Bir kız ve bir kadın için babasızlık ne kadar zormuş meğer… Varlığıyla yokluğu bir olan bir baba da ayrı bir hüzün elbette. Bu yazımı 22 Şubat 2001 yılında hayatımı derinden etkileyen babamı kaybetmenin aradan 24 sene geçmesine rağmen ilk günkü gibi acıyan yarama ithafen yazıyorum.
Babasız büyüyen bir kız çocuğu, hayatta her şeyi kendi başına öğrenmek zorunda kalır. Sahipsiz bir köpeğe taş atar gibi, insanlar olur olmadık şeylerde yargılar onu. Babasız kızların hata yapma lüksü yoktur. Kendini nezaketle ve edep içinde savunsa bile hemen “dik başlı” etiketi yapıştırılır üzerine.
Öyle ki, bir süre sonra kendini savunmayı bile unutursun. Düştüğünde, kimsenin el uzatmasını beklemeden ayağa kalkmayı öğrenirsin. Ve zamanla anlarsın ki, senin her düşüşün başkaları için yalnızca bir dedikodu malzemesidir, ama senin için bir güç sınavı…
Babasız büyüyen bir kız, hayata kendi elleriyle tutunur. En basit şeyleri bile kendi başına öğrenmek zorunda kalır: Çivi çakmayı, lamba değiştirmeyi, akan musluğu tamir etmeyi… Çünkü yol gösteren, öğreten bir baba figürü yoktur hayatında. Zamanla cinsiyetini unutursun; narinliğini ve zarafetini yaşadıkların senden alıp götürür. Ama asıl eksiklik, ruhundaki boşluğu hiçbir şeyin dolduramamasıdır.
Daha bebeklikten itibaren güçlü ve olgun olmak zorunda bırakılırsın. İnsanların sana atfettiği bu roller yüzünden üzgünken ağlamayı, sinirliyken bağırmayı bilemezsin. Çünkü bilirsin ki, duygularını açıkça gösterdiğin an bunu babasızlığına bağlayacaklar. O an yüzlerinde beliren o acıma ifadesi ise, dayanılması en zor şeylerden biridir. Babasız büyümek, en nefret edilen duygunun “acıma” olmasıdır. Çünkü sen güçlü olmak zorunda bırakılmışsındır, ama bazen sadece bir anlığına bile olsa güçlü olmamaya da ihtiyacın vardır…
Babasız kızların gözyaşları sessiz akar. Çünkü bilirler ki, sığınacak bir baba omzu yoktur. Yanlış yapsalar bile onları koşulsuz affedecek, her hatalarında arkalarında duracak bir baba sevgisi eksiktir. Bu yüzden hata yapmaktan korkarlar. En küçük yanlışları bile büyütülür, üzerlerine “asi”, “inatçı” gibi etiketler yapıştırılır. Oysa onlar sadece kendilerini korumaya çalışıyordur. Ve zamanla anlarlar…
Hayatta hiçbir şeyin garanti olmadığını, herkesin bir gün gidebileceğini, en güvendiğin insanların bile bazen bir babanın yokluğunu hatırlatabileceğini… Ama her düştüğünde kendi başına ayağa kalkmayı öğrenen bir kız, hiçbir fırtınada yıkılmaz. Babasız büyüyen kızlar güçlü olur. Mecburen. Ama yine de içlerinde, her baba-kız sahnesinde gözleri dolan o küçük çocuk hiç büyümez…
Ben de onlardan biriyim. Yıllar önce, bir ders sırasında “Baban ne iş yapıyor?” sorusuna yüreğim buruk bir cevap vermek zorunda kaldım. O an kendime bir söz verdim: Eğer bir gün öğretmen olursam, hiçbir öğrencime bu soruyu sormayacaktım. Ve sormadım da.
Velilerim ailem oldu, öğrencilerim kardeşlerim… Üzerime yapıştırılan onca etiketi kabul etmedim. Kendimi kendi ellerimle inşa etmeye çalıştım, ki hâlâ çalışıyorum. Çünkü hayat, güçlü olmayı mecbur kılan bir öğretmen oldu bana. Ama ben, güçlü olmayı seçmek zorunda kalmadığım bir dünya inşa etmeye çalışıyorum…
Yaşadığım coğrafyaya inat daha dinç ve sağlam basıyorum. Zorlukların karşısında yakınıp ağlanmak yerinde daha zinde ve vizyonlu birisi olmak için çabaladım. Dört mücadeleci kadın ruhuyla büyüdüm. Anneme ve ablalarıma sonsuz müteşekkirim. Çünkü dimdik kale gibi ve vakur duruşlu olmayı onlardan öğrendim.
**“Evet, baba hayatın büyük bir eksikliğiydi, ama büyümenin ve kendini geliştirmenin eksikliği değildi. İnsan, etrafındaki gereksiz eleştirilerin ve davranışların kendisini etkilemesine ancak izin verdiği ölçüde müsaade eder. Çünkü herkes, aslında içindeki eksikliği yansıtır karşısına ve kendi içindekiyle savaşır. Bu yüzden geçmişin acılarına saplanıp kalmak yerine, ileriye bakmalısın.
Eksikliğini tamamlamaya çalışmak yerine, eksikliğinle var olmayı ve kendini inşa etmeyi öğrenmelisin. İşte asıl güç burada saklıdır. Kendini olduğun gibi geliştirmeye odaklan. Başkasının yollarında kaybolmak yerine, kendi yolunda düşe kalka güçlenerek ilerle. Yaşamak bir mücadeledir ve bu mücadelede eksikliklerine odaklanırsan, yok olmaya mahkûm edilirsin. Ama eksikliklerinin varlığını kabul edip kendini geliştirmeye çalıştığında, işte o zaman gerçekten parlamaya başlarsın.
Bu yazım, hem anne hem baba olmayı başaran nice Asiyelere, küçük yaşta tüm zorluklara rağmen çocuk olmayı unutup kardeşlerine dimdik durmayı öğreten nice Tuğbalara, Esralara ve Semralara gelsin.”**