Bir kimsenin Kelime-i Şehadet getirerek müslüman olması ve kalbine Allah inancının yerleşmesi kolaydır. Ancak mühim olan mesele, ömrün sonuna kadar bu inancın korunabilmesidir. Bu da, fedakârlık ve samimiyet ister. Akıllı Mü’min, Allah yolunda, cennet yolunda ilerlerken, önüne çıkacak olan engelleri, zorluk ve güçlükleri bilir, tedbirini alarak kendini ona göre hazırlar. Şunu kesin olarak bilmekteyiz ki; dünyaya gelen her canlı, sayılı dakikalarını doldurunca ölmektedir. Bütün ilmi buluşlara, teknik gelişmelere ve tıbbi ilerle-melere rağmen, insanlığın bu değişmez kaderinin, yani ölümün çaresi yoktur. Çünkü Yüce Allah (c.c) bu konuda: “..Ecelleri geldiği zaman ise, ne bir an geri kalabilirler, nede öne geçebilirler.” ( Nahl,61) buyurmaktadır. Bu nedenle her yerde karşımıza çıkan mezarlıklar, ölüm ilanları ve musallalarda yatan cansız bedenler hep bunun isbatıdırlar. Ölüm ilânları, bize üzüntü veren ama haber değe-ri olan ilânlardır. Çünkü okuduğumuzda, bir tanıdığımızın veya bir yakın dostumuzun acısı içimize düşer. Bazı insanlar, sabah uyanır uyanmaz gazeteyi karıştı-rırken, ilk önce ölüm ilânlarına bakarlar. İnsana tuhaf gelen bu davranış, gerçekte uygar bir davranış biçimi sayılmalıdır. Bir köyde veya şehirde bir salâ verildi mi, acaba ölen kim? Salâ’nın peşinden, müezzinin yapa- cağı bir cümlelik ilân, “Falanca vefat etmiştir, cenazesi şu vakitte kaldırılacaktır.” Bazı insanların bu anonsları nefes almadan, pür dikkat dinlediği görülmektedir. Belki de o ilân, çok sevdiği bir dostun cena-zesinin ilânı olacaktır. Cenazeye iştirak etmemek ise büyük hatadır. Bugün, genç kuşakta bu duyarlılığı görmek nedense pek mümkün olmuyor. Bu hassasiyet, daha ziyade yaşlı ve olgun kişilerde görülmektedir. Bazı insanlar topluma veya ülkesine öyle hayırlı hizmetler yapmıştır ki, onların bu hizmetleri zamanla unutulur. Öldükleri zaman son kez hatırlanırlar. Dolayısıyla; ölüm ilânı, nefse hoş gelmese de, hayatın gerçeğidir. Küçük bir çocuğun veya bir bebeğin ölümü, anne babayı derinden sarsmakta, hatta bazen günlerce perişan etmektedir. Evlâdını kaybeden bir anne o kadar acılıdır, yüreği o kadar yanıktır ki, onu teselli etmek, acısını paylaşmak kardeşlik görevlerimizdendir; “Bir evlât kaybeden bahtı karayı, dilin merhemiyle sarmak ibadet” sayılmıştır. Fakat bu mesele-ye dinimiz farklı bir boyut getiriyor. Küçük yaşta ölen, minik ve günahsız yavrular, dünyanın kiriyle bedenle-rini kirletmedikleri için, bir kuş gibi uçarak doğruca cennete gideceklerdir. Mahşer gününde anne-babaları şayet günahkar olup, cehenneme gitmiş iseler, o küçük yavrular Allah’a şöyle yalvaracaklardır: “Ey Allah’ım! Anne-babamı cehennemden kurtar, dünyada beni onlara doymadan, onları da bana doyamadan ayırdın. Şimdi onları ateş içinde yanarken görmeye dayanamıyorum, onları affeyle Allah’ım” deyince, kirlenmemiş eller, yalan söylememiş dudaklarla yapılan bu içten yalvarış sebebiyle, umulur ki, Hz.Allah, onları bağışlayacak, böylece o minik yavru-lar ahirette anne-babalarının kurtuluşuna vesile olacaklardır. Ölüme daima hazır bulunmak gerekir. Ebediyet yolcusu olduğumuza göre, ölümün soğuk ve toprağın altında oluşu insanı ürkütmemelidir. Düşünmeliyiz ki; mayamız toprak, gıdalarımız da topraktandır. Topraktan gelip yine ona gitmekteyiz. Mezarlıklar; hakiki hayata kavuşmuş, ana-baba, çoluk-çocuk, hısım-akraba, sevgili-arkadaş adresleriyle doludur. Fazilet müsabakası için geldiğimiz şu dünyayı, rezalet meydanı- na çevirmeden yaşamak lazımdır. Şairin; “İmanla geçen her gece, Gündüz gibi aydın, Bir taze bahar alemi, Her anı hayatın” dediği gibi şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır. Ahiret yolculuğu; Mezar, bir başka dünyanın gi-riş kapısıdır. Ötelerin başlangıcıdır. Burada gözlerimi-zi yumar, orada açarız. Ağlaya ağlaya geldiğimiz dün- yadan, gülerek gidebilmek için yaşamalıyız. Dünya ötesi mekânlarda kimin yanında olmak istiyorsak, burada da onlarla birlikte olmalıyız. Aksi takdirde, yolcu-luk hazin hazin devam eder. Ne gelişimiz geliş, ne gi- dişimiz gidiş olur. Birgün Behlül Dânâ, uzun bir yolculuktan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid’in huzuruna çıkmış. -Bu ne hal, Behlül! Nereden geliyorsun böyle? - Cehennemden geliyorum, ey Harun! -Ne işin vardı cehennemde? -Ateş lâzım oldu da, ateş almaya gitmiştim. -Peki ateş aldın mı? -Hayır alamadım, cehennemin bekçileri ateş vermediler. Onlar, “burada ateş bulunmaz, herkes ateşi dünyadan kendisi getirir”, dediler. Ölümlü bir dünyada Allah’ın misafirleriyiz. Misafir, hane sahibinin isteklerine tabi olur. Mevcut mekânda geçici olduğunu bilir. Ne de olsa, günün birinde, yolcu yoluna koyulacaktır. Öyleyse, asıl mekân gideceğimiz mekândır. Evvelki mekân, bir sonraki mekâna hazırlıktır. Dünya, elimizden her an kayıp, gidebilecek bir oyuncaktır. Nasıl ki, bir insanın otobüse binip giderken, asıl gideceği yeri unutup, yolda şoförün veya muavinin davranışlarına takılıp kalması manasız ise, gerçek yurt olan ahiret yurdunu unutmak da, o dere-ce manasızdır. Ağır hasta olup, yataklarda ölümü bekleyen niceleri vardır. Fakat takdir-i İlâhi, nice ağır hastalar, şifa bulup iyileşirken, o hastaları ziyarete giden sağlam insanlar ölmüştür. Bu örneklere zaman zaman rastlanmaktadır. İnsanoğlunun göğsünün sol tarafında, yumruk büyüklüğünde, hiç durmadan çalışan kalp dediğimiz organın ne zaman duracağını bilemiyoruz. Çünkü onu ancak, oraya takan Cenab-ı Hakk’ın kendisi bilir. Şairin dediği gibi; “Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta? Tabutumun tahtası, Bilsem hangi ağaçta?” Hepimizin baş aktör olarak oynadığı oyun, günün birinde sona erecektir. Yollar eninde sonunda mezara çıkacaktır. Bizden alâmet olarak, sadece iki taş ve bir yığın toprak kalacaktır. Neticede, görünen akîbetimiz budur. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de: “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz” ( Ankebut; 57 ) buyurur. Şu veya bu sebepten, zamanı gelince herkes ölecektir. Onun için; “Ölüm geldi cihane, baş ağrısı bahane” denilmiştir. ÖMÜR Cıvıl cıvıl sokakta oynaşırken durmadan, Yaş otuza tırmandı çocukluğa doymadan... Geçiverdi gençliğim akan yıldızlar gibi, Siyah saçım ak oldu tepecikte kar gibi. Düşünürken sessizce ihtiyarlık anımı, İrkildim düşündükçe dev gibi günahımı... İnsan için ömür tek perdelik oyunmuş, Deli gönül boş yere hayal kurup avunmuş... Dönüp maziye baktım yakınmış her gelecek, Bizim de bugün-yarın salamız verilecek... Mademki eskimekte her yeni bu dünyada, Sımsıkı sarılmalı bitmeyecek hayata... Ölüm güzel olur mu; Ölüm karşısında, insanlar farklı farklıdır. Kimi ölümden korkar. Hatta ölümden bahsedilmesinden bile hoşlanmaz. Kimi hiç korkmaz. Oysa ölüm, zannedildiği gibi kötü bir şey değildir. Hayat güzel olduğu gibi, ölüm de güzeldir. Merhum Necip Fazıl bir beytinde olayı şöyle özetler: “O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail’e “hoş geldin!” diyebilmekte hüner... Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber, Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber.” Aslında, hayatı da, ölümü de yaratan Allah’tır. Allah’ın yarattığı her şeyde bir güzellik gizlidir. Hayatı da, ölümü de güzelleştiren insanın yararlı ve güzel işleridir. Güzel ve yararlı işimiz yoksa dünyamız da, ahiretimiz de güzel olmaz. O halde, ölümden korkmak yerine, ölüm ve sonrası için hazırlık yapmak gerekir. Akıllı insan, ahiret yolculuğuna hazırlıklı çıkar. İnsan öyle bir hayat sürmeli ki; hayatında herkese iyiliği dokunmalı, öldüğü zaman, da ona herkes üzülmelidir. Bir gün Resulüllah’ın yanından bir cenaze geçiyordu. “Hem kurtuldu, hem de kendisinden kurtulundu” buyurdular. Yanındakiler: “Bu ne demek ya Resulallah?” di-ye sorunca, Efendimiz şöyle buyurdular: “Mü’min kimse ise, dünyanın eza ve meşakkatinden kurtu-larak Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Günahkâr bir kimse ise, dünyada kalanlar, hatta ağaçlar ve hayvanlar dahi ondan kurtulmuştur.” (Muvatta, Cenaiz, 54; Buhari, Rikak,42; Müslim, Cenaiz, 61) Demek ki; dünyamızı yararlı ve güzel işler üzerine tesis etmeliyiz ki, hem dünyada, hem de Allah katında değerimiz olsun. Dünyada elde edinilen ve kazanılan herşey, zamanla eskimeye ve yok olmaya mahkumdur. Ne kadar uzun süreli olursa olsun, zaman içerisinde aşınıp gidecektir. Ama Allah’ın rızasına uygun yaşayıp, Allah için kazanılan bütün payeler ve güzellikler sonsuza kadar, ilelebet devam edecektir.