Halbuki samimiyet, özü ve sözü bir olmaktır. Sadeliktir, duruluktur, desinlerden öte bir tavır ve davranış sergilemektir. Dost olmaktır, birlik olmaktır, ahde vefaya bağlı kalmaktır, kalbin onayladığını dilin dışarıya aktarması ve davranış halini almasıdır. Samimiyet kötü ve makbul olmayan şeyleri tavsiye etmek ve tasvip edilmeyen şeyleri terk etmektir. Samimiyet tek kelime ile birçok şeyi ifade eder ve samimiyet ile sıralanır bir bir diğer meziyetler; Doğruluk, ahde vefa, sabır, sadakat, dürüstlük, bağlılık ve paylaşmak gibi… Bizler bu dünyada imtihandayız ve hepimiz bu imtihanda samimiyet testine tabi tutulmaktayız. Mü’minler olarak yaşadığımız samimiyet testi’nde kendimizle ilgili sonuçları sağlıklı değerlendirmek ve okumak durumundayız. Hesap gününden önce kendimizi hesaba çekelim ve kendi samimiyetimizi şu sorularla bir test edelim: İçimizle dışımız, söylediklerimizle eylemlerimiz uyuşuyor mu? En yakınımızdakilere duygularımızı, fikirlerimizi anlatırken gerçekten samimi miyiz? Veya ne kadar samimi miyiz? Veya onlar bize karşı ne kadar samimi acaba? Kendi anlattıklarımıza, fikirlerimize, söylediklerimize kendimiz ne kadar uyuyoruz? Yani kendimizle ne kadar barışıkız, ve kendimize karşı ne kadar samimi miyiz? Kardeşlik hukukunda, akrabalık ilişkilerinde, arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerinde, aile içi ilişkilerde ve ibadetlerde ne kadar samimi miyiz? Yoksa söylediklerimiz sadece laftan ibaret mi kalıyor? Aynı bedende bile farklı kanaatler, farklı kişilikler mi taşıyoruz? Belki de hayatımızı olumsuz yönde etkileyen aksaklıklar hep samimiyetsizlikten kaynaklanan sonuçlardır. Öyle ki kötü bir işte bile samimi olan kimseler bu samimiyetinden dolayı bir sonuç elde edebilmektedirler. Samimiyet bu noktada görüldüğü gibi bir işe inanmaktır, azimdir ve karalılıktır. Evet samimiyet; işini ciddiye almaktır. Meslek şuurudur. Verimlilik saade-tidir. Gizli şirkten, alkış delisi olmaktan uzak durmak- tır. Hakk’ın hatırını halkın hatırına tercih etmektir. Sahtelikten ve sun’ilikten kurtulmaktır. Samimiyet, kulluktaki değer ölçüsü ve davranışların kıymetini belirleyen mihenk taşıdır. Samimiyet aynı zamanda tutarlı olmaktır. Kişinin kendisine, çevresine, inanç ve düşünce dünyasına karşı tutarlı olmasıdır. İnsanın değeri samimiyet ve içtenliği ile doğru orantılıdır. Yapmacık olan ve taklitten öte hiçbir anlamı, özü ve ruhu olmayan her türlü davranış, değersiz ve bayağıdır. Bu durum, Cenâb-ı Hakk’ın katında böyle olduğu gibi, sosyal hayatın hemen her safhasında ve insanların nezdinde de böyledir. Halbuki iyi niyetle birlikte bazen küçümsediğimiz davranışlar bile ibadete dönüşür. Nitekim şair Cengiz Numanoğlu bu konuda şöyle seslenir: “Küçük bir tebessüm, içten bir selâm /Dosta hatır soran, bir iki kelâm, Kısaca diyor ki, insana islâm; İhlasla yaptığın, her şey ibadet…” Samimiyetsiz olan bütün gayretler boşunadır ve gayretsiz samimiyetler de yetersizliğe ve başarısızlığa mahkumdur. Bu nedenle amellerin salih olması için niyetlerin de halis olması gerekmektedir. Çünkü bütün davranışlara anlam katan, onları Allah katında değerli kılan niyetlerdir. Niyetler amellerin ruhudur. İnsanın bu ruhu hissetmesi ise ancak kendisine yaklaşmasıyla, içine, özüne ve gönlüne bakmasıyla mümkündür. Kalbin, niyetlerin mahalli olmasından dolayı Resul_i Ekrem (s.a.v); “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.” 6-(Müslim, Birr, 34) buyurarak onun nazargâhı ilahi oluşuna dikkat çekmiştir. Kalbimizde taşıdığımız niyetlere yolculuğumuz kutlu bir göç, bir destan, ihlâs, sadakatin, samimiyetin ve kulluğun ifadesi olabilir. Peki İslâm tarihinde yaşanan hicret olayında; Mekke’den Medine’ye göç eden herkes, acaba hicre-te bu anlamı yüklemiş midir? Rahmân’ın muhacir kullarının gözünde peygamber ibadeti olan hicret, aralarında bir kişi için sadece göç etmekten ibaretti. O, Mekke’den Medine’ye sevdiği bir kadına kavuşmak ve onunla evlenebilmek için göç etmişti. İlk Müslümanlardan ve ilk muhacirlerden olan Ümmü Kays b. Mihsan, Medine’ye hicret edince, onunla evlenmek amacı taşıyan bir sahabi de onun ardından Medine’ye gitmişti. (İbnü’l- Esir, Üsdü’-ğa-be,VII,368) Hicretin gayesi Ümmmü Kays olduğundan bundan böyle ona “Ümmü Kays’ın Muhaciri” denilmişti. (Taberani, el-Mu’cemü’l-kebir,IX,103; İbn Hacer, Fethu’l-bari,I,10) Rivayete göre, bu olay üzerine Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu: “Ameller niyetlere göredir. Herkes niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resulü için hicret ederse, hicreti Al-lah ve Resulü’nedir Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.” 7-(Buhari, Bedü’l-vahy, 1). Çünkü bütün davranışlara anlam katan, onları Allah katında değerli kılan niyetlerdir. Niyetler, amellere açılan kapılardır ve ancak niyet hayır olduğunda akibet hayır olabilir. Niyetlerin temizliği, arınmışlığı ve halis oluşu kadar amellerimiz ihlâslı sayılabilir. Bu yüzden Rabbimiz, ancak samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder. Peygamberimiz (s.a.v) bu konu-da bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Allah sadece kendisinin rızası için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez.” 8-(Nesâi, Cihad, 24). Dini yalnız Allah’a has kıldığımızda: “De ki: Rabbim adaleti emretti, Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” 9-(A’raf, 7/29) Ayetinin ifadesiyle Rabbimize karşı samimi bir kulluk sergilediğimizde sözlerimiz, davranışlarımız ve amellerimiz O’nun katında bir değer arz eder. Niyetlerimizde rızayı Hakk’ı gözetmediğimizde, niyetimizi salih kılamadığımızda ise salih amellerden de söz edilemez. Peygamberimiz (s.a.v), riya ve süm’a (kişinin sahip olmadığı bir meziyeti duyurması, başkalarına işittirmesi) hastalığına bulaşan kimselerin cezasını er yada geç göreceklerini şöyle ifade etmiştir: “Her kim (ibadetlerini gösteriş için) halka işittirirse, Allah o kimseyi (yani niyetini ve gayesi-ni halka) işittirir ve kim riyakârlık ederse, Allah onun riyakârlığının cezasını verir.” 10-(İbn Mace), (et-Tâc, I, 57-59). Bu gibi durumlarda, ruhumuzun miracına sebep olması gereken namazlarımız, bizleri kötülüklerden alıkoyamaz. Oruçlarımız bizim için artık günahlara karşı bir kalkan değildir, sadece açlık ve susuzluktan ibaret kalır. Kurbanlarımız Rabbimizin rızasına vesile olamaz, elimizde kalan sadece onların etleri ve kanları olur.