Birileri bize, milletçe hep kendi kendimize

sövmeyi öğretti;

Kendi kendimizle dalga geçmeyi, kendi kendimizi hakir görmeyi...

Hepimizin vasat, işe yaramaz, beceriksiz, sahtekâr insanlar yığınıymışız gibi algılamamızı…

Durumun çok vahim olduğunu, bir daha ayağa kalkmamızın imkânsız olduğunu…

Bunları öğrettiler. Kime?

Bize! Kendi elimizle, kendimize…

Peki, biz n´aptık?

Alkış tuttuk!

 

Birileri bizimle hep dalgasını geçti. Kâh komedi, kâh ciddiyet maskesi altında aşağıladı, karaladılar. Boy boy, çarşaf çarşaf yazılar yazdılar. Karikatürler çizdiler.

Yüzümüze etmedikleri hakaret kalmadı açıkçası.

Yine n´aptık?

 “Vay beee helal olsun!” dedik. Hayret ettik. Yeri geldi kahkahalarla karşıladık.

 Üstüne bir de para verdik. Şakşakçılığı elden düşürmedik.

 

Birileri bilinçaltımıza her gün, türlü oyunlar oynadı.

Ruhsuzlaştırıldık. Kendimize inancımızı kaybettik.

Dolayısıyla kaybetmeye alıştırılmış beton yığınlarına dönüştük.

Ne gariptir; böyle bir inançsızlık modelini de içimize sindirdik.

 

Sonra kendilerine “aydın” diyen birileri çıkıp, düşünce özgürlüğü adı altında; “Bi´türlü ‘adam´ olamayacak mıyız biz? Allah milletçe belamızı versin. Ne kadar alçağız, ne kadar eşeğiz, ne ka-dar pintiyiz, bu böyle olur mu, tüh tüh, vah vah” gibi yorumlar yaptı. N´aptık? Yine alkış tuttuk. Adam bize demediğini bırakmadı, biz ise “ulan, ne ‘aydın´ insanlar bee!” diyerekten madalya taktık boyunlarına.

Gariptir; insanımıza mesnetsiz, ölçüsüz, yersiz eleştiri yapanlar hep ödüllendirilmiştir bu memlekette. Sevenlerse cezalandırılmış... Eleştiri olmasın demiyorum. Her halükarda olmalı ama hakaret boyutuna ulaşmamalı hemşerim. Hakaret edersen, hele hele ki kendine, şanlı tarihiyle, adaletiyle, yüksek seciyesiyle nam salmış olan kendine, ceddine böyle küfredersen burada bize, “hooop!” demek düşer. O kadar!

Yahu el insaf! Toplumu parya, kendisini de senyör gören kesim;

Yakışıyor mu size, bu millete haksızlık etmek?

Neden, bizi diğer milletlerin aşağısında gösterme çabasındasınız?

Neden indirgeyelim kendimizi? Neden umutsuzluğa sürüklenelim?

Milletçe, neden kendi ayağımızı kaydıralım? Neden taş koyalım?

Enayi miyiz biz?

Ki, u´mutlu olmaya bu kadar önem veren dinimiz, önümüzde en güzel ölçütken…

Bizim neyimiz eksik diğer milletlerden? Yahu Allah aşkına, neyimiz?

“Gâvur yapıyo abi!” hipotezinden ne zaman kurtulacağız biz?

Ne zaman “biz neden yapmayalım” diyeceğiz?

Kendimize ne zaman geleceğiz abi?

Evvelce, bunlara benzer çooookça konu kaleme alsım değerli okurlarım.

Önceden söylemiştim, olsun, yine söylüyorum;

Bizi sevmeyen yazar, sanatçı ya da çizerlerin resmettiği enstantanelerdeki gibi kötü bir toplum de-ği-liz! Lümpen, proletarya takımı… Biz, bu değiliz. Olamayız. Milletçe hepimiz kutsal bir tarihin, kutsal bir terbiyenin, kültürün, kutsal bir ceddin torunlarıyız. Bize haksız yakıştırma yapanlar önce dönsün, kendilerine baksınlar. Baksınlar ki, nereden geldiklerini görsünler.