Tevhit Nedir? Tevhit, Allah´ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olarak kabul etmektir. Ancak İslamiyet´teki tevhit anlayışı, imanın altı şartının bir özeti olarak görüldüğü için, Hz. Muhammed (s.a.v.)´in son peygamber olma inancıyla birlikte mütalaa edilir. Bilindiği gibi kelime-i tevhit şöyledir: “la ilahe illallah Muhammedun Resulullah. (Allah´tan başka tanrı yoktur, Hz. Muhammed, Allah´ın resulüdür.)” Kelime-i şehadet imanın altı şartının özetidir. Kelime-i Tevhid, Kelime-i şehadetin özetidir. Lailaheillallah ise, kelime-i tevhidin özetidir. İman Etmek İle Kelime-i Şehadet Getirmek Arasında Ne Fark Vardır? Kelime-i şehadette imanın ilk şartı olan Allah´a iman ile imanın dördüncü şartı olan peygamberlere imanın son halkası olan Hz. Muhammed (s.a.v.)´e iman bulunmaktadır. Bunlar imanın şartlarının özetidir. İmanın şartları, “Amentü (ben iman ettim), diye; kelime-i şehadet ise, “Eşhedü (tanıklık ederim), diye başlar. İnsan kalbiyle iman eder, kalbiyle iman ettiği şeyleri ise diliyle ikrar eder (söyler). İman ettiğini diliyle söylemek, Müslüman olmanın şartlarındandır. İslam´ın beş şartı da davranışlardan oluşur. Kişi, iman ettiğini söyleyip, mü´min olduğunu insanlara duyurmak suretiyle ortaya bir davranış koymuş olur. Kişi, inanarak mü´min olur; inandığını söyleyerek ise, Müslümanlığın şartlarında birincisini yerine getirmiş olur. Peki, buna niçin ihtiyaç vardır? Müslüman Sayılmak İçin, Neden Başkalarının Duyacağı Şekilde Kelime-i Şehadet Getirmek Gerekir? Buna, kulun öteki Müslümanlar arasında, Müslüman muamelesi görmesi için ihtiyaç vardır. Müslüman olan kişinin öldükten sonra da mü´mi muamelesi görüp cenaze namazının kılınması ve Müslüman mezarlığına gömülmesi için de buna ihtiyaç vardır. Kelime-i Şehadet´in Eşhedü (Tanıklık Ederim) Diye Başlamasının Sebebi Nedir? İnanılan şeylerin (mefhumların) özellikleri, görülmemeleri (gayb olmaları)dır. Allah da, mü´minleri bu özellikleriyle anlatır: “(Onlar) gabya iman ederler…”(2. Bakara–3) Buradaki “gabya iman”, iman esaslarını ifade etmektedir.(DİB Türkçe Meal ve Tefsir) Gayb ise, imanın şartlarının ortak özelliğidir. Kelime-i şehadette zikredilen iman esaslarının, gayb olma yönleri şöyledir: 1. Allah´ın kudretini ve bazı sıfatlarını yarattığı şeylerde müşahede ederiz; ancak zatını göremeyiz. Hz. Musa´nın da istemesine rağmen Allah´ı göremediğini 2. Hz. Muhammed (s.a.v.) ile diğer peygamberler yaşadıkları dönemde görülmüşlerdir; ancak onlara, Allah tarafından peygamberlik görevi verildiği kimse tarafından görülmemiştir. İnsanlar, peygamberlere kendilerinin haber vermeleri ve mucize göstermeleri neticesinde inanmışlardır. Gerçekten iman etmiş olmak için, gayb olan iman esaslarına, görmüş gibi inanmamız gerekir. Bunun için kelime-i şehadet, “Eşhedü (tanıklık ederim) diye başlar. Eşhedü (tanıklık ederim) diyen kişinin, imanında hiçbir şüphe yoktur; çünkü görmüş gibi inanmaktadır. Sayısız lütuf ve ikramlara mazhar kılınmasıyla seçkin kılınan insan, nimetlerin sahibine bağlılığını ispat etmekle yükümlü kılınmıştır. Kısa ve öz ifadesiyle kulluk olarak adlandırılan bu yükümlülüğün yerine getirilmesiyle insanlar için öngörülen takva anlayışı ortaya çıkar. “O kitap (Kur´an),... müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar” ilahi fermanı; sahih bir imanın varlığını salih amelin himaye ve gözetiminde sürdürebileceğine; İlahi buyrukların ancak böylesi bir hayat anlayışına sahip olanlara yol gösterici olabileceğine işaret etmektedir. İman esaslarının özünde varlığın görünmeyen ama hissedilen gerçek sahibini tanıma inceliği vardır; Meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve hayır ve şerrin Allah´ın takdiri ile gerçekleşeceğini benimseme ancak Allah´ın birliğine iman etmekle anlam ifade edebilir. Bu nedenle marifetullah yani Allah´ı tanıma iman için şart koşulmuştur. İnsan, imtihan dünyasında iman etmede Allah´tan gelen saygınlığın gereği olarak muhayyer bırakılmış ancak İlahi merhamet gereği ona ısrarla iman etmesi gerektiği telkin edilmiş, bu davete icabet etmesi halinde nimetlerle mükafatlandırılacağı, ilgisiz ve kayıtsız kalması durumunda cehennem ve azabı ile cezalandırılacağı bildirilmiştir. Gönülde Allah´a karşı beslenen huşu yani sevgi ve saygıdan doğan istek ve coşkuyla aklı ve bütün varlığı Allah´a teslim etme fedakarlığı emredilmiştir. Kur´an´da Allah´ın, peygamberinin ve Allah yolunda çalışmanın, dünyalık bütün sevgilerin üstünde olması gerektiği ile ilgili tembihin yapılmış olması da bu sebepledir. Bu konudaki zafiyetin iletişimdeki kopukluğa dolayısıyla gönül bağının zayıflamasına sebep olacağı bilinmelidir. İmanı sevdiren ve inkârı da çirkin gösteren Allah olmakla birlikte akıllarını kullanmayanların bu nimete erişmeleri imkân bulmaz, kötü bir azaba da müstâhak olurlar. İlahi buyruk ve yasaklarına minnet anlayışı ile daha açık bir ifadeyle Allah´ın ihtiyacı varmış anlayışı ile yaklaşmak, her bakımdan bulunması gereken fedakârlık zeminindeki Allah kul ilişkisine zarar verir, belki de onu ortadan kaldırır. İman sözlük manasına uygun olarak Allah´a güvenmeyi ve Hz. Peygamber (sav)´in Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmayı, bunların hak ve doğru olduğunu içtenlikle onaylamayı ve itiraf etmeyi gerektirir. iman esaslarının tamamını ihtiva etmesi cihetiyle Kelime-i tevhidin kısa ve veciz ifadesi de bu içtenliğin ifadesidir. Allah´a iman; Allah´ı birliğinde, yaratmasında, yaşatmasında, rızık vermesinde ve besleyip büyütmesinde yalnız olduğunu, O´ndan başka ibadete layık ilah ve mabut bulunmadığını, bütün kemal sıfatlarla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak olduğunu benimsemeyi gerektirir. Gözle görülemeyen aşkın varlığı, kendine has zati, subuti, selbi, haberi ve fiili sıfatlarıyla tanımak onu gönülden benimsemenin esas koşuludur. Meleklerin, yemeyen içmeyen, erkeklik ve dişilikleri bulunmayan, yorulmayan ve uyumayan, gençlik ve yaşlılıkları olmayan, Allah´a isyân etmeyen, her zaman Allah´a itaat eden ve ondan korkan, latif, nurani ve ruhanî varlıklar oldukları da kabullenilmelidir. Allah Teâlâ ilk insandan beri her topluma, dinin ilkelerini yaşam tarzı halinde insanlara öğretmek için özü, sözü ve davranışları dosdoğru, güvenilir, üstün akıl ve zekaya sahip, günahtan masun bir peygamber ve kitap göndererek dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını göstermiş olduğunu, son ilahi mesaj Kur´an ile gönderilen Hz. Muhammed (sav)´in son peygamber olduğunu beyan eden ilahi ifadelere kulak verilmeli, itaat edilmelidir. Hayat sahnesindeki her zerre tasarrufa karşılık verilecek bir günün varlığına kesin iman, bütün peygamberlerin üzerinde durdukları ortak hususlardandır. Kur´an ve sünnet ahiretteki hesabın dünyadayken kolaylaştırılması ve hesap gününden sonra gerçekleşecek olan ebedi hayatın mutluluğunun kazanılması için telkinlerde bulunur. Meydana gelen her şeyin vuku bulmadan önce Allah´ın ezeli ilminde mevcut olduğuna inanmak bu doğrultuda en iyiyi yapmaya çalışmak hayata şekil veren ve bütün gelecek kaygılarından uzaklaştıran önemli ilkedir. Bütün peygamberlerin yaşam tarzı olarak tebliğ ettikleri iman esaslarına bütün olarak şirke bulaştırmadan, tevhit esası üzerine tereddütsüz ve hayattan ümit kesmeden önce iman edilmesi; teslimiyetin gerçekleşmesinde, bu doğrultuda davranış sergilenebilmesinde ve bunların salih amel olarak değer bulmasında zorunluluk arzeder. Zira tereddüdün varlığı kesin kabule dayanan imanla bağdaşamaz. Hakiki imanın en önemli faydası dünyada huzur ve mutluluk ahirette de eşsiz benzersiz ödüllerdir. Gerçek değeriyle imanın yerleşemediği gönüllerin cezası ise acıklı azaptır. Küfre Düşmenin Sebepleri Nelerdir? Küfre düşmenin tek bir sebebi vardır; o da inkârdır. İmanın şartları bir bütündür, bölünme kabul etmezler. İmanın şartlarından birini veya birinin bir kısmını, sözgelimi bir ayeti inkâr eden kâfir olur. İnkâr, direk olabileceği gibi dolaylı da olur. İlahi bir emri yerinde görmemek ve onu alaya almak da bir çeşit inkârdır. Mesela bir kişi, beş vakit namazı kabul edip, Allah tarafından emredildiğine inandığı halde; Allah´ın böyle bir ibadeti emretmekle hata ettiğini, yerinde bir emir vermediğini söylerse küfre girer. Böyle düşünen kişi, Allah´ın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu inkâr etmiş olur ve küfre girer. Mütevatir hadisleri inkâr eden kişi de, küfre girer. Çünkü mütevatir hadis, sübutu (varlığı) kati (kesin) olan bir delildir. Mütevatir olmayan yani haber-i vahid olan sahih hadisleri inkâr eden kâfir olmaz. Gerçek imanın tadına vararak Allah´a bağlanma özgürlüğünü yakalayan bahtiyar kullardan olmamız ve dualarda buluşmamız dileğiyle... |