Günümüz modern hayat, sanayileşme ile birlikte makineleşmenin emrine giren insanoğlu köyünü terk edip şehirlere sıkışınca kentleşmeye maruz kaldı ve tüm yaşamsal fonksiyonlarımızı, hayat damarlarımızı bir  bir elimizden alıp yok etti. Bunu da umarsızca ve acımasızca yapıyor. Geçen gün yolum bir vesileyle İstanbul´a düştü. İstanbul 15-20 sene öncesine göre belki daha düzenli ve tertipli bir şehir olmuş fakat can damarları olan yeşili ve gökyüzünü kentleşme ile birlikte alıp götürmüş. Gökdelenleri, yüksek binaları gökyüzümüzü, kentleşme ile birlikte artan otomobillerin gereksinimi ile yapılan yollar yeşilimizi çalmış. Tabi bu hastalık tüm kentlerimize bulaşmış durumda.

20 yıl önce de böyleydi fakat bu konuda çok daha eski, 100 yıl öncesi İstanbul´un hakkını yememek lazım. Siyah beyaz fotolardan görüp müşahade ettiğimiz İstanbul tam da yaşanılabilir bir şehir, huzur ve dinginliğiyle yaşayan, nefes alan bir şehirmiş.

Necip Fazıl o “Canım İstanbul” şiirinde ne güzel tarif etmiş oysa;

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih´ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
 
Ahmet Hamdi´nin “Beş Şehir”ini okumadıysanız okumalısınız. Benzeri bir çok şiir ve edebi eser mevcut İstanbul hakkında..  Ahmet Hamdi´nin Beş Şehir´i yanında Huzur´u... Philip Mansel´in Konstantiniyye´si... Orhan Pamuk´un İstanbul´u... Jim Hicks´in The Book Of İstanbul´u... Yaşar Kemal´in Kuşlar da Gitti´si... Necip Fazıl´ın, Yahya Kemal´in, Ahmet Rasim´in şiirleri, Refik Halit Karay´ın yazıları, Ahmet Vefik Paşa, Ebuzziya Tevfik, Musahipzade Celal, Rauf Yekta, Rıza Tevfik, Reşat Ekrem Koçu gibi adamların İstanbul hakkında yazdıklarını okuyarak İstanbul için nasıl güzellemeler yaptıklarını görmelisiniz. Yaşayamıyor olsanızda hissedersiniz en azından.

Sait Faik´in hikayelerindeki İstanbul, Orhan Veli´nin şiirindeki İstanbul, Peyami Safa, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hamdi Tanpınar romanlarında ki İstanbul seni o zamanlar hiç görmesekte özlem ile ve hasret ile tahayyül ediyoruz.

İstanbul´un, çok değil, 50 yıl öncesine kadar bir bağlar bahçeler, bostanlar şehri, bir yeryüzü cenneti olduğunu biliyor muydunuz.? Çelik Gülersoy, ağaç ve çiçek adları taşıyan semt, mahalle ve sokakların listesini yapmış “İstanbul Estetiği” kitabında.. İşte o isimlerden bazıları; Ağaçlı Bostan Sokağı, Bağ Çıkmazı, Bağlar Sokağı, Bağlar Çıkmazı, Bağlar Başı, Bağlı Bahçe Sokağı, Bahçe Çıkmazı, Bahçecik Sokağı, Bahçeli Çeşme Çıkmazı, Bahçeler Önü Sokağı, Bostan Sokağı, Bostancıbaşı Sokağı, Bostaniçi Sokağı, Cevizli Bahçe Sokağı, Çiçek Bağı Sokağı, Çiçekli Bostan Sokağı, Dutlu Bahçe Sokağı, Eski Bahçe Sokağı, Fenerli bahçe Sokağı, Fıstıklı Bahçe Sokağı, Gülbahçe Sokağı, Güllü Bahçe Sokağı vb.

Kısacası, Ertuğrul Gazi´nin vasiyeti harfiyyen yerine getirilmiş, İstanbul açılıp gülzâr yapılmış..

Keşke bir zaman makinesi yapılsada 80-90 sene evveline gidip İstanbul´u katleden yöneticilere engel olabilsek. Aman ! desek, damarlarımızı kesmeyin, nefesimizi kesmeyin. Dünyanın gözde şehrini kent´e çevirmeyin.

Lütfi Bergen piyasaya yeni çıkan “Şehir Sünnettir” kitabında, “Müslümanlar, milyonluk konutlarında çiçek yetiştirmeyi seçmekle “kıyamet kopsa dahi elinizdeki fidanı dikin” emrine ters düştüler. Asfalt ve beton kabardı, fidanlar elde kuruyakaldı.” der. Şimdi söyleyin. Haksız mı!?