Yüce dinimiz İslam, Müslümanın inancında, ibadetlerinde ve insanlara karşı davranışlarında samimi olmasını emretmiş (Beyyine, 98/5), kötü bir davranış olan riya ve iki yüzlülüğü de kesin bir dille yasaklamıştır. Riya, kişinin imanını tehlikeye atan manevî bir hastalıktır. Dinimizde riya gizli şirk sayılmıştır. (Ahmed, V, 428) İnsanın iyi bir Müslüman olmasının önündeki en büyük engellerden birisi de riyadır.

Sözlükte “göstermek, gösteriş yapmak” anlamlarına gelen riya, dinî bir kavram olarak, ibadetleri, iyilik ve güzel davranışları Allah rızası için değil de insanlara göstermek ve kendini beğendirmek amacıyla yapmak demektir. Bu tür davranışlarda bulunan kimseye riyakâr veya müraî denir.

Riya; her türlü işi sadece Allah rızası için yapmak demek olan ihlasın zıddıdır. İman zayıflığından ve dünyalık menfaat elde etme düşüncesinden kaynaklanan, bir tür hilekârlık ve iki yüzlülük olan riya, insan şeref ve haysiyetine yakışmayan kötü bir davranıştır. Halbuki Allah´ı seven, Allah´ın da kendilerini sevdiği gerçek mü´minler, gerek ibadetlerinde, gerekse diğer tutum ve davranışlarında sadece Allah´ın rızasını gözetir, hiç kimsenin beğenmesine yahut kınamasına itibar etmezler. (Mâide, 5/54)

İbadetlerine riya karıştıranlar Kur´an-ı Kerim´de; hesap ve ceza gününü yalanlayan, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyen, namazlarını ciddiye almayan ve yardımlaşmaya engel olan kimselerle birlikte zikredilerek kınanmıştır. (Maûn, 107/1-7) Yine Kur´an´da, riyakârlığın münafıklıkların özelliklerinden olduğu bildirilmiştir. (Nisâ, 4/142)

İbadetler başkalarına gösteriş için değil, yalnızca Allah´ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılmalıdır. Başkalarının sevgi ve beğenisini kazanmak veya herhangi bir menfaat elde etmek maksadıyla yapılan hiçbir iş Allah yanında değer kazanmaz. Allah Resûlü´nün ifadesiyle amellerin değeri ancak niyetlere göredir. (Buharî, Bed´ü´l-Vahy, 1) İhlasla yapılan az ibadet, riyakârca yapılan çok ibadetten daha hayırlıdır. Zira ibadetlerde aslolan az veya çok olması değil gösteriş ve riyadan uzak olarak halis bir niyetle yapılmasıdır.

Riyakârlık insan için tam anlamıyla bir mahrumiyettir. Çünkü riya amellerin sevabını ve faziletini yok eder, kişiyi iflasa sürükler. Kur´an-ı Kerim´de, “Ey iman edenler! Allah´a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın...” (Bakara, 2/264) buyrularak, insanlara gösteriş olsun diye ibadet ve iyilik yapanların amellerinin boşa çıkacağı konusunda ciddi ikazlarda bulunulmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde; “ne kahraman adam” desinler diye savaşan ve bu esnada ölen kimsenin; “âlim” desinler diye ilim öğrenen, “ne güzel okuyor” desinler diye Kur´an okuyan kimsenin ve “ne cömert adam” desinler diye yardım yapan kimsenin kıyamet günü amellerinin kabul edilmeyeceğini ve bu kişilerin yüzüstü cehenneme atılacaklarını haber vermiştir. (Müslim, İmâre, 152; Nesâî, Cihad, 22)

Riyadan son derece sakınmamız gerekir. Bunun için öncelikle niyetlerimizin halis olmasına dikkat etmeliyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.),  “Allahu Teâlâ sadece kendi rızası için yapılan ibadetleri kabul eder, başkasını değil” (Nesâî, Cihad, 24) buyurarak, niyetlerimize riya karıştırmamız gerektiğini ifade etmiştir.

Riyadan korunmanın bir diğer yolu da gizliliğe dikkat etmektir. Kur´an´da; insanın riya ve gösteriş gibi kötü duygulara kapılmasının önüne geçmek maksadıyla zekât, sadaka gibi hayırların gizli yapılması tavsiye edilmektedir. (Bakara, 2/271) Hz. Peygamber (s.a.s.) de,  sadakasını sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizleyerek veren kimsenin hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Allah´ın arşının gölgesinde gölgelenecek kimseler arasında olduğunu müjdelemiştir. (Buharî, Ezan, 36)

Yüce Rabbimize karşı kulluk görevlerimizde ihlaslı olmamız gerektiği gibi, birlikte yaşadığımız insanlara karşı da dürüst ve samimi olmamız gerekmektedir. Beşerî münasebetlerimizde doğruluk, dürüstlük, güven ve samimiyet esas olmalıdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), mü´minlerin birbirlerine karşı samimi davranmalarını ve riyakârlıktan sakınmalarını tavsiye etmiştir. (Müslim, İman, 95)

İki yüzlülük yani içi başka dışı başka olmak imanla bağdaşmayan kötü bir davranıştır. İnsanlara karşı olduğundan farklı görünen, gerçek yüzünü gizleyerek sahte davranışlar sergileyen ve başkalarını kandıran riyakâr insanları Allah sevmez. Onlar insanlar tarafından da sevilmeyen ve güvenilmeyen insanlardır.

Görüldüğü gibi riyakârlık, Müslümanın inanç ve ibadetlerine zarar verdiği gibi, beşerî münasebetlerine de büyük zarar vermektedir. Bu durum toplumsal huzur ve güveni derinden etkilemektedir. Öyleyse; gerek ibadetlerimizde gerekse insanlara karşı davranışlarımızda riyakârlıktan son derece sakınmalı, her işimizi sadece Allah´ın rızasını gözeterek yapmaya çalışmalıyız.

Bu nedenle şu soruyu sürekli kendi kendimize sormalıyız bence.

Herhangi bir menfaat olmaksızın birini gerçekten Allah için seviyor muyuz?

Ya, sadece Allah rızasını kazanmayı amaçlayan gerçek bir sevgiye muhatap olmayı istemez miydiniz?

Kuşkusuz samimi bir müslümanın en önemli niteliklerinden biri, başkalarına karşı sevgi besleyebilmesi, aynı şekilde başkalarının kendisine duyabilecekleri sevgiye baraj koymaması.

Yani Sevgili Peygamberimizin (as) ifadesiyle, hem başkalarını sevmeye hem de diğerlerinin kendisini sevmesine açık bir kişilik.

Ancak Efendimizin, bu sözü tamamlarken söylediği bir cümleyi asla unutmadan:

“Sevmeyen ve sevilmeyen kişide hayır yoktur.”

Bu cümleden yola çıkarak pek çok yorum yapılabilir, ama en net olanı sanırım şudur:

Allah, kendisine özgü “esmâ-i hüsnâ”sı arasında yer alan “el-Vedud” isminin bir tecellisi ve lütfu olarak yarattığı her insanın gönlüne engin bir sevgiyi yerleştirmiştir.

Bu potansiyeli harekete geçiren her kişi sadece gönül dünyasını değil, içinde yaşadığı sosyal hayatı da zenginleştirecek ve renklendirecektir. “Sevgi Peygamberi” olan Rasulullah Efendimize gönülden bağlı her müslümana yakışan da zaten bu olmalıdır.

Kalpleri, gönülleri birbirine bağlayan ve bizi birbirimize sevdiren Rabbimizdir. Gönüllere hükmeden, kalpleri birbirine ısındıran Yüce Allah kıyamet günü buyuracaktır ki: “Benim Celâlim adına birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı şu günde onları gölgelendireyim.” (Müslim, Birr, 37)

Hadis kaynaklarında Allah için sevme konusunda Peygamberimizden aktarılan birçok kutlu söze tanık oluyoruz. Bunların birinde dikkat çeken şöyle bir nakille karşılaşıyoruz: Sahabilerden biri Allah´ın Yüce Rasulüne, oradan geçmekte olan birini işaret etti ve dedi ki: “Ya Rasulallah, şu geçen kişiyi çok seviyorum.” Allah Rasulü, adama: “Bunu kendisine haber verdin mi?” diye sordu. Adam “hayır” deyince Allah Rasulü “Ona haber ver” buyurdu. Adam gidene yetişip “Seni Allah için seviyorum” dedi ve ondan “Kendisi adına beni sevdiğin de seni sevsin” cevabını aldı. (Ebu Davud, Edeb,113)

Peygamberimizin çok değer verdiği sahabilerden biri olan Muaz bin Cebel bize çok önemli bir olayı aktarıyor. Çok özel bir zamanda Muaz´ın yaşadıkları, hepimiz için çok müstesna sayılacak bilgiler içeriyor.

Hz. Muaz´dan rivayet edildiğine göre Efendimiz, kendisinin elinden tuttu ve: “Muaz! Vallahi seni gerçekten seviyorum” buyurdu. Muaz hemen Rasulullah´ın eline yapışarak “Ben de seni çok seviyorum ey Allah´ın Rasulü!” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Sevdiğiniz kimseye, onu sevdiğinizi söyleyiniz” buyurdu. Bu sözü müteakip Efendimiz, daha sonra aktaracağı kısa, ama oldukça özlü duanın öğretilmesi için uygun bir ortamın oluştuğuna kanaat getirdikten sonra da sözüne şöyle devam etti: “Muaz! Her namazdan sonra şu duayı mutlaka okumanı tavsiye ediyorum: Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana layık ibadet etmek için bana yardım eyle!” (Ebu Davud, Vitir, 26; Neseî, Sehv, 60)

Bu güzel duanın öğretildiği ortamın, tamamen sevgi ve muhabbetle süslendiği ve bereketlendiğine dikkat çekmek isterim. Hz. Muaz, öyle müstesna bir zaman diliminde bu sözleri gönlüne akıttı ki, yüzyıllardır Ümmet-i Muhammed, bu duaları tekraren ve teberrüken okumakta ve yemin ifadesiyle sevgisini aktarma lütfunda bulunan Peygamberimizin bu güzel hatırasını yaşatmaktadır.

Dilerseniz, Sevgili Peygamberimizin mübarek dilinden çarpıcı bir sevgi anlatımını sizinle paylaşalım:

Vaktiyle adamın biri, bir başka köydeki din kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Yüce Allah, onu gözetlemek ve kendisiyle konuşmak için bir meleği görevlendirdi. Melek, adamın geçeceği yol üzerinde onu beklemeye başladı. Yanına gelince aralarında şu konuşma gerçekleşti:
“Nereye gidiyorsun, kardeş?”

“Şu ilerideki köyde bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum.” 

“O senin akraban mı?” 

“Hayır.” 

“Ondan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?” 

“Hayır. Ben onu sırf Allah rızası için seviyorum, ziyaretine de bu sebeple gidiyorum.” 

O zaman melek şunları söyledi: 

“Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öyle seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için

Allah´ın sana gönderdiği elçisiyim.” (Müslim, Birr, 38)

Gösteriş, kibir ve çıkardan uzak, sadece Allah için sevmeye ne kadar da muhtacız.

İmanın zevkine varabilmenin yegâne anahtarıdır Allah için sevmek…

Gerçek din kardeşliğini doyasıya tadabilmenin yoludur Allah için sevmek…

Başkalarının sizi Allah için sevmesini arzu ediyorsanız gönlünüzün koordinatlarını mutlaka bir gözden geçirin. 

Eğer sevginiz ilâhi bir kaynaktan besleniyorsa, bu dünyanın en şanslı ve bahtiyar kişilerinden birisiniz demektir.

Sahi, sizin de Allah için sevdiğiniz biri var mı? Varsa, “Seni Allah için seviyorum” sözünü sık sık söylemeyi sakın ihmal etmeyin. 

Dünya ve Ahiret mutluluğunu kazandıracak asıl sevgi işte budur.