Yaşamak, delicesine bir serüven özellikle de çocukken. Ağzın kulaklarında, heyecanla konuşurken zamanın hiç bitmeyecekmiş gibi hissettirdiği o uzun yaz günleri… Sabah evden çıkıp akşama kadar mahallede arkadaşlarla oyun oynamak, hiçbir şey düşünmeden sadece anı yaşamak…

Yere düşüp dizimi kanattığımda bile umursamadan oyuna devam ettiğim o günler… Ve bir de arkadaşının hatıra defterine “gümüşten bir sayfa” ayırdığı için başlayan o içten cümleler… Ne kadar da güzeldi! Şimdi baktığımda, o saf mutluluğun, kaygısızlığın ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlıyorum.

Gençliğinin ilk aşamalarında, kalbin yerinden fırlayacakmış gibi atarken, umut dolu bakışların ve bitmek bilmeyen hayallerin vardı. Sanki her şeye yakın ama bir o kadar da her şeyden uzak hissederdin. Yine de mutluydun. Sen olduğun, var olduğun, varlığını derinden hissettiğin o duygu yüklü, heyecan dolu zamanlar… O zamanlar bir an önce büyümek isterdin. Fakat büyüdüğünde, çocukluğuna özlemle bakacağını bilemezdin. Ne garip, değil mi?

Eskiden her şey çok kolaydı; dört işlem için bir abaküs yeterdi. Şimdi ise herkes biraz dik kenarken, bir anda hipotenüse dönüştü.

Gençliğimin dizisi Kavak Yellerini çok izlerdim. O dönem birçok gencin büyüme sancılarına eşlik eden bir diziydi. Orada, 2007 yılında paylaşılan bir yazı çok hoşuma gitmişti. Büyürken hep tekrar ettiğim ve hâlâ unutamadığım o sözleri burada da dile getirmek istiyorum:

Büyümek zordur; oyuncakların elinde küçük gelir, kocaman sandığın evler küçülür, büyük sandığın şehirler küçülür.

Büyümek güzeldir; hangi elmayı ısırdın, mantarı yedin bilmezsin. Gidilecek şehirler, yaşanacak aşklar, tadılacak günahlar, isyanlar, yapılacak tatlı yanlışlar vardır.

Büyümek, herkesin en güzel hikâyesidir.

Ama ben bu büyüme işini askıya aldım. Yaşım büyüse de ruhumu büyütmüyorum. Çocukluğuma sarılıyor, büyümenin getirdiği o kompleksli yaşamı içime çekmiyorum. Hâlâ heyecanla konuşuyorum, hâlâ hayalperest yaşıyorum. Çünkü fark ettim ki hayat, büyükler için gerçekten zor. Hırslar, öfkeler ve baskılar havada uçuşuyor.

Çocukluk, o saf, hesapsız, içten duyguların yaşandığı en güzel zamanlardan biri. İnsan büyüdükçe hayatın karmaşıklığıyla, sorumluluklarıyla karşılaşıyor ve o masum günleri özlemle anıyor. Oysa çocuk kalmak, anlık bir eylem değil; sonsuz sevgi ve merhamet barındıran bir duygu. Çocuklar, büyükler gibi gizli saklı şeyler yapmaz. Çevresindekilerini kötü şeylere maruz bırakıp sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranmaz. Onlar olması gerektiği gibi en saf halleriyle kendilerine ve etrafındakilere yaklaşırlar.

Bir de hayal gücünün sınırsız olduğu o dönemler… Küçücük şeylerden büyük hikâyeler yaratabilmeyi, her köşede bir macera görebilmeyi… Şimdi her şey daha planlı, daha hesaplı, daha gerçekçi belki ama o zamanlardaki özgürlüğün tadı bambaşkaydı.

Biz büyükler, çocukları geleneksel normlara hapsetmek yerine onları özgür bırakmalı, akışına bırakmalı, onlarla birlikte hayatın tadını çıkarmalıyız. Çünkü belki de asıl büyümek, ruhunu çocuk kalmaya cesaret edebilmektir.

Bence asıl mesele, büyümenin sadece yaş almak olmadığını fark edebilmek. Çocuk kalabilmek; dürüst, neşeli ve sevgi dolu olabilmek demek. Hayatın getirdiği zorunlulukları kabul ederken bile içindeki çocuğu yaşatabilmek, belki de en büyük başarı. Büyümek aslında çocukken hayalini kurduğumuz şeyleri unutmamak ve o heyecanı hep diri tutabilmektir.

Peki, senin çocuklukta en çok özlediğin şey ne?