Ve geldik yazı dizimizin üçüncü yani son bölümüne…

Bugün, televizyonun zihinlerde yarattığı tahribata değinecek, önümüze sunduğu ürünler hakkında geniş bir analiz yapacağız. Aynı zamanda kurbanın faziletlerinden bahsedeceğiz.

 

Değerli okurlarım. Televizyon denen aygıt, eve düstursuz giren bir misafir.

Hem fiziksel olarak, hem de iletmiş olduğu yayınlar aracılığıyla davetsiz bir misafir.

Türkiye´deki denetleme mekanizması sağlıklı olarak işlemediği için, televizyon programları ekranlarda istediği gibi at koşturuyor.

Haksız mıyım? Önceden defalarca yazdık, çizdik.

Abuk subuk evlilik programları, şarkıcı seçmeleri, manken ayıklamaları, tuhaf aile yarışmaları, sansasyonel diziler, vurdulu kırdılı sahneler, magazinler ve futbol tartışmaları. Sanki tartışılacak futboldan başka spor dalı yok şu memlekette.

Maşallah, çoban salatası gibi her bir şey var.

Ama kültür programları yok. İnsanları geliştirici, eğitici, öğretici, ufkunu açıcı hiçbir şey yok.

Kültür namına en fazla, pazar günlerinin vazgeçilmezi aslan-kaplan belgeselleri var.

İlla kültürel bir şeyler izleyeyim diyorsan, uydu şirketlerine kucak dolusu para bayılmak zorundasın. Çünkü hepsi şifreli… Yalan mı?

 

Çok kolay uyuşturuluyoruz. Mışıl mışıl da uyutuluyoruz. Kanallar bu işi iyi biliyor.

Toplumun bam teline güzel vuruyorlar. Üretilen yapımların onda sekizi mutlaka kendine bir kitle ediniyor. Çünkü geneli ev hanımlarına hitap ediyor. Şöyle bir bakın, hep dedikodu içerikli yayınlar sergileniyor. Ev kadınlarının kısır günlerinde konuştuğu şüphesiz beş konudan birisi; ayyy sen falanca diziyi izliyor musun? Ya da, dün akşamki yarışmanın birincisi kim oldu? Tüm meseleleri Tülin´le Caner…

 

Uyutuluyor, uyuşturuluyoruz dedik.

Bunların yanına bir de, çok çabuk unutuyoruz´u da eklemek gerek.

Tüketip, ivedi atıyoruz. Peçete gibi kullan-at yapıyoruz.

On beş yıl önce Biri Bizi Gözetliyor programı vardı. Hatırlarsınız.

Peki, yarışmacılarını hatırlar mısınız? Veya kaç tanesini hatırlarsınız?

Bunun yanında Popstar Türkiye vardı, yaklaşık on yıl önce.

Bırakın yarışmacıları, jüriyi bile hatırlamıyoruz, jüriyi!

Hiç de haksız sayılmam! Birincisi kim olmuştu? Firdevs mi, Abidin mi?

Hadi cevap ver!

 

Cevabınız ne olursa olsun, şu iyi bilinmelidir ki, son yirmi üç yıldır biz, yoğun şekilde televizyon kültürüyle yetiştiriliyoruz.

O soğuk, o donuk, o sorulara cevap vermeyen aptal kutusuna bakıyoruz 7/24.

Sabah çocuk, çizgi filmlerle iştigal oluyor. Öğlene doğru anne, kadın programlarına yapışıyor, akşama doğru baba geliyor işten, ya futbol tartışma programlarına ya da entrika dolu yobaz dizilere kilitleniveriyor.

Eeee?

Nerde kaldı aile içi iletişim? Sohbetler? Şefkat gösterileri?

Hiçbir şey yok!

Tamamen duygularını yitirmiş, televizyona sap olmuş bir aile modeli gelişmiş.

Şöyle başını kaldırıp, “n´oluyo bize yaaa?” diyiverecek kaçımız varız?

 

İşte bayramlar, bugünler için var aslında. Bizi televizyon dümeninden kurtarmak için…

Ramazan bayramında da yazmıştım. Yine hatırlatmakta beis görmüyorum.

Bayramlar, Müslümanlar arasındaki iletişimi, hele hele ki akrabalar, aileler arasındaki hoşgörü bağını, muhabbet ağını sağlamlaştırmak için vardır.

Ve hele hele ki, kurbanın fazileti daha da büyük…

Allah´ın bahşettiği rızkı, Müslümanlar arasında pay etmek için vardır.

Yani paylaşıyorsun. Aradaki sıcaklığı, merhameti artırıyorsun.

İmkânı olmayan Türk ailelerin de, Kürt ailelerin de, Suriyeli ailelerin de karnı doyuyor. Aradaki iman bağını artırıyor, sosyalleşiyorsun yahu.

Var mı ötesi?

Bunları sana televizyon öğretebilir miydi?

Ancak ve ancak, Allah´ın dini öğretebilirdi.

Kıymetini bilmeli, sahip çıkmalı. Alık alık, televizyon programlarına mahkûm olmamalı.

Diyor ve Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum.

Allah şimdiden bağışlarınızı kabul etsin.