Kur´ân-ı Azîmüşşan´da huzurunu kaybetmiş, tevhitten uzaklaşmış, vahdeti terk etmiş, barıştan uzaklaşmış toplumlar için kullanılan bir ifade vardır. ‘Ateş dolu çukurların kenarında yaşamak´.Yüce Rabbimiz Allah´ın Kuran´da belirttiği üzere “Hep birlikte Allah´ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın. Allah´ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileriydiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O´nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Al-i İmran, 103) buyuruyor.
Din-i mübini İslam, bütün insanlığı aynı zamanda bu ateş dolu çukurların kenarında yaşamaktan uzaklaştırmak için gelmiştir. Bir ayeti kerime´de Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. ´Ey iman edenler, öncelikle her biriniz mesulsünüz. Her biriniz sorumlusunuz. Mümin birey olarak, her kimse sorumludur. Ama şunu biliniz. Eğer siz doğru yolda olursanız, siz istikamet üzere olursanız dalalette olanlar asla size zarar veremezler.´ Bu ayetin birinci cümlesi Resulü Ekrem´den hemen sonra bazı kimseler tarafından yanlış anlaşıldı. ´Herkes sadece kendisinden sorumludur´ diye yorumlandı. ´Bana değmeyen yılan bin yaşasın´ ifadesine mesnet gösterildi. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir radiyallahu anh bir hutbe irat ederek ´Siz Allah´ın bu ayetini yanlış anlıyorsunuz´. dedi. Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu ayet nazil olduktan sonra şöyle buyurdu. ‘Her kim bir zalime, bir yıkıcıya yardımcı olursa, her kim insanlara zarar veren bir kimseye yardımcı olursa Allah azabı umum gönderir. Vazifesini, sorumluluklarını yerine getirmeyenler o azaptan nasibini alırlar.´
Bizim kadim fıkıh kitaplarımızda şöyle bir örnek üzerinde durulur. Bir insan düşünün. Allah´ın huzurunda kendisinden geçmişçesine kıyama durmuş, gözlerinden yaş akarak namaz kılan bir insan düşünün. Yahut secdeye kapanmış, huşu içerisinde secdede Rabbiyle adeta mülaki olmuşçasına sübhane rabbiyel ala diyen bir abit düşünün. Rükûda belini bükmüş, Rabbinin huzurunda huşu içerisinde duran bir mümin düşünün. Ama aynı zamanda o müminin yanı başında bir başka insanın ateş dolu çukurlara gittiğini düşünün. Yahut gözü görmeyen bir amanın bir kuyuya doğru hareket ettiğini düşünün. Yahut bir çocuğun bir yavrunun emekleyerek ateşe doğru gittiğini düşünün. Eğer bu mümin namazını bozmaz, ateşe doğru giden, kuyuya doğru giden, çukura doğru giden o kardeşini, o insanı eğer bundan kurtarmazsa o mesul olur. Bazı fakihlerimiz ´bu vazifesini yerine getirmeyip namaza devam ederse katil olur´ ifadesini kullanırlar.
Tevhit olmadan vahdetin olması, vahdet olmadan da Tevhit düşüncesinin yeryüzünde hakim olması mümkün değildir. Vahdet Tevhid demektir. Allah´ın ipine sımsıkı sarılanları birlikte harekete geçiren bütünlüğün adı demek olan vahdet Müslümanların parçalanıp bölünmesinin önündeki en önemli engeldir aynı zamanda. Vahdet Kuran´ın bir nimet olduğunu vurgulayanların ortak kavramıdır. Kur´an da ki ilahi bütünlüğü pratikte O´nu ahlak edinmişlerin birlikteliğidir.
Yüce Allah (cc) bu ayette şu noktalara dikkatimizi çekiyor;
- “Allah´ın ipine sımsıkı sarılın”. Allah ile kulları arasında bir bağ olduğunu ve bu bağın bir tarafı Allah´ın elinde diğeri de kulların arasında olan ip (Kur´an, Din ve Resulullah) dır. Kim bu iplere sarılırsa Allah´a ulaşacak kurtuluşa erecektir. Bunlara sımsıkı sarılmamız gerekiyor.
- “Hep birden (topluca) Allah´ın ipine sarılın”. Allah´ın ipine ayrı ayrı, grup grup değil hep birden sarılın. Herkes kendine göre bir kapı açıp, değişik iplere sarılarak ilerlemeye çalışmasın buyuruyor. Hem ipe sarılın, hem de beraber sarılın. Birbirinizin elinden tutarak, yardımlaşarak Hak yolda ilerleyin. Birbirinizle istişare ederek hedefe ilerleyin.
- “Bölük pörçük olmayın”. Tefrikaya düşmekten nehy ediyor. Aranıza fitne ve tefrika, fitne fesat sokmak; sizi bölüp parçalamak isteyen düşmanlar çok olacaktır. Müslümanlar düşmanlarını iyi tanıması gerekir. Kur´an bizlere düşmanı da tanıtıyor. Birisi, dini, Kur´an´ı yok etmek isteyen, sizin hak yolda gitmenizi engelleyen, vahdet birliğinizi bozup sizi tefrikaya düşürmek isteyen kâfir, müşrik, münafık ve emperyalistler olacaktır. Diğeri ise bizimle aynı dine inanan, aynı kitabı kabul eden, aynı kıbleye yönelen, aynı peygamberin ümmeti olduğunu söyleyen amma bizimle anlaşamayan ve aramızda tefrika olan kimseler..
- Birinci gruba ve düşmana karşı; küfre, nifaka ve şirke karşı savaş ve cihad öngörülmüştür. Düşmanı yok edene kadar mücadele edilmesi gerektiğini beyan buyurmuştur. Kur´an da geçen cihad ayetlerin hepsi bu düşmana yöneliktir. Allah´ın dini yeryüzüne hâkim olana kadar bunlara savaşı ön görmektedir.(savaşın şartları oluşunca).
İkinci grupla mücadele ise çok farklıdır. Bu hususta Yüce Allah (cc) çok değişik metod ve yol göstermiştir. Müslüman kardeşlerimizle aradaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeğe davet ediyor. “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” ( Fussilet su.34.)
Aranızdaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeğe çalışın. Bizim ile muhalif olan kişinin dostumuz olmasını istiyorsak, onunla vahdeti sağlamak peşindeysek, onunla savaş ve kavga halinde olmayı, onun aleyhinde çalışmayı, onu yok etmeyi ve kendimize boyun eğdirmeyi terk edip onunla iyi geçinip aradaki kötülük ve düşmanlığı yok etmeğe çalışmamız gerektiğini anlıyoruz. Elbette bu zor bir iştir. Herkesin yapabileceği bir çaba değildir. Kur´an bunu da bize beyan ediyor: “Yarattıklarımızdan daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur.” (A´raf su.181.) Rasulullah sav) şöyle buyurdu: “Ümmetinden bir taife hak üzere galip olarak devam edecektir! Allah´ın emri gelene kadar onlar hak üzerinde hep öyle sebat edeceklerdir. Muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir!” Müslim, 1920/170, Ebu Davud, 4252, Tirmizi, 2230, İbni Mace, 10, Hâkim 4/449, 450, Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/278, 279. , “Ümmetimden bir topluluk Allah´ın emri üzere muzaffer olarak savaşmaya devam edecektir. Onlar bu hal üzere oldukları sürece muhalifleri kıyamete kadar onlara zarar veremeyecektir!” Müslim, 1924/176. (Hayrettin Karaman, Vahdet ve Tefrika)
“Bugün ümmetin ocağına ateş düştü, ümmetin diyarından ateşin yükseldiği bir dönemde kardeşlik ahlak ve hukukumuzu konuşmak, “ümmet olma şuurumuzu” sorgulamak, vahdeti ve kardeşliği yeniden tesis etmeliyiz. Bugün bölgemizde yaşananlara hiçbir mümin vicdanın sessiz kalamayacağını ve kalmaması gerektiği, fitne ve tefrika, sürekli anlaşmazlık ateşinin İslam ümmetini her taraftan kuşattığı günümüzde işgal ve istibdatlardan sonra bugün her türlü şiddet ve cinayeti caiz gösteren, kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek (Kâfir sayarak) ötekileştiren anlayış, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış durumdadır. Sevgili Peygamberimizin mübarek ismini sözde bayraklarına nakşederek din-i mübini İslam´a verdiği zarar, azılı düşmanların verdiği zararları fersah fersah geçmiş bulunmaktadır.”
“Hiçbir strateji Müslüman kanını önlemekten daha değerli değildir. İslam dünyasında barut kokusu yükselirken acımız ortak, derdimiz ortak, dualarımız ortak olmalıdır. Hiçbir siyaset Müslümanların parçalara ayrılarak birbirlerini katletmesini önlemekten daha önemli değildir. Kanın Sünni´si Şiisi olur mu? Kardeşkanına göz yumulur mu? Yetmedi mi bunca akan kan, yetmedi mi bunca işkence ve musibetler. Bu fitneyi söndürmemiz gerekiyor. Akan kan Müslüman kanı, dökülen kan Müslüman kanı olduktan sonra kardeşkanına göz yumulur mu? Hangi akıl, hangi delil, hangi gerekçe bunu haklı gösterebilir? “ Prof. Dr. M. Görmez, 29.Uluslararası Vahdet Konferansı. 2016 İran.
Bölünmeyin parçalanmayın, birbirinizle kavga etmeyin diye Yüce Allah bizleri uyarıyor: “(Ey İman edenler!) Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır”. (Al-i İmran su.3/ 105)
“Allah´a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Enfal su. 8 / 47
Vahdetin olmadığı bir toplumda tefrikanın zarar ve tehlikeleri açıklanıyor. Allah´a ve Resulüne itaat edilmediği takdirde ihtilaf kaçınılmaz olacaktır. Aranızda bir ihtilaf söz konusu oldu mu, birbirinizle “çekişmeyin” buyuruyor. İhtilafı halletme yoluna gidin, önceki ayette belirtildiği gibi kendi aranızda çözün, “ Aranızdaki düşmanlığı ( kötülüğü) en güzel bir muameleyle defedin”. Eğer halledemezseniz, diğer bir ayette belirttiği gibi Allah ve Resulüne müracaat edilmesi emr ediliyor: “Ey İman edenler! Allah´a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulu-l-emre (idarecilere de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah´a ve ahret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah´a ve Resul´e götürün (onların talimatlarına göre halledin) bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” Nisa su. 4 / 59.
Şimdi çevremize bakalım. Dünyamıza bakalım. Dünyamızda nice çocuklarımız, nice gençlerimiz ateş dolu çukurlara doğru gidiyorlar. Nice insanlarımız uçurumlara doğru hareket ediyorlar. Biz huşu içerisinde namazlarımıza devam edebilir miyiz? Yahut bir mümin olarak sorumluluklarımızı yerine getirmeden yerimizde durabilir miyiz? Geçtiğimiz aylarda günlerce ilim merkezi nice şehirlerde, Cizre, bütün dünyaya ilim saçan alimlerin yatağı, alimleri yetiştiren merkez. Nusaybin, nice eserlerin varit olduğu mübarek bir şehir. Diyarbakır dediğimiz zaman, Sur dediğimiz zaman Halid Bin Velid gelir aklımıza, Hazreti Ömer gelir aklımıza, Selahaddin Eyyubiler gelir aklımıza. Bu mübarek mekanlarda, bu şehirlerde eli kalem tutacak nice çocuklar, nice gençler nasıl olurda kendi milletine, kendi annesine, kendi babasına, kendi vatanına çukurlar kazarak, oralara bombalar yerleştirerek o şehirleri tahrip edebilir? Bütün bunlarda her birimizin sorumluluğu yok mudur? Biz her birimiz mümin olarak üzerimize düşen vazifeleri yerine getirebildik mi? Hep birlikte bunun üzerinde düşünmek zorundayız.
"HEP BİRLİKTE BİRBİRİMİZİN YARASINI SARMAK İÇİN SEFERBER OLMALIYIZ"
90 bin camimizde geçtiğimiz haftalarda okuduğumuz hutbelerde ´şimdi yaralarımızı sarma zamanı´ diye seslendik, sesleniyoruz. Milletimiz dünyanın bütün mazlumlarının yaralarını sarmaya koştu. Gazze´ye bombalar yağdı. Sizler yaralarını sarmaya gittiniz. Camilerini tamir etmek üzere bizzat ziyaret etmeye giden Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez, ‘harabeye dönen mabetlerin üzerinde şu levhayı görmüştüm. ´İşgalciler harabeye çevirir, Türkiye gelir imar eder´ bunu gördüğümde gözlerim yaşardı demiştir. Afrika´da açlık ve kıtlık ortaya çıktı. Somali´yi ayağa kaldırmak için bu aziz millet seferber oldu. Afrika´nın en ücra köşesindeki kardeşlerinin yarasını sarmak için koştu. Arakan´da zulme uğrayan kardeşleri oldu onların yaralarını sardı. Haiti´de deprem oldu. İnanç farkı gözetmeksizin oradaki insanların yardımına koştu. Endonezya´da tsunami oldu. Pakistan´da sel felaketi oldu. Aziz milletimiz dünyadaki bütün mağdurların, mazlumların yarasını sarmaya gitti. Şimdi hep birlikte biz bir birimizin yarasını sarmak için seferber olmalıyız.
"ELİ KALEM TUTACAK ÇOCUKLAR NASIL OLUR DA KENDİ VATANINA ÇUKURLAR KAZAR"
Devlet elbette üstüne düşen bütün vazifeleri yerine getirecektir. Ama asıl önemli olan millet olarak bizim birbirimizin yaralarını sarmamız, bizim birbirimize yuva olmamız, birbirimize ev olmamız. Evini kaybedene ev olmak, yuvasını kaybedene yuva olmak, gözünden yaş akan kardeşimizin bizzat elimizle gözünü silmek kadar Allah katında değerli bir şey olamaz. Allah Resulü bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştu. ‘Bir insan, bir mümin kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımcısıdır. Mümin kardeşinin ihtiyacını giderdikçe, Allah da kulunun ihtiyacını giderir.´ Allah´ın rahmetinin yeniden üzerimize yağarak, kalplerimizi birleştirerek, bizi ateş dolu çukurların içerisinden çıkarmasını istiyorsak biz birbirimizin yaralarını sarmalıyız. Terörden mağdur olmuş, evini, yurdunu terk etmiş kardeşlerimize biz hanelerimizi açmalıyız. Biz yardımcı olmalıyız, biz onlara yuva olmalıyız, biz onlara ev olmalıyız. Geleceğimiz için, birliğimiz için, beraberliğimiz için, kardeşliğimiz için bu çok daha önemli. İstanbul´dan, Edirne´den, İzmir´den, Samsun´dan, Anadolu´nun her tarafından bütün kardeşlerimiz bu bölgelere akacaklardır ve kardeşlerinin yaralarını saracaklardır. Dünyanın bütün mazlumlarının yaralarını sarmak için seferber olan milletimiz, millet olarak her birimiz birbirimizin yarasını saracağız. Sohbetimi Cenabı Hakk´ın Kuran-ı Kerim´den bir fermanıyla bitiyorum. ‘Gelin iyilikte ve takvada birbirinize yardım ediniz, beraber ayağa kaldırınız. İyiliği beraber ayağa kaldırın, birbirinize yardım ediniz. Sakın kötülükte birbirinizle yardımlaşmayın. Kötülükte ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. İyilikte ve takvada yardımlaşın.´
Cenabı Hak iyilikte ve takvada yardımlaşanlardan eylesin. Birbirimizin yaralarını sararak rızasına kazananlardan eylesin. Tevhitle, vahdet arasındaki ilişkiyi yakalayarak beldelerimizi barış ve huzur içerisinde mamur eylemeyi, etmeyi bizlere nasip eylesin. Bu topraklarda inşa ettiğimiz barışı, huzuru, kardeşliği, emanı, selamı yanı başımızda kaybeden Iraklı, Suriyeli, Yemenli, Libyalı bütün kardeşlerimize taşımayı millet olarak bizlere nasip eylesin.
Şevket BOYRAT
Çeltikçi Mah. Camii İmam Hatibi