Günümüzde insanoğlunun birçok ruhî rahatsızlıkları olsa da bunlardan en önemli ve tehlikeli olanlarından biri kibir’dir. Ancak kibir, sadece modernizmin ve küçük bir köy haline gelen günümüz dünyasının sunduğu imkânlarla ortaya çıkan bir hastalık değildir. Mevcudiyeti ezelî olan kibir, aynı zamanda Şeytanî bir hastalıktır.
Konuyu biraz daha açarak izah etmeye çalışalım. Rabb’imiz Kur’ân-ı Kerim’de daha önce kendi cinsinden başka bir varlık yokken Hz. Âdem’i topraktan yarattığını ve ona ruh vererek canlı bir insan haline getirdiğini açık olarak anlatır. Bakara suresinin 30. ayet-i kerimesinde şöyle buyruluyor: “Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.” Âl-i İmran suresi 59. Ayeti kerimede de “Doğrusu Allah katında İsa'nın (yaratılışındaki) durumu, Âdem'in durumu gibidir; onu topraktan yarattı, sonra ona "ol!" dedi, o da oluverdi.”
Bu ayet-i kerimeler Hz. Âdem’in (topraktan) yaradılışını açıkça ortaya koymaktadır, ancak buraya kadar olan bölümde kibre dair bir veri henüz yok. Devam edelim ve kibrin ilk numunesini görelim.
Yine Bakara suresinin 34. ayet-i kerimesinde Rabb’imiz şöyle buyuruyor: “Ve o zaman meleklere: “ ’Âdem'e secde edin!’ dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.”
Kibir denince akla ilk gelen ve Rabb’inin secde emrine karşı çıkarak isyan eden, bu sebeple de Allahü teâlânın rahmetinden uzaklaştırılan İblis’i bu kadar kibirli olmaya sevk eden neydi acaba? Kanaatimce iki sebeple İblis kibre kapıldı: Birincisi Hz. Âdem’in topraktan, İblis’in ise ateşten yaratılmış olması, ikincisi de İblis’in ilim bakımından onların hocası olacak kadar meleklerden üstün olması. Yaradılışını ve ilmini herkesten üstün gören İblis, bu sebeplerle secde emrine karşı çıkmış ve Allahü teâlâ tarafından yerilmiş, sonuç olarak da huzurdan kovulmuştur. Velhasılıkelam ırkı, soyu, ailesi, sülalesi ile veya ilmi ve bu yoldaki dereceleri ile kibirlenen insanoğlu, topraktan yaratıldığını unutmamalı, tevazu sahibi olmalı, İblis’in akıbetinden ders almalı yoksa aynı akıbetin onu beklediğini unutmamalıdır. Ayrıca, insanın ham maddesi topraktır ama fazla sulandı mı çamurlaşır, diyen Mevlana'nın dikkat çektiği başka bir hikmetini de aklından çıkarmamalı ve tertemiz bir eşref-i mahlûkat mertebesine ulaştıracak amellere sımsıkı sarılmalıdır.
İnsana kibirli bir hal verebilen diğer bir durum da makam ve rütbe sahibi olmaktır. Tarihte bu türden kişilere çokça rastlansa da Mısır’da hükümranlık süren Firavun, makamı sebebiyle kibirlenenlere en güzel örneklerdendir. Kaldı ki “Firavun” kelimesi de “kibir ve gurur” anlamlarını taşır. Hatta kibirlenen, zulüm yapan kişi için "tefer'ane'r racûlü" denir ki bu da "adam Firavunlaştı" anlamına gelir.
Firavun’un hizmetkârı Hâman da rütbesi ile övünenlerdendir. Rabb’imiz, Firavun ve Hâman’ın kibrinin nereye vardığını bizlere yine Kur’ân-ı Kerim’de (Kasas/38) bildiriyor: “Firavun: ‘Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâman, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki, Musa'nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir.’ dedi.” Açıkça görülüyor ki kibir, insanı ilahlık iddiasına kadar götürebiliyor. Ölüm anı geldiğinde her şey Firavun’un imanında olduğu gibi değişecektir; ancak bu değişim fayda vermeyecektir. Boğulmak üzere iken, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım” demesi onu kurtaramamıştır. O halde çok geç olmadan toparlanmalı insanoğlu ve kibre dair alâmet, söz ve davranışlardan bir an önce kurtulmalı.
Kibirlenme deyince akla gelen önemli isimlerden biri yine Firavun döneminde yaşayan Karun’dur. Karun’u kibre götüren sebepse sahip olduğu büyük hazineleri, zenginliğidir. Ne kadar büyük bir zenginlik ve kibir sahibi olduğunu yine Kur’ân-ı Kerim’den (Kasas/38) öğrenelim: “Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: "Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez."
Malı ile mağrur olarak haddini aşan ve Cenâb-ı Hakk’ın zekât emrini dinlemediğinden Hz. Musa’nın (a.s.) duasından sonra malı ile yere batmış olan bir dünya zenginidir Karun. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanını kendine mâl ederek nankörlük ve enâniyetinden dolayı onu bugün bu fena sıfatlarla anıyoruz. “Mülk Allah’ındır.” hükmünü hiç kimse unutmamalı ki sonu böyle ibretlik olmasın.
İnsanda enâniyet oluşturan sebeplerden birisi de kişinin soyluluk iddiası ile kendini diğer insanlardan üstün görmesidir. Bu türden enâniyete en çarpıcı örneklerden biri Ebu Leheb’dir. Asıl adı Abduluzza olsa da sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) amcası olmasına rağmen onun nurundan yüz çevirmesi, hanımı ve çocuklarıyla yollarına pislik ve dikenler atarak ona eziyet etmiştir. Bu yaptıklarına karşılık olarak da Kur’ân-ı Kerim’de Tebbet suresiyle lânetlenerek alev babası anlamına gelen “Ebu Leheb” olarak anılmıştır.
“1-Ebu Leheb'in elleri kurusun (yok olsun o), zaten yok oldu ya. 2-Ne malı ne de kazandığı onu kurtaramadı. 3-(O), alevli bir ateşe girecektir. 4-Karısı da odun hamalı olarak (onunla beraber girecektir). 5-Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.”
Mealini verdiğim Tebbet sûresi, Kur’ân-ı Kerim’in mucizelerinden birini de taşır. Şöyle ki Ebu Leheb, bu surenin inzal oluşundan yıllar sonra ölmüş olmasına rağmen inkârına devam etti, yalandan da olsa ben iman ettim, deyip Kur’ân-ı Kerim’in bir suresini geçersiz kılamadı. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Son sözü on altıncı yüzyılın büyük bir âlimi olmasına rağmen topraktan geldiğini unutmayan, Fuzûlî mahlasını kullanacak kadar tevâzu ve fazilet sahibi olan, ehl-i beyt ve Resulullah (s.a.v.) aşığı şaire bırakalım:
Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su //FUZÛLÎ
(Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun ellerine değsin de o mübarek elleri öpmüş olayım.)