiniz” diyen İslam, fizyolojik farklılıkları gözden kaçırmadan, denklikten ziyade adaleti gözeten, iki tarafı mağdur etmeyen bir sistemle bütün çarpıklıkları izale etti. Kadının ayağının altına cenneti verdi. Kadını narin, nazik, nazenin yapısından dolayı “ Kadını hoyratça düzeltemeye kalkmayın kırarsınız o eğe kemiğinden yaratılmıştır, kırılır” diyerek kadının kırılgan ve naif olduğuna dikkat çekti. “Kadın insan mı hayvan mı?” tartışmalarının rağmına İslam: “ona en iyi davrananın en hayırlı insan” olduğunu vurguladı.
Günümüzde hala kadın erkek arasında “erk” çatışması varsa, bu İslam´ın düsturlarının bilinmemesine, bilinse bile, fiiliyata dökme konusunda geleneklerin daha etkin bir şekilde ön plana çıkarılarak, geleneksel dayatmaların yaşanmasından kaynaklanmaktadır.
Kendi rızkını dahi kendisinin kazanma vecibiyetini kadının üzerinden almış, rızık konusunda erkeği onun hizmetine vermiş olan İslam, iki tarafı ezmeden: “Bir ayakkabının iki yarısı gibi eşitsiniz ama aynı/tıpkı değilsiniz” diyerek iki tarafa uygun rol biçmiş, iş bölümü yapmıştır.
Bugün kadınlar göz yaşı döküyorsa, toplumca rol model olarak yanlış, bozuk sistemleri örnek almamızdan, geleneksel bağnazlıkların hayatımızda önemli yer almasından ve erkekle kadının fıtri yapısına muhalif roller biçilmesindendir.
İslam´ın gelmesiyle kadın bu karanlık tablodan kurtulma imkânı buldu. Kadın da erkek gibi evlenirken eş seçme, mal, mülk sahibi olma, ilim tahsil etme, çalışıp üretime katkıda bulunma hakkına sahib oldu. Allah´a iman ederek yararlı davranışlarda bulunup dünya ve ahretini mamur kıldı. Bu hususta Yüce Mevlamız şöyle buyurdular: “Erkek veya kadın kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğramazlar. (Nisa,124.)
Mümin olarak Salih amel işleyen kadın ve erkek Allah´ın indinde aynı durumdadır. Aile yuvasını kuran kadın ve erkek bir elmanın yarısı gibidir. Birlikteliğin huzur ve güven içinde devam etmesi için karşılıklı anlayış, saygı ve sevgiye dayalı yaşantının oluşturulması önem arz etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) efendimiz konuyla ilgili bir hadislerinde şöyle buyurdular. “İman bakımından müminlerin en değerli olanları, ahlaken en güzel olanlarıdır. Sizlerin en hayırlı olanlarınız, kadınlarıyla iyi geçinenlerinizdir.” (Ebu Davut, sünnet,15)
Sağlıklı toplumların oluşumu, mutlu aile yuvalarının kurulmasına bağlıdır. Toplumun çekirdeğini meydana getiren ailedir. Bundan dolayıdır ki, toplumun bekası için huzurlu ve mutlu ailelerin varlığı o denli önem arz etmektedir. Karşılıklı anlayışın, hoşgörünün temelinde ilim ve ahlak vardır. Peygamberimiz (s.a.v) efendimiz “İlim talebinde bulunmak kadın ve erkek her mümine farzdır” buyurdular. (İbn Mace, mukaddime,17.)
İlim ve kültür yönünden belli bir düzeyde olan kadın ve erkeğin kurduğu yuvalar sıhhatli olduğu kadar uzun ömürlü olur. Zira ilmin, irfanın ve ahlaki değerlerin olduğu yerde saygı ve sevgi vardır. Sorunu konuşarak birlikte çözme vardır. Elem ve kederi birlikte göğüslemek vardır. Günümüzde zaman zaman duyduğumuz veya şahit olduğumuz kadına karşı şiddet, ufak tefek meseleler yüzünden boşanmaların temelinde kültür eksikliği ve ahlaki değerlerin yıprandığı görülmektedir. Her insanın kendisine, topluma ve Allah´a karşı sorumluluğunu bilmesi lazım gelir. Sorumluluk sahibi olan kişi, rastgele davranış sergileyemez. Yaptıklarından yaratan tarafından hesaba çekileceğinin bilinci içinde olur. Böyle olunca da olumsuz gördüklerimiz müspet hale dönüş yapar.
Efendimiz veda hutbesinde: “Ey insanlar kadın ve çocuklarınız Allah´ın sizlere verdiği birer emanettir” buyurdular. Emanet, koruyup kollamak ister. Hakkının verilmesi lazım gelir. Öyle ise yuvamızı diri tutan, çocuklarımıza mürebbilik yapan, aile içi huzur ve mutluluğu sağlayan, Allah´ın bizlere emaneti olan kadınlarımıza değer verelim. Haklarını koruyalım. Kendimiz için arzu ettiğimizi onlar için de arzu edelim. Huzur ve mutluluğun kaynağı karşılıklı saygı ve sevgidir.
Unutmayalım ki, Kadın anadır, kadın eştir, kadın yârdır yarendir. Kadın eşrefi mahluk olan insanlığı meydana getiren en kutsi merciidir. Kadın çocuklarının mürebbiyesidir. Kadın aileyi dolayısı ile toplumu ayakta tutan temel direktir.
Yüce Mevla yuvalarımızın dirlik ve bütünlüğünü, toplumun huzuru daim eylesin. Amin.
Bu vesileyle 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü tebrik eder, kadınlarımızın sağlık ve afiyet içerisinde daha mutlu bir hayat yaşamalarını dilerim.