Cenab-ı Hak´ka şükürler olsun ki, bizleri mübarek Ramazana, kulluk borcunu en iyi şekilde göstereceğimiz oruca ve şükrümüzü ifade eden taravih namazına kavuşmuş bulunuyoruz. Mevlâmız, bu mukaddes değerler uğruna bizleri kendine layık kul, habibi Muhammed Mustafa (sav)´ya layık ümmet eylesin.

İnsan ömrü, vaktini değerlendiremeyen insan için kısa, değerlendirebilen insanlar için ise yeterlidir. İşte ömrümüzün yaprakları arasında parlayan ve mü´minler için ilâhi ziyafet sayılan Ramazana kavuşmuş bulunuyoruz.

Ramazan, şiddetli ve yakıcı sıcak demektir. Bu ayda günahlar, salih amellerle yakılır. Oruç tutan insanların sıcaktan içlerinin kavrulması, buna karşılık günahların yakılması kastedilmiştir. Allah sevgisine yaklaşmak ve nefsi eğitmek için yapılan ibadet oruçtur. O, insana irade terbiyesi verir. Nefsimize sevdiğimiz şeyleri terk ettirir. Sabır ve metaneti bize öğretir. Bütün insanları eşitlik eğitimine tabi tutar. Fakirliği ve açlığı zenginlere bile öğretir. Kısacası, insanı mükemmelleştirir, olgunlaştırır. Böyle bir ibadetin karşılığını ise, Yüce Rabbimiz, peygamberinin dili ile şu şekilde bildiriyor: “ Oruç benim içindir” yani sadece benim rızamı ve sevgimi kazanmak için tutulur. “onun mükafatını da ancak ben takdir ederim” (Buhari, Savm,2,II; Müslim, Sıyam, 163,I, 807) buyurarak, Allah katında büyük değeri olduğunu hatırlatıyor. Ramazan, ülkemizde bayram sevinci gibi karşılanır. Şair;

            Yürekler bir başka hislenir şimdi,

            Beden değil, ruhlar beslenir şimdi,

            Ezanlar bir başka seslenir şimdi,

Hoş geldin ey! Rahmet ayı Ramazan..

           

                        Bir başka uzanır, yoksula eller,

                        Şefkate râm olur, en katı diller,

                        Yaş değil.. müjdedir, gözdeki seller,

                        Hoş geldin ey! Hayır ayı Ramazan..

Oruç; Farz, Vacip ve Sünnet olmak üzere 3 çeşittir.  Ramazan ayında tutulan oruç, ayet ve hadislerde çokça zikredildiğinden farz´dır. Adanan oruc vacip,  muharremde tutulan gibi, isteyerek tutulan oruçlara da Nafile veya sünnet denilir. Bakara suresinin 183. ayetinde, Cenab-ı Hak, farz olan orucu şu şekilde beyan ediyor: “Ey iman edenler! Allah´a karşı gelmenizden sakınmanız için oruç, sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki, korunursunuz.” (Bakara, 2/183)Bu ayet-i kerime, hicretten 2 yıl sonra nazil olmuştur. Mekke´de nazil olan ayeti kerimeler, genellikle (Ya Eyyühennas.) “Ey insanlar..”diye başlar. Fakat Medine´de nazil olanlar ise, (Ya Eyyühellezine Âmenü.) “Ey iman edenler, Ey mü´minler..” diye başlar. Yani bu ayetin muhatabı, biz mü´minleriz. Ayetteki “sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi” lafzı, Peygamber (sav)´den önceki Peygamberlere ve onların ümmetlerine de orucun farz kılındığına işaret edilmektedir. Yani Hz. İsa (as), Hz. Musa (as) gibi Peygamberler döneminde de orucun tutulduğuna işaret ediliyor. Önceden var olan bu ibadeti sizde devam ettirin. Sevabını da ben takdir edeyim, buyuruluyor.

Oruç, müslüman olan, akıllı olan, büluğ çağındaki müslümanlara farzdır. Ancak, sıhhatli olmak, oruç tutmaya engel olacak bir hastalığın bulunmaması da gerekir. Bundan başka, yolcu olan, misafir olan kimseler oruçlarını tehir edebilirler. Bu Allah´ın kullarına bir ruhsatıdır. ruç bir ibadet olduğundan, tutanların temiz bulunmaları gerekir. Gusül alması gereken kimseler ile adet halindeki hanımlar da oruçlarını temizlendikten sonra tutmalıdırlar.

Her ibadette olduğu gibi, oruca da niyetle başlanır.  Oruca niyet, oruç tutmaya kalben ve bedenen yönelmektir. Yani bir insan, yarınki orucu tutacağım derse, sahura kalkıp oruç maksadıyla karnını doyursa, o kişi, oruca niyetlenmiştir. Dil ile söylemek güzeldir, unutulması önemli değildir. Önemli olan, onun tutmaya kişinin karar vermesidir.

İmsak; tutmak demektir. Yani orucun tutulduğu, devam ettiği müddettir. İftar ise; orucun açıldığı, sona erdiği vakittir. Yani; imsak vaktinden, başka bir ifadeyle fecr-i sadıktan itibaren, iftar vaktine kadar, yeme içme ve nefsani arzulardan sakınmaya oruç diyoruz. Oruç tutan müslüman ise, Allah´ın sevgisini ve hoşnutluğunu kazanabilmek için kötü alışkanlıkları terk ederek, yaşantısını teravih, iftar ve sahurla süsleyecektir.

Oruçlu insanın dikkat etmesi gereken hususları kısaca şöyle özetleyebiliriz. Her ne suretle olursa olsun, vücudun içine giren şeyler, yani yemekler, içecekler yahut burun, kulak vs. diğer azalardan içeri zerk edilen sıvı, su, ilaç gibi maddeler orucu bozar. Ancak ilaç, sadece deriye enjekte edilirse oruç bozulmaz. Bunun haricinde, vücuttan dışarı çıkan şeyler orucu bozmaz. Bunlar da kan, tükürük, idrar ve dışkı gibi şeylerdir. Kısacası; vücudun dışarıya salgıladığı şeyler orucu bozmuyor. Vücuda dışardan gelen şeyler orucu bozuyor.

Orucun bozulmasında kasıt yoksa hata sebebiyle veya unutularak bir şey yiyip içilmişse, oruç bozulmaz. Oruca devam etmek gerekir. Fakat oruç bozulmuşsa duruma göre değişir. Ya kefaret, ya da kazası gerekir. Hastalık, zaruret, yolculuk gibi sebeplerden dolayı oruç bozulmuşsa bir gün kazası gerekir. Fakat başlanmış bir oruç, hiçbir mazeret yok iken, kasten bozulmuşsa ona da kefaret gerekir. Bu da 61 gündür.

Oruç tutan insan, Allah´a ibadet halinde olduğunu unutmamalıdır. Ebu Hureyre (ra)´den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar; “Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisiyle dalaşmak isteyen kimseye iki defa “ben oruçluyum” desin (Buhari, Savm, II, 226; Müslim, Sıyam, 163,I, 807; Ebû Davud, Savm, 25,II, 768) “Ruhum yedi kudretinde olan Cenab-ı Hakka yemin ederim ki, oruçlu ağzın kokusu Allah indinde misk kokusundan daha temizdir.” (Buhari, Savm,2)  Hadisin devamında; “(Allah Tealâ buyurmuştur ki) Oruçlu kimse, benim için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını terk etmiştir.  Oruç doğrudan bana (Allah´a) yapılan (yani riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız ecrini de doğrudan ben veririm.  Halbuki diğer ibadetlerde on misliyle ödenmektedir.”

            Oruçtan maksat, ne perhiz yapmak, ne zayıflama rejimine uymak, ne de vücudumuzu yeme içmekten mahrum bırakmaktır. Şuurlu bir şekilde, nefsin arzularını belirli bir süre Allah´ın emri olduğu için frenlemektir.

            Ramazan, minarelerden 5 vakit okunan ezanın, akşamları atılan iftar toplarının, sahurda vurulan davul seslerinin, iftar ve sahur sofralarındaki lezzetlerin canlandığı saatlerdir. Teravih namazları ise, sanki bir bayram sevinci yaşatır. Manevi duyguların yeşerdiği Ramazan aylarında, insanımız yeniden canlanır. Açlık ve susuzluğa tahammül ederek, güç şartlar altında oruç ibadetinin zevkine varan, camide cemaatle bütünleşen Müslüman, bu aya kavuşmanın sevincini yaşamalı ve bu ayı idrak etmenin kadir kıymetini bilmelidir.

            Ramazanın sosyal hayatımızda tesirleri çoktur. Yapılan istatistikler göstermiştir ki; İşlenen her türlü suçlar Ramazan ayında azalmaktadır. Hırsızlık, yalan şahitlik, rüşvet, içki, kumar gibi, toplum düzeninin sarsan olaylara Ramazan ayında daha az rastlanmaktadır. Dolayısıyla Ramazan hürmetine, toplumun huzuru sağlanmaktadır.

            Diğer taraftan bazı insanlar, Ramazan ayını sıkıntı ve meşakkat ayı göstermeye çalışırlar. Şöyle sözler sarf ederler; “Oruçlu kafayla bu kadar olur. Kafamın tasını attırma. Zaten oruçluyum. Oruç kafama vurdu, bide sen tepemde dolaşma” gibi sözlerle, orucu bahane ederler. Böylesi bir davranış, Cenabı Hak´kın gücüne gideceğinden, hatalı bir davranıştır. Allah ramazan ayını sabır ve sükûnet ayı kılmıştır. Biz onu hiddet ve öfke ayı haline getiremeyiz. Allah onu, nefsin isteklerini azaltmamız için farz kıldı. Biz de sadece yeme içme vakitlerini değiştirmekle kalıyoruz. Oysa oruç, sahurdan, iftara kadar, her türlü taşkınlıktan bizi koruması gereken bir ibadettir. Allah onu, zenginleri terbiye etmek, açlığı zenginlere de hissettirmek, dolayısıyla, fakirlere yardıma teşvik olması için emretti. Biz, sofralarımızı çeşit çeşit yemekler ve içeceklerle donatıp, zenginlerin iftar yemeklerinde boy gösterdiği, yemek fuarları haline dönüştürmeyelim. Halbuki Ramazan ayında aç kalan, susuz kalan insan nimetlerin kadrini anlar. Bu ayda, zengin fakir ayırımı ortadan kalkar. Fakirle beraber zenginde aç kalır. Fakirin katlandığı mahrumiyete zengin olanlarda katlanır.

-------------------------------------------------------------

Ramazana kavuşmak bir nimet değil, onu değerlendirmek bir nimettir. Geçen sene bu aya yetişmiş, fakat bu sene aramızdan ayrılan nice kardeşlerimiz vardır. Cenab-ı Hak; bu ayda cehennem kapılarını kapayıp, cennet kapılarını açacağını bildiriyor. Zekât, sadaka ve fitrelerimizi verip, mukabele, hatimlerle ramazanımızı zenginleştirmeye çalışmalıyız.   

Oruç, bedenin zindeliği ve sağlığı için tam bir altın reçetedir. Özellikle, küçük tansiyonu mutlaka düşürdüğü için, dolaşım sisteminin en iyi sakinleştiricisidir. Sindirim salgı bezleri, bir aylık tatilden sonra, daha randımanlı çalışmaya başlar. Cenâb-ı Hak, nimetlerin en güzelini, ibadet formülü bizlere sunmaktadır. (H.Nurbaki, İmanla Gelen İlim, s.8)

Hz. Peygamberimizin oruçlu ilgili söylediği hadisi şeriflerinden bir kaçını zikredelim; “İftar zamanı dua ediniz” “Yanınızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyi kimseler yesin, melekler üzerinize dualar etsin” “Cennetin REYYAN kapısından sadece oruç tutanlar girecektir” “Oruç mü´minin sabır silahıdır.” “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekatı da oruçtur. Oruç tutun ki, sıhhat bulasınız” “Dilin orucu yalandan korunmak, Gözün orucu haramdan korunmaktır.” “Yalan konuşmayı terk etmeyen kimsenin aç kalmasına Allah´ın ihtiyacı yoktur” buyurulur. Unutmayalım ki;

Mekânı çorak toprak, Yastığı kara taş da olsa,

Oruçlunun uyku yeri, Cennet bahçesi olacaktır.

 

Müslüman sürekli olarak, vakit bilinci ile yaşamalıdır. Bu vakitlerin iyi değerlendirilmesi gerekir. İşte On bir ayın sultanı Ramazan geldi. Müslüman, gecenin bir vaktinde en tatlı uykusundan uyanacak, kurulmuş sahur sofrasına oturacak, akşama kadar aç duracak, geceleyin istediği kadar yerken, gündüz hiçbir şey yemeyecek, tek lokma dahi almayacak, bir yudum su bile içmeyecek. Fakat öyle bir vakit gelecek ki, iftar vakti gelmiş, sofra kurulmuş, Allah´ın verdiği güzelim nimetler, yapılan nefis yemekler ortada duruyor. Buram buram kokuyor. Dede, nine, anne, baba, çocuklar ve torunlar bekliyor. Mideler bomboş kalmış, acıkmanın ve susamanın son haddine varılmış, ama herkes bekliyor. Bir vakit bilinci var, sofra başındakilerde. Bir komut, bir emir bekleniyor. İzin çıkması lazım. Güneş batıp, akşam vakti girmeli. Müezzin minareyi ışıklandırıp, Allahüekber demeli veya iftar topu atılmalı, işte o zaman her şey serbest. Allah´ın bütün nimetleri emrinde. O, ne lezzet, o ne iştah, o ne güzellik.. Arkasından teravih, sonra yeniden sahur.. İşte Ramazan böyle manevi zenginliklerle dopdolu bir ay.

Oruc´un farz olduğuna dair, ilk ayet nazil olunca, ilk ramazan ayında Müslümanlar oruçlarını henüz yarı etmişlerdi ki Bedir savaşı başladı. Bütün müşrikler oruçlu Müslümanların üzerlerine saldırdılar. Onların aç ve susuzluktan bitkin olacaklarını düşünerek, bu savaşı rahat kazanacaklarını zannediyorlardı. Fakat orucun sırrı ile yıkanmış gönülleri, mana nuru ile dolu bir avuç İslâm askerlerinin dizi dibinde, müşrik ordusu top yekün eriyiverdi. Böylece orucun manevi tesiri görülmüş, yenilmez gibi görünen müşrik ordusu perişan olmuştu.

Bir ay sahura kalkmak, bir ay Allah için oruç tutmak, iftar etmek, yine bir ay cemaatle teravih kılmak, küçümsenecek bir iş değildir. Yeter ki, bunlar Allah rızasına uygun yapılsın.

Hz. Peygamberimiz; “Ramazanın ilk on günü rahmet, İkinci on günü mağfiret, son on günü ise cehennemden azattır.” buyurur. Bu ay, hayır ayıdır, hayrın karşılığı ise, cennettir. Bu ay yardım ayıdır, sadaka ve zekâtların karşılığı da cennettir.

İftar sofraları özellik arz eder, ağzı dualı insanların Allah´ın rızasını kazanmak için aç kalışları, Cenab-ı Hak tarafından değerlendirilir. O sofralarda şöyle dualar edilir.

 

İftar vakitlerinde sana el açtık,

Gafletin elinden sıyrılıp kaçtık,

Yorgun, argın, aç, susuz dolaştık,

Ya Rab, dualarımızı kabul eyle.

                        Yemekler koksa da hep burcu burcu,

                        Senin rızan için tuttuk biz orucu,

                        Bağışla bizleri, bağışla suçumuzu,

                        Ya Rab, oruçlarımızı kabul eyle.

Hamdolsun verdiğin nimetlere,

Sağlık, sıhhat ve afiyetlere,

Cümlemizi kavuştur hidayetlere,

Ya Rab, dualarımızı kabul eyle.

           

Ramazan ayı, açların doyurulduğu, çıplakların giydirildiği, düşenlerin kaldırıldığı, yoksulların himaye edildiği, dul ve yetimlere kol kanat gerildiği, bir sosyal dayanışma ayıdır..

Oruca sevdalı nice kullar ile,

            Terâvihi özlemiş aşıklar ile,

Gönlü hakka bağlanmış yaşlı gözlerle,

Yolunu bekliyoruz şehr-ü Ramazan.

Sende bağlanır, hep zincirlere şeytan,

Sende felah bulur, hep günahkâr insan,

Her sabah ufukta doğan güneş gibi,

Geliyor rahmet ayı şehr-ü Ramazan.

Çöller gülistan, gönüller yufka oldu,

Camiler taştı, insanlar cömert oldu,

Dilimizi Kur´an´la süsleyen oldu,

Gönüller sultanı sensin, ey Ramazan!

Sen gelince; evlerimiz çok şenlendi,

Sen gelince; soframız bereketlendi,

Sen gelince; fakir-yetim çok sevindi,

Onbir ayın sultanı şehr-ü Ramazan.

                        İftar vakitlerinde açılan eller,

                        Yorgun, bitkin, aç, susuz nice bedenler,

                        O anda kuşatır etrafı melekler,

                        “Kadir gecesini” saklayan Ramazan.

            Namazla güzelleşti şimdi simâlar,

            Dua ve niyazla açıldı semâlar,

            Arşa yükseldi hep salât-ü selâmlar,

            Hep özlüyoruz seni, şehr-ü Ramazan...

 

Büyük camilerin iki minarelerinin arasına ip gerilerek asılan, ışıklı şekil ve yazılara mahya denir. Ramazan ayında ve kandil gecelerinde yapılan bu işlem diğer müslüman ülkelerde olmayan, sadece Türk milletine ait bir uygulama ve kültürel buluştur. Bu mahyalar sanki minarelerimizin elmas gerdanlıklarıdır. Eskiden kandiller ve mumlarla süslenen camilerimiz, şimdi rengârenk avize ve ışıklı ampullerle donatılmış durumdadır. Sıkıntılı ve felaketli günlerde, kurulan bir mahyayı Halide Nusret Zorlutuna anlatıyor; “Mahyalar içinde bir mahya vardır ki, ömrümce unutamam. İstanbul´un mütareke felaketi içinde bunaldığı bir ramazandı. İstiklal savaşı, Anadolu´nun ufkunda bir umut ışığı gibi kâh parlıyor, kâh sönüyordu. Bir gece teravih namazından çıkanlar Beyazıt caminin minareleri arasında bir şaheser beyit gördüler. Yahya Kemal´in Âkifâne bir beyti, karanlık gökte ışık ışık parlıyordu:

 

Tâ ki yükselsin ezanlarla müebbed namın,

Galip et! Çünkü bu son ordusudur İslâm´ın.

Binlerce Müslüman yürek o gece bu duaya hıçkırarak “Amin...” dedi. diyerek anlatır. (Mustafa Bektaşoğlu, Kültürümüzde Mahya ve Mahyacılık, Diyanet Dergisi, Kasım 2002, Sayı:143, s.38) 

 

Zımem (Veresiye) defteri Osmanlılar zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kiyâfet ile, pek çok zengin, hiç tanımadıkları sokaklardaki bakkal, manav dükkânlarına gider, onlardan Zimem Defteri´ni (veresiye defteri) çıkarmalarını isterlerdi.  Baştan, sondan ve ortadan rasgele sahifelerin toplamını yaptırıp, miktarını ödedikten sonra; "Bu borçları silin! Allah kabul etsin!" der, kendilerini tanıtmadan çeker giderlerdi.  Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, borçtan kimi kurtardığını bilmezdi... 

Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan yetmiş kat dahâ sevâp olduğunu bilen zevât, yardımlarını mümkün olduğunca gizliden yapmaya gayret ederdi. Ecdadımız sağ ile verdiğini, sol elinden bile gizler, yaptıkları iyilikleri unutur giderlerdi. 

Hz. Peygamberimizin oruçlulara müjde veren şu hadisini de okuyup, sohbetimizi tamamlayalım; “Kim farziyetine inanarak ve mükafatını Allah´dan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Savm, 7)

Cenab-ı Hakk, bu mübarek ayı hakkımızda hayırlı eylesin. Tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri, hayır ve hasenatları kabul eylesin. Bizleri her türlü felaket ve musibetlerden muhafaza buyursun. Nice Ramazanları sağlık, afiyet ve huzur içerisinde idrak edebilmeyi bizlere bahşeylesin.