Kur’an-ı Kerim’in en önemli mesajının /hedefinin “şirksiz” bir Allah inancı olduğunu önceki yazılarımızda işlemiştik. Yüce Rabbimiz bizden kendisine “şirksiz” iman ettikten sonra “şeksiz,” yani şüphesiz olarak da ahirete, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmamızı ister. Allah’a şirksiz iman imanın başı ise, “ahirete şeksiz iman”da onun kalbidir.

Kur’an-ı Kerim’in en önemli mesajının /hedefinin “şirksiz” bir Allah inancı olduğunu önceki yazılarımızda işlemiştik. Yüce Rabbimiz bizden kendisine “şirksiz” iman ettikten sonra “şeksiz,” yani şüphesiz olarak da ahirete, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmamızı ister. Allah’a şirksiz iman imanın başı ise, “ahirete şeksiz iman”da onun kalbidir.
Kur’an-ı Kerim’de en tafsilatlı bir biçim de anlatılan konulardan birisi de  “ahirete iman” meselesidir. Kur’an’da  AHİRET “el’Ahiretü” kelimesi tam 115 defa geçmektedir. Bu da konunun önemini anlatması bakımından mühim bir delildir.
Ahirete iman, diğer ilahi dinlerde de vardır. Bugün elde mevcut semavi dinlere ait kitapların orjinallerinde ve tahrif edilmiş olanlarında da ahiret inancına yer verildiği görülmektedir. Mümin suresinin 39. ayetinde Hz. Musa’ya inanan bir mümin kişinin Firavn toplumuna şöyle dediği anlatılmaktadır… “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bile eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak bir yurttur..” Başka surelerde başka ayetlerde vardır. Hz. Nuh, İbrahim, Yusuf, Süleyman, İsa gibi peygamberlerin kendi ümmetlerine ahiret inancını telkin ettiklerine dair bir çok ayet vardır.
Kur’an-ı Kerim’de  Hz. Yusuf ve Süleyman’ın (as) dualarında; “Sen bizim ahirette dostumuzsun, bizi (ahirette) salihler zümresine kat..” diye dua ettikleri bildirilmektedir. Yusuf 101)
Ancak konu hiç bir zaman Kur’an-ı Kerim’deki kadar açık ve tafsilatlı değildir. Esasen geçmiş ilahi metinlerde  de “Ahiret” inancının olması normaldir. Zira bütün peygamberlere  gelen ilahi vahyin kaynağı birdir. Eğer o kitaplar tahrife uğramamış olsalardı konunun bütünlüğü ve birbirine benzeyen yönleri daha çok olacaktır. (D.İ.A.1/544)
Kur’an’ın ahiret inancına bu kadar önem vermesi, sorumluluk duygusunun pekiştirmek ve insan oğlunun tamamen dünyaya dalarak, büyük bir hırsla dünya malı biriktirip çevresine karşı saygısız zalim ve bencil  olmaması gerektiğinin önemini vurgulamaktır. Paylaşmak, senin var benim yok kavgalarının önüne geçmenin en büyük ilacıdır. Eğer insan ahirete, oradaki hesap’a çekilme, sorgulanma, mükafat ve cezaya inanmazsa onun vahşi duyguları ona hakim olur. Elindeki her şeyin sahip ve maliki kendisi olduğunu düşünerek  “ceberut” zalim ve bencil bir yaratık olur.
Hud suresi ayet 18-19 da Yüce Rabbimiz; “İyi bilin ki, Allah’ın laneti, kişileri Allah yolundan döndüren onu eğri göstermek isteyen ve ahireti inkar eden zalimlerin tepesindedir” buyurmaktadır. Dünya malının ve evlat çokluğu ile övünmenin boş şeyler olduğu, esas ve ebedi olanın ahiret hayatı olduğu bir çok ayette bize bildirilir. Çok zengin olup debdebe içinde yaşayan, büyük bir kibir ve gururla gezen bir insanın ölümü etrafındakilere her şeyin geçici ve fani olduğunu anlatması bakımından ne büyük bir derstir. Onun içi Hz.Ömer (ra) yüzüğüne “Kefakel mevtü vaızan ya Ömer nasihat olarak ölüm sana yete ya Ömer” yazdırmış olduğu rivayet edilir.
İnsan oğlunun mal ve zenginlikle övünmesi fıtratında vardır. Onun için yüce Rabbimiz kulunda sahip olduğu zenginliklerinin kendisine ait olduğunu, geçici dünya malına gereğinden fazla bel bağlamasını ve o malı da helalden kazanmasını sürekli öğütler.
Kehf suresi ayet 46’da “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür, ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit başlamaya daha layıktır..” buyrulmaktadır.
İnsanlardan bazısı Allah’a ve ahirete inanmadığı halde inandığını söyleyerek Allah’a ve inananları kandırmak ister. Halbuki onlar kendilerini kandırmışlardır. (bakara 8-0) (devam edecek)